Kamu hizmetleri alanında uzunca bir süredir yurttaşlıktan müşteriye doğru ilerleyen dönüşüm süreci, zaman içinde “iş güvencesi” açısından özel istihdama göre daha “avantajlı” durumda olan kamu emekçilerini ve onların göreceli olarak daha “güvenceli” olan çalışma statülerini bir süredir temel hedef haline getirmiş durumda.
Tüm toplumu yakından ilgilendiren parasız eğitim ve sağlık hakkı, sosyal güvenlik vb gibi kamu hizmetleri alanlarında yaşanan yoğun ticarileştirme uygulamalarına paralel olarak, bu hizmetleri sunan kamu emekçilerinin iş güvencesinin kaldırılması gerektiğine ilişkin tartışmalar, 1 Kasım seçimlerinin ardından yeniden gündeme geldi.
AKP’nin 2002’den bu yana 4. kez, her iki seçmenden birisinin oyunu alarak tek başına iktidar olması, kuşkusuz geçtiğimiz yıllarda yapamadıklarını yapması açısından daha cesaretli davranmalarını beraberinde getirecek. Özellikle “paralel yapı ile mücadele” adı altında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda (DMK) yapılması planlanan değişikliklerin tozlu raflardan indirilmesi önümüzdeki dönemde kuvvetle muhtemel.
Geçtiğimiz 13 yıl içinde günlük hayatın her alanında olduğu gibi, çalışma yaşamına yönelik olarak da çok sayıda yasal düzenleme yapıldı. Kamu ve özel sektör çalışma ilişkilerinde güvencesizleştirme, kuralsızlaştırma ve emeğin aşırı sömürülmesini öngören düzenlemeler “iki adım ileri, bir adım geri” taktiği uygulanarak birer birer hayata geçirildi.
AKP’nin “2023 vizyonu” ve hazırladığı bütün hükümet programlarında yer verilen kamu personel sisteminin yeniden yapılandırılması ile asıl hedefinin “iş güvencesi” olduğu biliniyor. AKP’nin kafasındaki “memur” tipi, iş güvencesi çalışırken göstereceği bireysel performansa bağlı olan, angarya çalışmaya yatkın, çok yönlü olarak çalıştırılabilecek, kendisine verilen görevleri itiraz etmeden yerine getirecek, iktidar partisinin “emir eri” gibi görev yapan bir yönetim yapısı oluşturmak.
Temel hedef güvencesiz istihdam
Kamu personel rejiminde yapılmak istenen değişiklikler, ana hedefinde güvencesiz çalışma olan ve işgücünü koruyucu herhangi bir düzenlemenin olmadığı, sermayenin ve onun çıkarlarının savunucusu olan siyasi iktidarın dönemsel ihtiyaçlarına uygun, esnek ve güvencesizlik temelinde bir istihdam rejimi oluşturmak için yeniden harekete geçeceklerini gösteriyor. Kamu istihdamının günümüz piyasacı yönetim anlayışına uygun bir şekilde “yeniden yapılandırılması” ve kamu emekçilerinin büyük bölümünün herhangi bir yasal ya da anayasal güvence olmadan çalıştırılması için gerekli yasal değişikliklerin önümüzdeki dönemde karşımıza çıkması sürpriz olmayacak.
Bugüne kadar yaşanan uygulamalara ve yapılan hazırlıklara bakıldığında kamu personel sisteminin iki temel mantık üzerine kurulacağını öngörmek mümkün. Birincisi; kamu emekçileri açısından işin, işyerinin, mesai saatinin, ücretin, yapılan işin ve çalışma süresinin belirsiz hale gelmesi. Başka bir ifade ile kamu istihdamında kuralsızlığın kural haline geldiği bir çalışma düzenine geçilmesi. İkincisi ise, başta iş güvencesi olmak üzere, çalışma düzeni ve koşullarının büyük ölçüde yönetimin ve her birisi yandaş siyasi kadro haline gelmiş olan amirlerin insafına bırakılacak olması.
Kamu emekçilerinin büyük bölümünün iş güvencesinden yoksun olarak istihdam edilmek istenmesi ile amaçlanan iktidarın dünya görüşü doğrultusunda hareket eden, onun verdiği yüzdelik zamlara “şükreden”, yandaş sendikaya üye olmaya zorlanan, kendisini tamamen iktidarın kararlarına teslim etmiş bir “itaatkar memur” tipi yaratmayı hedefliyor.
