IŞİD’in Batılı gazetecileri kameralar karşısında boğazladığı günlerde, Amerika’da gözler Beyaz Saray’a çevrilmişti. Herkes bu vahşet sahneleri karşısında Başkan’ın ne söyleyeceğini merak ediyordu. Ve yanıt da çok geçmeden geldi. Obama, IŞİD’e karşı uygulanacak politikayı “İtibarsızlaştırmak ve sonunda yok etmek” (“degrade and ultimately destroy”) olarak özetlemişti.
Formül güzeldi; beğenildi ve bunun nasıl, hangi metotlarla yapılacağı tartışılmaya başladı.
Aslında konuya nispeten geniş perspektifte bakan gözlemciler zaten IŞİD’in bir geleceği olmadığı kanısındaydılar. Bunlardan bir Fransız tarihçi, “Kanlı Hilafet” adını verdiği kitabında bu konuda dört tane de neden saymıştı: 1) IŞİD, Musul dışında, Irak ve Suriye’nin nüfus yoğunluğu az, verimsiz, yarı çöl topraklarını bir araya getirmişti. Bu topraklar bağımsız bir devlet yaşamı için yeterli değildi; 2) IŞİD’in ilk aşamada Katar, Suudi Arabistan, bazı Körfez emirlikleri ve zengin Sünni Mısırlı yatırımcılardan sağladığı mali kaynaklar tükeniyordu ve örgüt yenilerini bulacak konumda da değildi; 3) IŞİD bölgede her devleti karşısına almıştı; kendisini destekleyen tek devlet olarak kalan Türkiye de, giderek artan ABD ve Suudi baskılarına dayanamayacak ve IŞİD tamamen yalnız kalacaktı. Bu konuda A. Adler, 2014 Kasım’ında yayınlanan eserinde aynen şunları yazmış: “Suudilerin, bugünkü Ankara rejimi üzerine baskıları ve laikler, muhafazakâr Müslümanlar ve Kürtler arasında giderek daha kararlı hale gelen ve kuşkusuz ABD ve Avrupalılar tarafından da ihtiyatlı bir şekilde desteklenen muhalefet gruplaşması karşısında, Türk istisnası uzun süre dayanamayacağa benziyor”; 4) Nihayet IŞİD’in Hilafet savaşı bölgeyle ilgili ciddi bir stratejiye dayanmıyordu; zaten bütün girişimleri de fanatizmden başka bir dayanağı olmayan bir siyasetin işaretleriydi.
Musul’un da kurtarılma planlarının yapıldığı şu günlerde Fransız tarihçinin analizinin büyük bir gerçeklik payı taşıdığını yadsıyamayız. Yine de durum vahimdi; ne Beyaz Saray ne de Pentagon “wait and see” politikasının rehavetine kapılamazlardı. Kaldı ki -iki Amerikalı araştırıcının bulgularına göre- her biri ortalama bin takipçisi olan 46 bin kadar yandaş Twit hesabıyla, IŞİD, sosyal medyada da etkili bir propaganda ağı kurmuştu. Genel Twit ağı (288 milyon hesap) içinde bu bir damla gibi görünse de, Batı’dan devşirilen Cihadistlerin de gösterdiği gibi, ortada hiç de küçümsenecek bir rakam vardı.
***
ABD, Ortadoğu’da yıllardır kendi yarattığı büyücü çırakları ile savaşıyor ve bu yüzden de çok eleştiriliyor. Ne var ki bu arada petrol şirketleri kârlarına kâr katıyorlar ve ölenler de daha çok bölgedeki bahtsız halk çocukları oluyor. Cihadistler her öldürdükleri Batılı için yüzlerce, binlerce masum Müslüman’ın öldürüldüğünü ve bu katliam görevinin de genellikle din kardeşlerine verildiğini hala anlamamış görünüyorlar. Aksine, kullandıkları vahşet yöntemleri ile kırılanların daha da artmasına hizmet ediyorlar.
Nasıl mı?
Amerikalıların bu konuda izledikleri çeşitli yöntemleri de yine Amerikalı gazeteci ve toplum bilimcilerden dinleyelim.
***
Öteden beri ABD’nin, kutsal liberal düzenlerine düşman her türlü örgüte karşı kullandığı en geleneksel silah, bunların liderlerini öldürmek olmuştur. Kestirme, radikal bir çözüm! Pusudaki keskin nişancı vuruyor; düşman yıkılıyor ve böylece “zararsız hale” getirilmiş oluyor. Söz konusu “örgüt” üç beş kişilik bir terör grubu olabileceği gibi, BM üyesi, saygın bir devlet de olabiliyor. Bu konuda uzun bir listenin bulunduğunu ve listede her türlü “düşman”ın yer aldığını biliyoruz. Musaddık’lar, Lumumba’lar, Allende’ler, Saddam’lar, Kaddafi’ler.. Amerikan demokrasisi, kamuoyunda, CİA’nin başka ülkelerin devlet adamlarını öldürmeye hakkı olup olmadığının özgürce tartışıldığı bir demokrasidir. Bu arada El Kaide başkanı Usame bin Ladin tartışılmaya bile gerek görülmeyen bir “vak’a” teşkil etmiş ve infazı, Obama, Hilary ve takım arkadaşları tarafından Beyaz Saray’da “canlı yayın” olarak, bir “thriller” gibi seyredilmiştir.
