Seçmen hangi ölçütlere göre oy kullanır? Partiler nasıl iktidara gelir? Partiler, filizlendikleri toplumun koşullarından/niteliklerinden ayrı düşünülebilir mi?
İnsansız bir toplum ve parti olur mu?
Üyesinden ayrı bir örgüt, sendika düşünülebilir mi?
Her düzeydeki çalışanından ve öğrencisinden bağımsız bir üniversite tahayyül edebilir mi?
Bürokrasi, bürokratsız çalışır mı?
Türkiye’nin siyasal partileri, Türkiye koşullarının ürünü değil mi ve kendilerinden önce az çok belirlenmiş koşullarda iş görmüyorlar mı?
Bu sistem içinde başarılı olabilmek için, toplum ortalamasına hitap etmek zorunda değiller mi?
Hâl böyleyken, toplum ortalamasının, kuşkusuz belli tarihsel koşulların ürünü ‘kumaş’ı göz ardı edilerek, siyaset yapmak olanaklı mı?
Ekonomik açıdan gelişmiş bir ülkenin partileriyle, çoğunluğu yoksul bir ülkenin partileri bir olur mu?
Kültür üretebilen toplumun partileriyle kültürel çoraklık yaşayan bir ülkenin partileri bir olur mu?
Temel siyasi ve ahlaki ilkelerde az çok uzlaşabilmiş bir toplumun ülkesindeki partilerle herkesin ayrı telden çaldığı bir ülkedeki partiler, kaynağını ‘aynı demokratik ilkeler’de bulan bir propagandada ne ölçüde başarılı olabilir?
Ha keza sınıf temelli siyaset yapan partilerin güçlü olabildiği bir ülkeyle din temelli siyaset yapanların palazlandığı ülkenin siyasal örgütlenmeleri aynı olur mu hiç?
Zincirleme…
Türkiye, ‘demokratik yönetim’ oyununun kuralları üzerinde henüz uzlaşılamamış bir ülke. Üstelik uzlaşmazlık hali, kapitalizmin en yakası açılmamışının, en edepsizinin oyun alanında tecrübe ediliyor!
Bu yüzdendir ki örneğin madende yüzlerce insan katledildiğinde, kaza örnekleri 19. yüzyıl İngiltere’sinden verilebiliyor. O örnek çağımızdan verilemediği içindir ki kadınlar yol ortasında katledilebiliyor. O kadınlar yol ortasında böylesine rahat katledilebildiği içindir ki doludizgin ve en yetkili ağızlardan cinsiyetçilik/kadın düşmanlığı yapılabiliyor. O kadın düşmanlığı böylesine rahat yapılabildiği içindir ki eşit yurttaşlık düşüncesinin yanına dahi yaklaşılamıyor. Ve yaklaşamadığımız içindir ki örneğin Kürtlerin ya da Alevilerin eşitlik talepleri, arsızca, ‘bahşetme’ terminolojisiyle tartışılabiliyor.
Haliyle bir siyasal partinin, bu bileşik kabın dışında bir yerlerde konumlanması neredeyse olanaksızlaşıyor. Hemen herkesin aynı değerlere vurgu yapmak ‘zorunda kaldığı’ bir atmosfer içinde kalıyoruz. Öyle bir atmosfer ki, farklı olanı bir anda boğuveren bir riyakârlıkla yüz yüzeyiz.
Bir iki örnek
Yalnızca bir iki örnek: Seçim beyannamesinde vicdani retçilik gibi son derece uygar (Avrupa Konseyi üyeleri içinde Türkiye ve Azerbaycan dışında tanımayan yok!) bir öneri sunan HDP, milliyetçi bir tepkiyle karşılaşıyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de ‘vatan hizmeti’nin bedeli, en son 18 bin liraydı! İnsanlar, vatan hizmetlerini Ziraat Bankası’nda beş dakikada yapıp çıktı.
Ya da Demirtaş’ın Diyanet eleştirisi. O Diyanet ki on yıllardır zaten siyasal İslamcılar tarafından eleştiriliyor. Ne çare? Hemen kültürel/dini kodlar harekete geçiriliyor ve domuz eti gündeme geliyor. İlkeli olmaya gerek yok çünkü seçmenin bir kesiminin hoşlanması yeterli.
Diyelim ki Kılıçdaroğlu biraz parladı. Hemen Alevilik sohbetleri başlıyor ve Sünni yurttaş açıkça ‘uyarılıyor.’ ‘Aman ha’ denilmek isteniyor, ‘Sakın meyletmeyin, adam Alevi!’
Türkiye’nin ‘tarafsız’ devlet başkanı, her şeyimiz, velinimetimiz kişi eline Kur’an alıp sahneye çıkıyor. Çünkü gayet iyi tanıyor seçmenini. Öyle bir seçmen ki Ekmeleddin İhsanoğlu’na ‘Siz seçilirseniz Kur’an okumamızı yasaklayacak mısınız?’ sorusunu yöneltebilmiş.
Diyelim ki hukuk dışılıklar gündeme getirildi. Acilen 1930’lardan bir belge çıkarılıyor. Olmadı havuz medyası herkesin yalan olduğunu bildiği bir haber yapıveriyor. O da olmadı, bir iki tutuklama gerçekleşiyor o gün, gözdağı mahiyetinde. Yetmedi mi? İdam tartışması başlatılıyor. Mursi hakkında verilen ceza kullanılıyor. Sanki mahkûm eden bizim muhalefet.
Diyeceğim o ki sınır yok. Hiçbir ilke, doğruluk kaygısı yok. Çünkü hava ve zemin müsait ve mesele de, bu.