Yaratılmak istenen yeni personel rejiminde kamu personelin iş yaşamındaki konumunun ve geleceğinin, siyasi iktidarın atayacağı “parti memurlarının” iki dudağı arasında olması kaçınılmaz. Bu konuda kamuda tamamen siyasi referanslarla belirlenen yönetici ve amirlerin nasıl bir pratik ortaya koyacağını tahmin etmek hiç zor değil. Kamuda angarya çalışma uygulamalarının ve güvencesiz istihdam adımlarının özellikle hastaneler, okullar ve diğer pek çok kamu kurumunda bir süredir fiilen uygulanmaya başlaması, AKP’nin “önce uygulama, sonra yasa” pratiğini hayata geçirmek için fırsat kolladığını gösteriyor.
Ne yapılmalı?
1965 yılında çıkarılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda (DMK) bugüne kadar 700’ün üzerinde maddede değişiklik yapıldı. Torba yasalarla ve çoğunlukla başka yasal düzenlemeler ile birlikte her dönemin ihtiyacına göre yapılan değişikliklerle kamu istihdamında esnekleşme, kuralsızlaştırma ve güvencesiz çalışma uygulamalarını hayata geçirmenin yasal zemini büyük ölçüde oluşturulmuş durumda.
Sermaye artık yasal güvenceye sahip, hakları olan bir işgücü istemediği için kamu personel rejiminde değişiklik yapılarak, kamu istihdamının özel sektöre yaklaştırılmasını talep ediyor. Sendikalar, özellikle kamuda örgütlü olanlar, standart çalışmanın yaygın olduğu eski yapı üzerinden örgütlenme modelleri benimsediklerinden yeni duruma, yani esnek, kuralsız ve güvencesiz istihdam biçimleri karşısında özellikle örgütlenme çalışmalarında ciddi bocalamalar yaşıyorlar.
Genel olarak bakıldığında 657 Sayılı DMK’nın baskıcı ve yasakçı maddelerinin savunulacak bir yanı yok. Bu nedenle kamu emekçilerinin iş güvencesini savunurken, 657 sayılı DMK’yı savunmak durumuna düşmek, ilgili yasa içindeki baskıcı, yasakçı ve cezalandırmaya dayalı bütün hükümleri savunmak anlamına geleceği için büyük bir hata olur. Bu aşamada yapılması gereken, geçmiş yıllarda olduğu gibi sadece mevcut “memur statüsünün” savunulması değil, her türden kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerine karşı işçi, memur, sözleşmeli, taşeron, 4-c’li ayrımı yapmadan birleşik bir mücadelenin örgütlenmesi hedeflenmelidir.
Önümüzdeki dönemde yürütülecek mücadelede kamu-özel ayrımı yapmaksızın herkese güvenceli istihdam ve taşeron çalışmanın/çalıştırmanın yasaklanması talebi, kamu emekçilerinin iş güvencesi mücadelesi ile taşeron işçilerin kadro mücadelesini birleştiren bir mücadele hattı etrafında birleşmek, iktidarın planlarını geriletmek açısından önemlidir.
Kamuya yönelik kapsamlı saldırıların son halkası olan kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırma girişimlerinin yeniden gündeme gelmesi, sadece kamu emekçilerini değil, kamu hizmetinden yararlanan geniş halk kesimlerini de yakından ilgilendiriyor. Kamu hizmetlerinin paralı hale geldiği ve herkesin bu hizmetlerden eşit koşullarda yararlanamadığı bir ortamda, herkese eşit, nitelikli ve ulaşılabilir kamu hizmetini ısrarla savunmak, ülkenin dört bir yanında bu hizmetleri yürütenlerin ve kamu hizmetlerinden yararlananların ortak tepkisini örgütlemek bugün her zamankinden daha önemli hale gelmiş durumda.
Kamu hizmetlerinin ticarileştirilip tamamen tasfiye edilmesine karşı verilen mücadeleyi etkisiz hale getirmeyi hedefleyen böylesine önemli bir saldırı karşısında sendikaların, emek örgütlerinin birbirinden ayrı tutum alması iktidarı hedefine bir adım daha yaklaştıracaktır. Kamu emekçilerinin sınırlı iş güvencesini bile ortadan kaldırmayı hedefleyen bu tür girimler karşısında sendika ayrımı yapmaksızın işyerlerinde ve yerellerde mücadeleyi ortaklaştıracak çalışmalar yapılmalı, tek tek işyerlerindeki bütün kamu emekçileri ortak talepler etrafında birleşmeli ve yeni saldırılara karşı birlikte hareket etmeleri sağlanmalıdır.