Sonunda Gülen Hoca da yakalandı. Sanılacağı gibi Pensilvanya’da değil, Paris’te. Maigret’nin öğrencileri, onu -galiba bir Sinagog’a girerken?- fark etmiş ve hemen yakalayarak DGSE’ye (Fransız MİT’ine) götürmüşler. İfadesi de orada alınmış! En azından söylentiler böyle. 17 Aralık Perşembe günü; tam da Türkiye’de gerçekleştirdiği “darbe”nin ikinci yıldönümünde.. Belli ki operasyon önceden planlanmış; rastlantı değil! Biliyoruz, Maigret okulu işini pek rastlantılara bırakmaz.
Peki, sonra?
Sonra, her şey gizli kalacak sanılırken, gazeteciler Hoca’nın ifadesini bulup hemen yayınlamışlar. Ne de olsa Fransa özgür ülke; gazeteciler de cin mi cin.
***
Ben Hoca’nın itiraflarını Le Monde gazetesinde okudum ve önce şaşırdım.
Şaşırdım; çünkü gördüğüm kadarıyla ona asıl sorulması gereken soruların hiçbiri sorulmamıştı. Ne “paralel” yapılanma; ne 17 Aralık darbesi; ne Amerikan ajanlığı… hiçbiri! Hatta hazır eldeyken, Hrant Dink cinayetindeki rolü bile aydınlatılmamıştı.
Sonra düşündüm, “tabii ki haklılar” dedim. Öyle ya; onlara ne Türkiye’deki “darbe”lerden? Ya da “ayakkabı kutuları”nda bulunan dolarlardan? Onlara ne, “paralel devlet”ten? Buna karşılık, Hoca’da, kendilerini yakından ilgilendiren bir özellik bulmuşlar. Bakmışlar ki Fethullah Gülen bir İslami cemaat lideri ve arkasında da hala önemli bir güç var. Hatta okullar zincirine Fransa’yı da katmış ve altı yıl önce Fransa’da da bir okul açmış. Ve Hoca’nın bu nitelikleri, Fransa’nın IŞİD korkusu içinde, diken üzerinde yaşadığı bu günlerde, ona sorulacak temel soruyu da belirlemiş: Anlat bakalım, Hoca, İslam’ı nasıl yorumluyorsun? Bugün Müslümanlık’tan ne anladığını anlat bakalım bizlere?
Ve Hoca da anlatmış; hem de çok güzel anlatmış!
***
“İnanç sahibi olmak, dogmatizm olmamalıdır”; demiş Hoca; “İslam felsefesine sadık kalarak, İslam Rönesansı’nın temelinde olan düşünce özgürlüğünü yaşatmak sadece mümkün değil, aynı zamanda zorunluluktur”. Ve teröristlerinin İslam adına yaptıkları kırımların kendisini nasıl “isyan ettirdiğini” anlattıktan sonra, uydurma “komplo teorileri”ni de eleştirmiş ve “bunlar, demiş, şimdiye kadar bizleri toplumsal sorunlarımız gerçeğiyle yüzleşmekten alıkoymaktan başka bir işe yaramadılar”.
Peki, ya batılıların günahı?
Elbette ki bugünkü zehirli atmosferin oluşmasına “uygarlıklar çatışması” gibi kuramlarla batılı düşünürlerin de katkısı oldu; fakat “bunlar yanlış”, demiş Gülen Hoca; asıl çatışma “uygarlıklar arasında değil; uygarlıkla barbarlık arasında!”. Şimdi ise uygarlık kampında beraber olma zamanı. Yeter ki Batı düşüncesi bu gibi kışkırtmalardan kaçınsın ve “biz Müslümanlar da din anlayışımızı ve pratiğimizi, çağımızın yorumları ile dönemin koşul ve beklentileri ışığında, eleştirel bir şekilde sorgulayalım”.
***
Ne güzel değil mi?
İslam Rönesansı; düşünce ve inanç özgürlüğü; hukuk devleti; dinler arası diyalog; özeleştiri.. hepsi var. Tam da bu sırada Fransızların bir Müslüman mürşitten en çok duymak istedikleri şeyler! IŞİD korkusuyla diken üzerinde yaşadıkları bu günlerde. Aslında “Arap Baharı”ndan sonra Türkiye’yi Arap dünyasına “model” gösterirken, Erdoğan’dan da böyle sözler duymak istemişlerdi.. Usta siyasetçi kardeşliği Müslümanlık’ta arayıp, Rabia işaretleri yapmaya başlayıncaya kadar!
***
Gülen işte bunları yazmış; benim ise aklım tam altı yıl öncesine gitti; 2009’a. O yıl, 11 Temmuz’da, Erdoğan, Meclis’te Hükümet programına yapılan eleştirilere yanıt verirken hapishane günlerini anımsamış ve “camilerimiz süngü” diye başlayan “masum” şiiri tekrar okumuştu. Sonra da, muhalifleri “beni şu anda yargılananlarla aynı kefeye koyma yanlışına, bedbahtlığına düşüyorsunuz!” diye azarlamıştı. Ve AKP sıralarında ve medyada Gülenciler de kendisini hararetle alkışlamışlardı.
Peki kimdi bu yargılananlar?
Gazeteciler, hukukçular, öğretim üyeleri, askerler vb. Üstelik mafya üyeleri ile yan yana! Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Fuhuş vb davaları.. Sonra her şey anlaşıldı. Bütün bu davalar AKP’ye karşı kurulmuş birer “kumpas”tı ve kabak da Cemaat’ın başında patlamıştı. Gerisi malum. Ergenekon dosyası hızla kapanıyor, onun yerini “Paralel devlet” dosyası alıyordu. Ve eskiden, AKP, tüm muhaliflerini nasıl “Ergenekoncular ve Ergenekon’a alet olanlar” diye iki kategoriye ayırdıysa, şimdi de “Paralelciler ve onlara alet olanlar” diye ikiye ayırmaya başlıyordu. Sonunda Kılıçdaroğlu bile “paralelci” sayılana kadar!.. Dalga devam ediyor ve bugünlerde her “paralelci” tutuklanınca alkışlayanların, bir gün gelip “paralelcilik”le suçlanacakları ana kadar da devam edeceğe benziyor..
***
Gülen Hoca’yı okurken aslında biraz da içim sızladı. Eğer Hoca, diye düşündüm, anlaşılmaz bir dilde kitaplar yazacağına, bugün söylediklerini yedi sekiz yıl önce açık bir dille söyleyip, Cemaatiyle beraber arkasında da dursaydı, bugünlere gelir miydik? Yine de bir olasılık daha var: Yoksa Hoca hala eski kafada da, “zaman böyle gerektiriyor!” diye mi bugün böyle konuşuyor?
Öyle ya da böyle, “darbe”sinin ikinci yıldönümünde Fethullah Hoca güzel şeyler söylemiş ve atalarımızın dediği gibi “zararın neresinden dönülürse kârdır”.. Yine de atalarımızın başka güzel bir sözünü daha hatırlıyorum: “Geç olsun da güç olmasın!” demişlerdi. Ne yazık ki Gülen Hoca’nın “uygarlık mesajı” hem geç, hem de güç oldu. Bu kadar haksızlıklara uğramalarına rağmen, kamu oyunda önemli bir tepki doğmamasının nedeni biraz da burada yatmıyor mu?