Aslında ister doğuya, ister batıya, ister kuzeye, ister güney ülkelerine gidin, adam gibi her kent, adam gibi meydan ya da meydanlarını muhafaza eder.
Her ne kadar şehir plancısı ve mimar değilsem de, meydanı olmak, meydanlarını gözleri gibi korumak, yurttaş olmak, kentli yurttaş olmak demektir diye düşünüyorum.
Bu arada, Cumhuriyetimizin başkenti Ankara’da da meydanlar vardı. Şimdi nerelerde ise sadece eskimiş fotoğraflarda kalmış meydanlar, isimleri değiştirilen meydanlar; Ulus, Tandoğan, Zafer ve en simgeseli de Kızılay Meydanları.
Bugün üniversiteli olan kızım Asya, ilkokulda iken bir gün Kızılay’da geziyorduk ki bir soru sordu:
-Baba, buraya niçin Kızılay Meydanı diyoruz? diye.
Ne söyleyeceğimi bilemedim. Anlatacaklarım vardı. Ancak göstereceğim hiçbir şey kalmamıştı. Önüme bakıp susarak, geçiştirdiydim.
1979 yılında yıkılan Kızılay Binası ile ölmüştü aslında Kızılay Meydanı.
Yani 1929’da başlamış 1979’da bitmişti.
Aslında, meydanların bitişi, kentlerin ve yurttaşlarının bitişi idi. Yaklaşık elli yıl sürdü meydan. Hâlbuki Cumhuriyetin düşleri arasında idi. Şimdi ise kâbusa dönüştü.
Bu düşten kâbusa dönüşün ayrıntılarını meraklıları Mülkiye Dergisi’nin Kış 2008 / 261. sayısından okuyabilirler.
Yukarıda değinmiştim ya, pek çok ülkenin pek çok kentinde meydanlar mühimdir. Çünkü kentlerin tarihlerinde, meydanlar kamusal mekânlardır. Ama Osmanlı kent kültüründe bu tür kamusal mekânlar yer almaz. XIX. Yüzyıldan önce Osmanlı kentinin geleneksel dokusunda ve toplumsal yapısında kalabalıkların bir araya gelmesi için kullanılmakta olan kamusal alanlar, cami avluları, mesire yerleri, çeşme etrafları ve pazaryerleridir.
Ankara için meydan, yeni bir kentsel deneyimdir ve yeni bir kamusal kültürün gelişmesine işaret eder.
Bakın, başkent Ankara’daki imar faaliyetlerinin düzenli bir şekilde yapılmasını temin amacıyla 25 Mayıs 1928 gün ve 1351 sayılı kanunlar özel yetkiler verilen Ankara Şehri İmar Müdürlüğü kuruluyor. Ve bu kuruluş sürecinden itibaren Ankara yeniden ve her şeyden önemlisi planlı ve estetik bir biçimde yeniden yaratılıyor. Fakat 1950’lili yıllar sonrasından günümüze kadar ne plan kalıyor ne de kent estetiği. Başta da söylemiştim ya, Cumhuriyetin başkenti “düşten kâbusa dönüşüyor”.

Cumhuriyet ve Başkent Ankara. Ankara Büyükşehir Belediyesi. Ankara Tarihi ve Kültürü Dizisi. 2007. C.4. s. 117’den alınmıştır.
Kızılay Meydanının süreç içerisinde dönüşümünden kareler
Yeri gelmişken, Koleksiyoncular Derneğince çıkartılan, H. Çağatay Keskinok’un yayına hazırladığı Cumhuriyet Devrimi’nin Yolu Atatürk Bulvarı isimli muhteşem kitabın arka kapağında yer alan notlara birlikte bir göz atalım:
“Atatürk Bulvarı, Kurtuluş Savaşı’nın örgütlendiği ve dönemin en hareketli gösterilerinin yapıldığı Hakimiyet-i Milliye Meydanı’ndan başlayıp Çankaya Köşkü’ne uzanan yolun adıdır.
Atatürk Bulvarı’nın tarihi Cumhuriyet Devrimi’nin tarihidir. Cumhuriyet Devrimi gerçekleştirilirken, Bulvar, halka kazandırılmaya çalışılan çağdaş yaşamın önemli bir sahnesi olarak şekillenmekte, Cumhuriyet’in yeni kurumları cadde üzerinde bir bir yerlerini almaktadır.
O günlerin şehirciliğinde, çağdaş yaşam özgü olarak görülen ölçü ve d üzen içinde biçimlendirilen bulvar, İstanbul’a karşı Anadolu’nun geliştirilmesinin bir simgesi olarak Başkent Ankara’nın planlanması ve tasarımının en önemli göstergesidir”.
Sadece Ankara’da değil, nerede ise tüm kentlerimizdeki bu dönüşümün müsebbibi sadece kamu yöneticileri ve belediyeler mi?
Cumhuriyet ya da hükümet meydanlarımız, anıtsal yapılarımız, Atatürk Bulvarları ya da caddelerimiz, özgün parklarımız, az da olsa heykellerimiz, havuzlarımız birer birer gözlerimizin önünde yok olurken biz yurttaşlar olarak ne yaptık?
Hele estik mi mangalda kül bırakmayan biz “kentli” yurttaşlar!..
Yurt dışına gidip, gelince çektiğimiz fotoğrafları dostlarımızla paylaşırken “adamlar korumuş, sahip çıkmış azizim” tıraşları dışında. Kocaman bir HİÇ değil mi?
Oysa özellikle biz Ankara’da yaşayan yurttaşlar olarak; Cumhuriyet yurttaşının toplumsallaşmasının en önemli yolu olan Atatürk Bulvarı ve meydanlarının önümüzdeki dönemde daha yoğunlaşacak olan değersizleştirilme ve simgesel önemini ortadan kaldırmaya çalışan ideolojik ve siyasal tutumlara karşı daha dirençli ve daha kararlı olmalıyız…
Noktalarken Doğan Kuban Hoca’nın Kentleşememenin Bedeli başlıklı yazısından bir cümleyi aktarmak istiyorum;
“Türkiye’de şehirler kötü meyve veren bahçelerdir. Bu, halkın ve belediyenin ortak bahçıvanlığıdır.”