Aşağıya sekiz yıl önce yazdığım bir 19 Mayıs yazısını ekliyorum. Bugün de yazsam büyük kısmı aynı olurdu. Değişen şey, sözünü ettiğim karşı-devrim’in çok daha somut bir şekilde kapımıza dayanmış olması.. O tarihte henüz 2007 seçimleri bile yapılmamıştı. Ne Ergenekon, ne de herhangi bir toplu dava, Erdoğan ve arkadaşları halâ düşük bir profil sergiliyordu.. Bugün yine bir seçim öncesinde 19 Mayıs’ı kutluyoruz.. Bu kez galiba tehlikenin herkes farkında..
***
16 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Paşa akşam-üzeri, Boğaz’da, Kız Kulesi açıklarında demirli bulunan Bandırma vapuruna binerken çok düşünceli ve bir hayli de endişeliydi. Bir gün önce Yunanlılar İzmir’e çıkmış, daha sonra Anadolu’nun içlerine yayılacak olan işgali başlatmışlardı.
Arkasına İtilaf Devletleri’ni, özellikle de İngiltere’yi almış olan Yunanlılar hangi güçlere dayanılarak durdurulacaktı? Yedi yıldır o cepheden bu cepheye koşuşmuş halk çocuklarından geriye kalanlar yorgun, sessiz ve tepkisizdi. Zaten Mustafa Kemal Paşa’ya Sultan tarafından verilen komutanlık görevi de ulusal savaşı başlatmak amacıyla değil, Karadeniz bölgesinde “Türklerin Rumlara yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek” amacıyla verilmişti.
Bütün bunlara rağmen Samsun yolcuları yine de Mütareke basınında kuşku ve endişe kaynağı olmaktan kurtulamıyorlardı: Yoksa Bandırma vapuruna binmeye hazırlanan ekip, İttihatçı çılgınlıkları bu kez de Anadolu’ya yaymak isteyen Fırka’nın yedek takımı mıydı? İttihatçı nefreti ve düşmanlığı o kadar yaygındı ki Bandırma vapurunun seyir halinde iken batırılacağı söylentileri bile çıkmıştı. Buna karşı alınacak ciddi bir önlem de yoktu. Kemal Paşa, sadece, Bandırma vapuru kaptanına “Düşman devletlerinin herhangi bir vasıtasının gadrine uğramamak için sahile yakın bir rota tutunuz!” emrini vermişti.
Samsun yolcuları şiddetli fırtınalara tutulsalar, düşmanın değil de doğanın gadrine uğrasalar da 19 Mayıs sabahı, erken saatlerde karaya çıkmayı başardılar. Askeri bando eşliğindeki karşılama törenine halk da sevgi gösterileriyle katılmıştı. Galiba Osmanlı-Türk tarihinde bir dönem kapanıyor, ıstıraplı engellerle dolu yeni bir dönem başlıyordu. Samsun’da başlayan uzun ve çileli yürüyüş, dört yıl sonra Lozan’da barış ve yeniden yapılanma coşkusu ile noktalanacaktı.
***
Tarihi dönemler de jeolojik katmanlar gibi birbirinden kesin çizgilerle ayrılamayan zaman dilimleri oluştururlar. Tarih tablosunda belirli günler sadece bir sembol işlevi görürler. Bu sembolik değer de ancak belli bir zaman sonra benimsenir ve genel bir kabul konusu olur. Gerçekten de bu genel kural 19 Mayıs 1919 tarihi için de geçerli olmuştu. Öyle ki Mustafa Kemal Atatürk, 1936 yılının 19 Mayısı’nda, en yakın arkadaşlarına “Söyleyin bakalım, bugün (geçmişte) ne oldu?” diye sorduğunda hiç kimse 19 Mayıs 1919’u aklına getirmemişti. 19 Mayıs 1919 bu koşullarda yeniden anımsandı ve iki yıl sonra, cumhuriyeti gençliğe emanet eden büyük devlet adamının düşüncesine uygun bir biçimde “gençlik bayramı” ilan edildi.
***
Bu yıl 19 Mayıs 1919’un seksen sekizinci yıldönümünü hangi duygular içinde kutluyoruz? Mustafa Kemal Paşa ve bir kısım silah arkadaşı Anadolu’ya geçerken tarihimizde gerçekten de yeni bir dönem mi başlatıyordu? Eğer tarihimizde yeni bir dönem başladıysa bu dönemin ana karakteri neydi?
Kuşkusuz bu sorulara herkes özlediği toplum paradigması bağlamında, kişisel düşünce ve özlemleri çerçevesinde yanıt veriyor. Kimine göre yeni doğan rejim İttihatçı rejimin gelişmiş bir biçiminden başka bir şey değildi ve bu devamlılığı olumlu gören, yücelten tarihçilerimiz olduğu gibi, İttihatçı paranteze (özellikle yabancı tarihçiler arasında) sadece Ermeni tehciri açısından baktıkları için aşağılayanlar da olmuştur. Kimine göre de 19 Mayıs’la başlayan sürecin vardığı nokta batılılaşma çabalarımızın yarattığı pozitivist laikliğin radikalleşmiş bir biçiminden başka bir şey değildi. Nihayet üçüncü ve güçlü bir grup da 19 Mayıs’la başlayan hareketin tarihin önemli devrimlerinden birini yarattığını, fakat bu devrimin (üzerinde tam bir anlaşma olmayan bir tarihte) bir karşı-devrime dönüştüğünü ileri sürüyor.
Gerçekten de Saltanat ve Hilafet kurumlarını, bağlı oldukları feodal zihniyet yapıları ve sınıf çıkarları ile birlikte yok eden bir hareket kuşkusuz büyük bir devrimdi. Fakat bu devrim içinde bulunduğu geri toplumsal koşulları devamlı eleştirmek ve aşmak gibi tarihi bir misyonla yüklü idi. Bunun için de yıkılmış düzenin övgüsünü yasaklarken, kendisini savunma ve aşma yönündeki eleştiri ve düşünceleri dinlemek, tartışmak ve zenginleştirmek zorundaydı. Oysa daha 1925’te, Şeriat özlemli bir ayaklanma bastırılırken sol akımları da yasaklayan hareket, İkinci Dünya Savaşı sırasında da Nazilere demokrasi cephesinden daha yakın duran tutumuyla bu eğilimi radikalleştirmişti. Nihayet Savaş’tan sonra çok partili hayata geçerken de ilk işi emekçi partileri yasaklamak olan bir rejim elbette ki devrimci çizgiden uzaklaşıyor ve 12 Mart ve 12 Eylül cunta rejimleriyle de tarihe ters bir yörüngeye girmiş oluyordu.
Atatürk 19 Mayıs’ta Samsun’a doğru ilerlerken bugünleri tahayyül edebilir miydi? Kuşkusuz büyük lider çok daha kısa vadeli hedefler, çok daha gerçekçi ittifaklar peşindeydi. Fakat Nutuk’un daha ilk cümlelerinde çizdiği tablo, onun sadece dinci irticadan değil, İttihatçı çılgınlıklardan da ne kadar uzak olduğunu ortaya koyuyor. Bugün, yine büyük sorunlarla karşı karşıya, fakat o dönemden çok farklı koşullarda 19 Mayıs’ı düşünürken büyük liderin en çok özlem duymamız gereken özelliği, sanıyorum ki onun gerçekçi, akılcı ve ilerici girişkenliği olmalıdır.