19 Aralık 2015, Milliyet, 24. sayfa…
Gazeteyi spor sayfasından başlayarak -sondan başa doğru- okuma alışkanlığını sürdüren biri olarak o Cumartesi günü futbol dışında bir branştan “başarı” haberinin, hem de yaklaşık yarım sayfa verildiğini görünce çok mutlu oldum ve hemen antenleri açtım.
İmzasız (bu nedenle, sayfa editörü Erkan Ayraç’tan çok Spor Müdürü sevgili Tayfun Bayındır’ı sorumlu tutmamız gereken) haberin ana başlığı şuydu:
“SAKÇI’DAN TARİHİ BAŞARI”
Üst başlıkta büyük harflerle şunlar yazıyordu:
“EMRE SAKÇI, TURKCELL AÇIK YAŞ KISA KULVAR YÜZME ŞAMPİYONASI’NDA KIRDIĞI GENÇLER DÜNYA REKORUYLA BİR İLKE İMZA ATTI”
Alt başlık ise şöyleydi:
“Turkcell’in düzenlediği Açık Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası’nda erkekler 50 metre kurbağalama elemelerine Emre Sakçı damga vurdu. Başarılı sporcu 26.67’lik derecesiyle gençler dünya rekoru kıran ilk Türk sporcu olmayı başardı.”
Kıvanç vericiydi.
Üst başlıktaki “açık yaş kısa kulvar”, alt başlıkta “açık kısa kulvar”a dönmüştü ama, her zamanki hatalardan biriydi, takılmaya gerek yoktu.
***
Haberi okumaya koyuldum:
“Yüzme branşında bir rekor da Emre Sakçı’dan geldi. Turkcell Açık Yaş Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası’nda erkekler 50 metre kurbağalamada yüzen Fenerbahçeli sporcu gençler (birden fazla yani!) dünya rekorunun yeni sahibi olarak bir ilke imza attı.”
(Başlıkta sadece Emre Sakçı vardı ama, bu bölümden birden fazla Fenerbahçeli “genc”in dünya rekorunun yeni sahibi olduğu ve bir “ilk”e imza attıkları söyleniyordu. İlk tümcedeki “da” takısı “önceden de” bir rekorun kırıldığı anlamına geliyordu ama ona dair açıklama yoktu: “Ya ben dün bir haberi atladım ya da muhabirin ‘vurgulama’ için yaptığı bir hata” deyip merakla okumaya devam ettim:)
“Türkiye Yüzme Federasyonu’ndan yapılan açıklamaya göre, İstanbul Tozkoparan’daki Yüzme Havuzu’nda gerçekleştirilen şampiyonanın 2. gün sabah seansında, erkekler 50 metre kurbağalama seçmelerinde yarışan Fenerbahçeli yüzücü, 26.67’lik zamanıyla gençler dünya rekorunu kırdı.
Uluslararası Yüzme Federasyonu (FINA) tarafından bu kategoride yılın en iyi zamanı olarak belirtilen 27.05’i geçen Emre Sakçı, gençler dünya rekoru kıran ilk Türk sporcu oldu.”
(Birden çok “haber” vardı. Birincisi Emre Sakçı dünya rekoru kırmıştı. İkincisi Emre Sakçı, gençler dünya rekoru kıran “ilk Türk sporcu”ydu.
“Yok canım!” dedim. Viktorya Zeynep Güneş ne oluyordu? Üstelik o da kurbağalamacıydı. O da “genç”ti. 2015’te hem kurbağalamada, hem bireysel karışıkta gençler dünya rekoru kırmıştı; hem de uzun kulvarda… “Onun dünya gençler rekorlarını, ‘ithal’ olduğu için ‘Türk’ saymıyor, herhalde” diye muhabire kızdım, okumaya devam ettim. Çünkü Emre Sakçı’nın bir başarısı daha vardı, başka bir dünya gençler rekorunun kıyısından dönmüştü:)
“Başarılı yüzücü 47.27’lik derecesiyle erkekler 100 metre serbestte zirveye çıkmış ve rekorun 0.07 saniye gerisinde kalmıştı.”
