Son genel seçim günlerinde (2011) ‘küçük esnaf’ komşum, ayaküstü neredeyse yarım saat borçluluğu ve yoksulluğu anlatıp AKP’yi eleştirince ‘kime oy vereceğini’ sordum. Yanıtı ‘AKP’ oldu! Gülümsediğimi fark edince, devam etti: ‘Abi, istikrar önemli.’
AKP’nin büyük başarılarından biri, ‘tek parti hükümeti’ ile ‘istikrar’ı neredeyse eş anlamlı ifadelermiş gibi algılanmasını sağlamak oldu. Oysa bu, gayrı bilimsel bir tespit ve memleketin farklı tarihsel koşullarda yaşadığı koalisyon deneyimlerinden türetilen, çarpık bir propagandanın sonucu.
Bugün AB’nin en önemli iki ülkesi koalisyonla yönetiliyor. Ayrıca Türkiye’deki bazı koalisyon hükümetleri çok önemli işler başarmıştır.
Koalisyon her durumda istikrarsızlığa neden olmayacağı gibi, ülkeleri felakete götürmüş tek parti iktidarı, mebzul miktar. Tek parti hükümetiyle yönetimde istikrarı, demokratik yönetim ilkelerini ihmal ederek özdeşleştirenlere hatırlatmakta yarar var: Almanya 1933 ile 45 arasında son derece ‘istikrarlı’ bir yönetime sahipti! Örnek çok.
Yerli malı kapitalistler ve nizam bekçilerini aldı bir endişe
Yazının asıl konusu, komşudaki seçimin gerek dünya gerekse yerli malı kapitalistler ve nizam bekçilerinde yarattığı/yaratacağı endişe. Müesses nizam, bir gün gelip devranın dönmesi ‘ihtimalinden’ dahi ürküyor.
Haklılar tabii. İçinde var olmaya mahkûm bırakıldığımız, insanı insanlıktan çıkaran bu saçma yaşam ve yurttaşlık formunun, ilânihaye sürmeyeceğinin farkındalar.
Bundan sonrası varsayım
Yunanistan, cumhurbaşkanı seçemediği için Anayasası’nın 32’nci maddesi gereği erken seçime gitti ve sol ittifak SYRIZA, en yakın rakibine yaklaşık yüzde 8.5 fark atıp kazandı (bu tip seçim olasılığı 1982 Anayasası’nın 2007 değişikliğinden önceki halinde Türkiye’de de vardı ve 1980’deki skandal -Fahri Korutürk sonrası bir aday üzerine uzlaşılamaması ve yüzün üzerinde seçim turu yapılması- bir kez daha yaşanmasın diye hükme bağlanmıştı).
Sonuca bakılırsa SYRIZA, iki koltuk eksikle ‘tek başına’ hükümet kurma şansını kaybetmiş görünüyor. Bundan sonra ne olacağını, yalnızca ‘varsaymak’ mümkün.
Doğru düzgün bir ‘sol parti’
SYRIZA, solun renklerinden oluşan bir koalisyon. Son iki yılda partileşti ve Aleksis Çipras’ı genel başkan seçti. Adında ‘radikallik’ olmasına karşın, öyle çok ‘radikal/köktenci’ bir yanı yok SYRIZA’nın. Bir siyasi hareketin/partinin radikalliği, kurulu düzenin kurulmuş haline, o düzenin kuruluş yöntemine ve tüm kurma araçlarına yönelik ‘yeni’ söylemin/pratiğin ‘ölçüsüyle’ ilişkilidir.
Koşulları iyileştirme, yurttaşa muhtelif sosyal avantajlar sağlama, doğal kaynakları koruma, daha insanca bir yaşam ve bazı uluslararası kuruluşlarla ilişkileri ‘gözden geçirme’ (belki bir ikisiyle bağı koparma) gibi vaatler, ‘radikal’ değildir. Güçlü bir reform talebini anlatır.
Bu anlamda SYRIZA, yaklaşık son 40 yılın vahşi neo-liberalizminde unutulmaya yüz tutmuş değerleri, güçlü biçimde hatırlatan doğru düzgün bir ‘sol parti’ sayılabilir.
Anlayabildiğim kadarıyla ‘radikal’ sıfatı, adındaki radikallik bir yana, daha çok rahatsızlık duyanlarca layık görülüyor. Örneğin, kapitalizmin propagandistleri meşhur Amerikan/İngiliz gazetelerince vs. Son aylarda bu gazetelerde SYRIZA’ya dair çıkan yazılara hızlıca bir göz atma dahi, kapitalizmin cenderesindeki dünya ‘halklarının’ nasıl ‘uyarıldığını’ görmek için yeterli olur. Popülizm, ekonomik istikrar, gerçekçilik gibi kavramlarla… Nasıl, tanıdık geldi mi? Gelmez olur mu hiç, yıllardır bu uyarılarla terbiye ediliyoruz.