***
Musa’nın kanununun aksine “öldüreceksin!” diyor Amerikan kanunu. Ne var ki zamanla bu yöntemin pek de iş bitirici bir yöntem olmadığı anlaşılıyor. Öyle ya Bin Ladin’i öldürüyorsunuz; bir El Zarkavi çıkıyor; onu da öldürüyorsunuz bu kez de bir El Bagdadi çıkıyor ve liste uzayıp gidiyor; şiddet daha da artıyor. IŞİD’e karşı savaşı koordine eden Amerikalı General John Allen, yakınlarda Kongre’ye brifinginde tam da bunu anlatmıştı: “(Amerikan hava bomdardımanı ile) Irak’ta mevzilenmiş liderlik kadrosunun yarısının öldürülmesi, binlerce daha katılaşmış savaşçı ortaya çıkardı”.
Bu sonucu bir toplum bilimcinin araştırması da doğruluyordu. 1945 ile 2004 yılları arasında 298 liderin yargısız infazını inceleyen Jenna Jordan, bunun dinci örgütlerde ancak % 5 oranında çözülme yarattığını söylüyordu. İsrail’in yirmi yıl kadar önce hemen tüm Hamas liderlerini öldürmesi, Hamas’ı bitirmemiş, üstelik İntifada ile daha da güçlenmesine yol açmıştı. Kısaca Washington Post’taki yazının (5 Mart 2015) başlığında denildiği gibi, “terörist liderleri öldürmek yeterli olmuyor(du)”.
***
Cihadist teröre karşı bir diğer yöntem de düşmanın arasına ajanlar sokmak, bunlar arasında nifak çıkarmak ve bunları bölerek birbirine düşürmekti. Sosyal medyayı da etkili bir araç halinde kullanan bu yöntemi anlatan Amerikalı yazar D. Ignatius, geçenlerde IŞİD adına yayılan bir Twit örneğini veriyor ve IŞİD içine sızmış “Haçlıları” ihbar edeceklere 5000 dolar vadeden bu ilanın, Batılı ajanların eseri de olabileceğini söylüyor (WPost, 3 Aralık 2014). Dışardan ya da içerden, “ajan” söylentileri militanlar arasında paranoya yaratıyor ve grubun moralini çökertiyor. Aynı şekilde liderler ve yakınları hakkında aşağılayıcı iftiralar üretmek de “gayri nizami savaş”ın etkili araçları arasında yer alıyor. Yazar bu konuda da eski ve başarılı bir “operasyon” örneği olarak, 1980’lerde Filistin Kurtuluş Savaşı’nda Ebu Nidal ve arkadaşları arasına nasıl fitne sokulduğunu ve örgütün nasıl bölündüğünü anlatıyor. Ve biz de bunları okurken, elimizde olmadan, Türkiye’de 1970’leri, herkesin herkesten “acaba ajan mı?” diye kuşkulandığı paranoyak ortamı hatırlıyoruz. Ve bu arada günümüzdeki “Paralel yapı” paranoyalarını kimlerin, neden ve nasıl yarattığının analizini de bu konudaki uzmanlara bırakıyoruz..
***
Bombalama, adam öldürme, paranoya yaratma vb.. Amerikalı gazeteci ve toplum bilimciler bütün bu “nizami” ve “gayri nizami” savaş araçlarının Ortadoğu’da nasıl bir arada kullanıldıklarını överek anlatıyorlar. Anlaşılan bütün bunlar etkili oluyor ve son zamanlarda IŞİD’de içerden çözülme işaretleri geliyor. On beş yıldır bölgede çalışan Liz Sly’ın topladığı bilgilere göre (WPost, 8 Mart 2015), çözülme, bölgeye büyük hayallerle gelen Avrupa kökenliler arasında daha da hızlı oluyor. Geçen ay, muhtemelen Türkiye’ye kaçmak isterken infaz edilen 30-40 erkek cesedinin Rakka’da bulunduğu da verilen bilgiler arasında.
Yine de bunlar yetmiyor. Kara ordusu, kara savaşı olmadan IŞİD’in sonunun gelmeyeceği anlaşılıyor. Oysa Obama “bizden bu kadar”, diyor; “karaya asker çıkarmayız; bölgede zaten bir ‘koalisyon’ oluşturduk; bunu güçlendirir ve IŞİD’in işini bitiririz”.
Koalisyon mu dediniz?
Oysa ortada “koalisyon” diye bir şey de pek görünmüyor. Mesut Barzani’nin Kurmay Başkanı Fuat Hüseyin “evet bir koalisyon var; diyor; fakat havada; biz yerde bir koalisyon istiyoruz; yerde ise sadece Kürtler var”. Aslında tam da böyle değil; havada Amerikalılar; yerde ise Kürtler ve biraz da Tahran güdümlü Şii milisler var. Amerikalılar bombalıyor, Kürtler vuruyor. Kobani böyle kurtarıldı.
Peki Türkiye nerede?
Kobani kırım tehlikesi içindeyken IŞİD’cilerin yanındaydı. Kürt savaşçılara yardım etmek şöyle dursun, ABD’nin silah yardımına bile karşı çıktı. Amerika’nın yukarıda anlattığımız kirli oyunları yüzünden değil, Sünni kardeşleri ile savaşamayacağı için.. Ve içerde de “ileri demokrasi” için Kürtlerle görüşmeler yürüttüğü bir sırada..
İşte 2000’lerin başında George Bush’un Ortadoğu’da başlattığı kirli savaşın yol açtığı kirli oyunların, kirli anlaşmaların ve İslamcı vahşetin son sahnesi böyle görünüyor. Türkiye’deki 7 Haziran seçimleri bu tabloya – temelli değişikler değilse de- bazı rötuşlar getirebilir mi? Önümüzdeki iki üç ay da bunları tartışacağız.. Fazla iyimser olamadan..