Hemen Yüzme Federasyonu resmi sitesine girdim. TYF, FINA resmi sayfasından yaptığı alıntı ile Emre Sakçı’nın başarısını böyle aktarıyordu:
(Meraklı okur için bir ayrıntı: FINA, “uzun kulvar”, yani normal 50 m’lik havuzda yapılan yarışmalarda kırılan -büyükler ya da gençler- dünya rekorları ile “kısa kulvar” yani 25 m’lik havuzda yapılan büyükler yarışmalarının dünya rekorlarını düzenli olarak günceller. “Kısa kulvar gençler dünya rekorları”nı ise, yılın başında 1 Ocak’ta açıklar ve güncellemez. O yüzden 1 Ocak 2015 tarihi var…
Aynı nedenle 1 Ocak 2015’ten, 19 Aralık 2015’e kadar 27.05’lik 50 m kurbağalama rekorunu dünyada kaç “genc”in kırdığını, başka bir “genc”in kırıp kırmadığını “resmen” bilemiyoruz. Zaten bunun resmi adı da “dünya rekoru” değil, “dünyanın en iyi derecesi”…
Hangisi olursa olsun, “gençler” kategorisinde yeterince “büyük” bir başarıdır. Ayrıca “abartma”ya, işin içine “kulüp” katmaya falan gerek yoktur!)
***
Haber, “Finalde Atasoy” alt başlığı ile bitiyordu:
“Emre Sakçı, final etabında da 26.91’lik derecesiyle 2. sırayı aldı. Bu etabın en başarılı ismi yine Fenerbahçe’den geldi. (Şimdi anlamıştım “gençler”i…) Demir Atasoy 26.48 ile ilk sırayı aldı.”
Atasoy’un 26.48’i, Sakçı’nın 26.67’sinden de iyiydi, “O da dünya rekoru kırmış”, muhabir bunu mu söyleme çalışıyordu, ‘Fenerbahçeli gençler’den kastettiği buydu da, yazmayı mı becerememişti? “Bu ne biçim haber yazmak”tı?
TYF’den, FINA’dan, Fenerbahçe resmi sitesinden, diğer kaynaklardan “Fenerbahçeli gençlerin dünya rekorlarını” araştırmaya başladım…
***
Sakçı manşeti taşıyan ve gerçekten “dünya rekoru” olan haberi “Fenerbahçeli gençlere” çevirmek ve işi yine “üç büyükler”e bağlamak “üçbüyükçü basınımız” için “sıradan” bir faaliyetti… (Hele FB-GS rekabetinin en yoğun yaşandığı branşlardan birinin yüzme olduğunu biliyorsak!)
İşin aslı ise, şuydu:
Yarışma, “açık yaş şampiyonası” olduğu için, 18’indeki Sakçı da katılabiliyordu, 28’ndeki Atasoy da… Sakçı “elemeler”de dünya gençler rekorunu kırmıştı ve normalde haberin burada bitmesi gerekiyordu.
Ama “haberde takipçilik” ilkesine sığınarak işi ille “Fenerbahçeli gençler”e bağlamak, yani ille de bir “FB haberi” yapmak asıl amaç olduğu için (oysa, Dünya rekoru kıran zaten “FB’li bir sporcu”) işin içine 28 yaşındaki Atasoy da “Fenerbahçeli genç” olarak eklenmiş ve finalde Emre Sakçı’yı geçtiği için Sakçı’nın büyük başarısı güme gitmişti. Elemelerde “Dünya Gençler Rekoru kıran” Sakçı, “açık yaş şampiyonası”nın ne demek olduğunu, haberi yazan arkadaşımız açıklamadığı için finalde “bir genc”e geçilmiş gibi görünüyordu. Oysa o “FB’li genc”in yaşı 28’di ve “genç olmadığı” için Sakçı ile aynı kategoride değildi. Haberin son bölümünün “haber”le, “başlık”la, “alt başlıklar”la ilgisi yoktu.
(Sakçı’nın finaldeki 26.91’i de, o branşta dünya rekoru sayılan 27.05’ten daha iyiydi. Yani, iki kere dünya rekorunun altında yüzmüş oluyordu. Bu başka bir “büyük” başarıydı, ama haberi yazan farkında değildi…)
***
Fenerbahçe resmi sitesi ise, Atasoy’un adını bile anmıyor, “haber”i doğru veriyordu: “Yüzmede Sporcumuz Emre Sakçı’dan Gençler Dünya Rekoru” (http://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=48172)
***
“Haber”in unsurlarının ne olduğunu, yani 5N 1K’yı burada açıklamaya gerek yok. İletişim fakültelerinin 1. sınıfında öğretiliyor… Koca Milliyet’in koca Spor Müdürünün, koca sayfa editörlerinin bunu bilmemesine olanak yok. Bilmiyorlarsa, orada durmalarına hiç olanak yok…
5N 1K’nın “kim”ini, “sporcu” yerine itina ile “üçbüyüklü sporcu”ya çevirmeye devam eden “üçbüyükçü basın”, üç büyüklerin mezarını kazmaya devam ediyor.