Parti faaliyetleri anlamlı hale gelemiyor
Bu örnekleri, sürpriz işler olduğu için vermiyorum elbet. Elini yüzünü din ve milliyetçilik sosuna bulamış her dizginsiz kapitalist nasıl davranır, toplumunun hakim dini ve kültürel değerlerini nasıl kötüye kullanırsa, bunlar da onu yapıyor. Asıl sorunum şu: Sonuç olarak tüm partiler, her ne öneri getiriyorlarsa belli bir atmosferde yapıyor bunu.
Şu anda, Türkiye’de milyonlarca insan borçlu. Kredi borçları bir tür ‘borç köleliği’ yaratmış durumda. Çok sayıda aykırı örnek bulunmasına karşın tek parti iktidarı ile ekonomik istikrarın neredeyse eş anlamlı olduğuna ikna edilmiş bir yurttaş kitlesi de mevcut. Dini duygular, milliyetçilik fütursuzca kullanılıyor. Hemen tüm kamu kurumları ve özel sektör ‘bağlanmış/iliştirilmiş’ durumda. Yargıda ipin ucu kaçtı, şahtı şahbaz oldu, şu bu…
Söz konusu koşullarda parti faaliyetleri anlamlı hale gelemiyor. Vaatler etkisiz demiyorum. Ancak oy verme eğilimi üzerinde tam anlamıyla belirleyici olamadığı açık. Çünkü her slogan, her yurttaş düşüncesi, kaçınılmaz olarak belli bir biçimde oluşturulmuş koşulların ürünü. Oynadığımız oyunun kurallarını belirleyip oyun sahasının enini boyunu çizen nitelikler bunlar.
Türkçesi: Dizginsiz ve asalak kapitalizm içinde mahkûm edilmiş yurttaş hayatta kalmaya çabalıyor ve bu çaba, akla dayanan, sol çözümlerin popüler olmasını engelliyor. Daha da Türkçesi: Adamın açlıktan nefesi kokarken ne yapsın güçler ayrılığını, yargı bağımsızlığını? Yargı bağımsızlığı dediğin, ekmek arası yapılabiliyor mu, mesele bu!
Muhalefet tedavi araçlarından yoksun
Her memlekette ve tabii Türkiye’de, partilerin sesini duyurmaya çalıştığı toplumu toplum yapan niteliklerinden biri de yaygın dini/ahlaki kodlar/ilkelerdir. Ortalama yurttaşın kabul ettiği, hiç olmazsa eder gibi göründüğü vasati değerler. Türkiye’deki malum koşullar ise toplum ahlakında kuralsızlığı, kayırmacılığı, üçkâğıtçılığı, fırsatçılığı, sömürüyü hakim kılmış durumda.
Bunun doğal sonucu, devletin temeli olan ‘adalet duygusu’nun ortadan kalkması ve toplumun tüm hücrelerini saran bir hastalığa dönüşmesi. Türkiye toplumu ağır hasta. Hastalanmış seçmenin desteğine gereksinim duyan muhalefet partileri ise ne yapacağını bilemez halde çabalıyor, ancak tedavi araçlarından yoksun.
Koşullar, konjonktür, ekonomik durum, temel sorunların çözümüne dair öneriler, şu ya da bu ölçüde seçmenin beynine ve kalbine dokunacak bir şeyler yapabilmek. Bunların tümü bir muhalefet partisinin başarısı için gerekli. İyi hoş da, hasta bir toplumda yeterli mi?
Seçmene türü tükenmekte olan tosbağa muamelesi yapmanın alemi var mı?
Eğer toplum bu asalak ve sömürgen düzenin koğuşunda kırk derece ateşle yatıyorsa ve dışarıdan bakıldığında kolayca tespit edilen vahamet, koğuştakilerce bir yaşam biçimi olarak kabullenilmeye başlanmışsa ne yapılacak? Oturduğumuz yerden muhalefete akıl vermek işin kolay kısmı. Buna mukabil, henüz kırmızı ışıkta durulması gerektiği üzerinde dahi uzlaşamamış yurttaş kesimlerine nasıl hitap edilmeli? Öneriniz var mı?
Hani, partiler yurttaşı ikna etmek zorunda diyoruz ve bu sözlerimizi bilgelik zannediyoruz ya; peki işini kayırmayla görmeye alışmış ve hatta başka türlü göremeyeceğine inanmış milyonlarca insana, içinde kıvrandığımız maddi koşullar yerle bir edilip dönüştürülmeden, 2015 Haziran ayında ne vaat edilebilir?
Ya da Kürt, Alevi adlarını duyduğunda hala tüyleri diken diken olan kesime, katledilmiş el kadar çocuğun anasını yuhalayan topluluğa, ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’ rezilliğini icat edip sonrasında oruç tutup namaz kılana, inancını buraya kadar düşürmüş olana, cüzdan mevzubahis olduğunda vicdan ve imanını zerrece umursamayana, nasıl propaganda yapmalı muhalefet? Ne demeli? İki Umre arasında bir arazi daha koparan müteahhitlere, hangi vaatleri sunmalı?
Seçmensiz seçim olur mu? Yurttaşsız ülke olur mu? İnsansız toplum olur mu? Seçmene türü tükenmekte olan tosbağa muamelesi yapmanın alemi var mı?
Birlikte yaşayan ve her biri belli toplumsal koşulların ürünü olan yurttaş kesimlerinden, çok değil, asgari bir ahlak/ilke beklemek çok mu? ‘Olup bitene, insanın aklını zorlayan şu adaletsizliklere, hiç olmazsa seçim sürecindeki fecaate bir tepki göster artık Allah’ın cezası’ deyivermek; olmayacak iş mi?
(diken.com.tr’den alınmıştır.)