Bugünkü Cumhuriyet’te Işıl Özgentürk, bir filmde 9 yaşında bir bir kızın nasıl Taliban’cı annesi ve ablaları tarafından süslenerek intihar bombacısı yapıldığını ve nasıl törenle uğurlandığını anlatıyor. Kendisini tutan anne ancak kızını ölüme yolladıktan sonra ağlayabilmiş..
Erik Poppe’nin “Bin Kez İyi Geceler” adlı filmi, aslında bir fotoğrafçı kadının aile dramına dönüşen mesleki tutkusunu anlatıyor. Juliette Binoche’un canlandırdığı fotoğrafçının çektiği sahneler gerçek bir öyküye dayanmıyormuş, fakat konusunu iyi incelemiş olan Norveçli sinemacı gerçekte de benzer olaylar çok yaşanıyor diyor. Haksız da sayılmaz. Yaş ve cinsiyet farkı bir yana, on gün önce Ankara Garı’nı kana boyayan canavarlar da aynı kumaştan yapılmamışlar mıydı?
***
Sadece bazı fragmanlar gördüğüm bu film bana başka bir filmi hatırlattı. Oliver Hirschbiegel’in “Çöküş” (2004) isimli filmini. Aslında bu film bambaşka bir şeyi, Hitler ve adamlarının bunkerde geçen son günlerini anlatıyor. Yine de bir benzerlik var: Aynı fanatizm, aynı acımasızlık, aynı canavarlık. “Çöküş”te de Goebbels’in karısı Magda zehirli haplar vererek altı çocuklarını ölüme uğurlamıştı. Üstelik bu bir fiksiyon değil, gerçekti ve Magda Goebbels de hiç ağlamamıştı. On üç yaşındaki büyük kızlarının annesine direndiği sahne hala gözlerimin önünden gitmiyor.
Hitler’in propaganda nazırı felsefe doktoru idi; tezini Heidelberg üniversitesinde savunmuştu. Fakat sonunda vardığı nokta da, bu dünyada hiçbir şey bulamayan Afgan (ve IŞİD) meczuplarından farksızdı. Oysa Naziler “Cennet”i bu dünyada yaratmaya çalışmışlardı. Düşlerini gerçekleştirmek için her türlü canavarlığı mubah görerek.. Hayalleri çökünce kendilerinden önce çocuklarını öldürdüler. Onların, Aryan ırkının egemen olmadığı, Yahudilerin de tamamen yok edilmediği bir dünyada yaşamalarını istemiyorlardı.