(Bu arada üç büyüklerin amatör spor branşlarında her faaliyetini yürekten destekliyor, bir “sporsever” olarak kendilerine şükranlarımı sunuyorum)
“Spor”u “futbol”a, onu da “üç büyükler”e indiren “üçbüyükçü spor basını”, sporun diğer branşlarını ancak bir Avrupa ya da dünya derecesi olduğunda haber yapıyor (Onu da ancak böyle “skandal” şekilde haber yapıyor.) “Spor sayfaları”nda eşitliği “üçbüyük futbolu”na, birer sayfa ayırarak sağlamaya çalışıyor. O bir sayfayı her gün, “dandik haberler”i uzata uzata, döndüre döndüre, bir iri puntolarla, bir küçük puntolarla yazıp şişire şişire, bir de koca resimlerle süsleyerek ancak doldurabiliyor. Ayaküstü sohbetleri “özel demeç” diye verip “spekülasyon” yaratıyor. Herhangi bir üçbüyüğün “antrenmanını izlemekten sorumlu muhabir”i, “anlı şanlı üçbüyük yorumcusu” haline getiriyor. Bu mesleğin başındaki muhabirler, o takımın basına açık antrenmanlarını izlemek ve haber merkezlerine altı üstü bir “muhtemel 11” bildirmekle görevliyken, kendilerini dev aynasında görmeye başlayıp o 11 sahaya çıkmayınca, hadlerini aşarak teknik direktörlerden “yanlış 11” hesabını sorma cüretine ulaşıyorlar. Bilgisayar başında ya da ekran karşısında, jöleli “ekran erkek”leri (ya da “ekran kızları” da) “spekülasyon” ve “reyting” uğruna, bu ekmeğe yağ sürüyor.
(Laf aramızda, bu “muhtemel 11”in hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.
Haber, “olmuş” bir olayın bildirilmesidir. Olmayan bir şeyi bildiremezsiniz. Olmayan bir şeyi bilseniz ne olur, bilmeseniz ne olur? O habercilik değil, kâhinliktir. Hiçbiriniz de “kâhin” değilsiniz. İşinizi yapın, “11”ler açıklandığında bildirin yeter.
O “muhtemel 11” hikâyesi sizin daha doğmadığınız dönemlerden kalma bir şey. Daha televizyonun bile olmadığı, maçların telefonla anlatıldığı, maç sonuçlarının telgrafla çekildiği günlerden kalma… O zaman önemliydi, artık değil. Yazılı ve görsel basının spor müdürleri, muhabirlerden artık “muhtemel 11” istemeyin. İlle de istiyorsanız muhabiriniz “son antrenmandaki 11”i yazabiliyorsa yazsın, yeter.)
***
“Haber ve kader” demiştik değil mi?
Haber açısından “üçbüyükçü basın”a küçük bir tavsiye: “Spor”u “futbol”a, onu da “üçbüyük”e indirmekten vazgeçin.
Bugün Avrupa’nın “büyük” futbol liglerinin hepsi TV’lerden izlenebiliyor.
(Avrupa’nın önemli basketbol ya da voleybol liglerini veren kanallar ayrı.)
Bugün üçbüyükleri tutan her genç, bir de Avrupa takımı (Barca, Real, MU, Bayern, Dortmund vs) tutuyor. On yıl sonra, herhangi bir “büyük” Avrupa futbol takımını tutan gençlerin sayısı, “üçbüyükler”in toplam taraftar sayısını geçecek…
Bu, o dandik, o taraflı, o şişirme, o art niyetli, o yanlış ama ille de “üçbüyükçü” “haberler”ini yapan anlı şanlı spor müdürü, editörü, vs’lerin sayesinde olacak…
Kadere bakın…
“Üçbüyükçüler”, üçbüyükleri yok ediyorlar…
***
O zaman geldiğinde söylenecek şarkıyı ise, yine onlardan biri yazdı:
“Hasta” FB’li, bir dönem kendi gibi FB’li olan kayınpederinin genel yayın yönetmeni olduğu gazetede önce “FB yazarı”, sonra spor yöneticisi (yazılarını hep FB üstüne yazan ve “maçın en iyi üçü” diye hep FB’lileri gösteren vs vs vs diye uzatabilirsiniz), ama bunun dışında çok iyi bir müzisyen -kendine ya da başka sanatçılara yönetmenlik yaptığı kliplerde bir dönemin Yeşilçam sanatçılarını kullanması ayrıca takdire şayan- Ercan Saatçi: “Sayenizde”…
Buyurun, keyfini çıkarın…
https://www.youtube.com/watch?v=KZDoc0Wc2GU