‘Solcuyuz ama büyük telaşa gerek yok’ der gibi
Oysa SYRIZA, son zamanlarda (herhalde oy oranlarının arttığını fark edince) küresel ağabeyleri fazlaca ürkütmemek için çaba harcamaya başlamıştı. ABD’yi, NATO’yu çok kızdırma niyetinde değil gibi. AB ve IMF karşıtlığına dair açıklamaları daha belirgin. Buna mukabil Euro’yu terk etmeyeceği de biliniyor.
Konunun uzmanı değil, SYRIZA’nın ‘amatör’ bir takipçisiyim. Bu nedenle yanılıyor olabilirim elbet, ancak izleyebildiğimce SYRIZA’nın uluslararası sisteme, ‘Solcuyuz ama büyük telaşa gerek yok, o kadar da değil’ der gibi bir hali var.
Her ne olursa olsun, SYRIZA’nın son yılların kriz koşullarında, hepimize çok tanıdık gelen ‘kemer sıkma’ siyasetinden sıdkı sıyrılmış halka, daha insanca bir yaşam ve ferahlama vaat ettiği gerçek. Bir sol parti olarak, başka bir yaşamın mümkün ve ileride ‘radikal’ nitelikleri daha belirgin siyasal hareketlere sağlam bir köprü olabileceğini müjdeliyor bizlere.
Ayrıca Türkiye muhalefetine de, ezilen insanlara nasıl hitap edilmesi gerektiğinin, ‘gerçek’ sorunun ne olduğunun ve tabii benzer siyasal eğilimler arasındaki ittifaklarının can alıcılığının ipuçlarını veriyor SYRIZA.
İlk ‘istikrar ve itidal’ yazısı geldi bile
Şimdi kim bilir Türkiye’de ve dışımızda neler okuyacağız SYRIZA hakkında. Ne ‘macera’, ne ‘popülizm’, ne ‘gerçekçilik’ tespitleriyle karşılaşacağız. Seçim ertesinde, daha sonuçlar tam olarak açıklanmadan (26 Ocak sabahı) memleketimizin ilk ‘istikrar ve itidal’ yazısı Tarhan Erdem’den geldi bile.
Cumhurbaşkanı seçimlerindeki ‘performansı ve tavrı’ nedeniyle (bu konuda Diken’de iki yazı kaleme almıştım) kendisine dair bir yorum yapma gereği duymuyorum. Ancak yazısının son cümlesi, Türkiye müesses nizamının en sevdiği ifadelerle bezenmiş olduğu için örnek/ibret olsun diye alıntılıyorum: “Tıkanan siyaset istikrarsız siyaseti getirir… çözüm, hayalle değil başınızı iki elinizin arasına alıp ekonominin ve evrensel hukukun soğuk kurallarıyla düşünerek bulunur.”
Hukuku bir ölçüde anladık. Ama bir de ekonominin evrensel kuralları var! Bu kuralların kimlerce konulduğunu bilmeyen yok. Dünya zenginliğinin çok büyük miktarını, nüfusun yüzde 1’ine armağan eden kurallar. Yüz milyonlarca insanı günde bir dolardan daha düşük gelirle yaşamaya hapseden kurallar. Dünyanın en yoksul coğrafyalarında köle düzeninde çalıştırılanların alın terinin, kanının, gözyaşının, mutsuzluğunun, büyük sermayedara aktarılmasını sağlayan kurallar.
Alternatifsizlik yalanı
Nizam, her zaman ‘soğukkanlılık’ talep eder. Sağduyu, önerir. ‘Kamu düzeni’ ve ‘güvenliği’ sağlamaya çalışır. ‘Alternatif olmadığı’ yalanını, belletir. Çünkü başka türlü dönmeyecektir, parçası olduğumuz rezil çark.
Hani şu, kredisini çok uzun yıllar ödeyeceğimiz nohut kadar apartman dairelerinden çıkarak balık istifi otobüs ya da sigortasını ihmal ettiğimiz araçlarımızla o berbat trafik içinden, üç beş metrekare büyüklüğündeki çalışma odalarımıza gelip akşam olduğunda hormonlu gıdalarımızdan atıştırarak TV seyretmek için evimize koşturuyor ve bunun adına, ‘yaşamak’ diyoruz ya… İşte SYRIZA gibi partiler, siyasal hareketler, tercihler; her şey bir yana, vahşi/dizginsiz kapitalizmin bu berbat kıskacından sıyrılıp insan gibi yaşayabilmemiz için, bir umut.
Umut varsa, düşmanları da vardır
Nizamın her düzeydeki bekçilerince, küçük görülecek bir umut, hiç kuşkusuz. Bir yerde umut varsa, düşmanları da vardır. Aldırış etmemek gerek.
Şimdi Yunanistan’da olmak vardı anasını satayım…
(diken.com.tr’den alınmıştır.)