Mülkiyeliler Birliği’nin geleneksel Çarşamba söyleşilerinin bu haftaki konuğu Mehmet Öngeoğlu oldu. Kapitalist Sistemin Geleceği başlıklı bir sunum yapan Gazeteci-Yazar Mehmet Öngeoğlu, kapitalist sistemin, 2008-2009 yılında yaşanan finansal krizin etkilerini hâlâ atlatamadığına dikkat çekti. “Hatta bazı ülkeler, başta Yunanistan olmak üzere, krizin tam da ortasında. Böylesi bir ortam sistemin geleceğine yönelik tartışmaları da beraberinde getiriyor” diyen Mehmet Öngeoğlu’nun toplantıda yaptığı konuşma şöyle oldu:
“Çok değil, 10-15 yıl sonra, günlük bültenlerde şöyle bir yazı okuyabiliriz: “Uluslararası Para Kurulu’nun ulusal paraların değeri ve faiz oranları konusunda aldığı son karar tartışılmaya devam ediyor. ABD ve onun en yakın destekçisi olan İngiltere, Para Kurulu’nun aldığı kararın Çin ve yandaşı ülkelerin çıkarlarını korumaya yönelik olduğu eleştirisini, bu kez en yetkili ağızdan, Başkan’ın ağzından bir kez daha dile getirdi. Başkan bununla da yetinmeyip, Çin’i, siyasi alanda her geçen gün artan bir yayılmacı politika izlemekle de suçladı.
Çin, bu eleştiri ve suçlamalar karşısında, genelde olduğu gibi yine sessiz kaldı ve deyim yerindeyse ‘umursamaz’ tavrını sürdürdü.
Aslında ABD ve yandaşı ülkelerin Çin’e yönelik eleştirileri bununla da kalmıyor. ABD’li yetkililer, her fırsatta, Çin’in hem Global Ticaret Örgütü hem de yeni yapılandırılan Dünya Devletleri Örgütü’nde ‘hâkimiyet’ peşinde olduğunu da öne sürüyor.
Bütün bu tartışmalar yaşanırken, ABD’nin eski müttefiki olan ve bir zamanlar ‘Avrupa Birliği’ adı altında örgütlenmiş bulunan ülkelerden pek ses çıkmıyor. Bu birliğin güçlü ülkelerinden İngiltere artık tamamen ABD’ye yakın dururken, kendi aralarında özel bir birlik oluşturan Almanya, Fransa ve İtalya ise, Fransa’nın bu yeni birliğin önderi olma çabaları ve bunun diğer üye ülkelerde yarattığı rahatsızlık yüzünden bir türlü uluslararası arenada güçlü bir varlık gösteremiyor…”
Güç dengesinin değişimi
Yukarıdaki basit hayali anlatım, aslında önümüzdeki 10-15 yıllık dönemde yaşanması olası bir senaryo üzerine kuruldu. Nedir bu senaryo?
Son birkaç on yıldır yüksek ekonomik büyüme performansıyla 2010 yılında dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelen Çin, benzer bir süreç devam ettiği takdirde, gelecek 10-15 yıllık dönem içerisinde, yarım yüzyılı aşkın süredir tartışmasız ve açık ara en büyük ekonomi olan ABD’ye yetişecek, hatta onu geçebilecektir. İçinde bulunduğumuz 2014 yılı itibariyle 10 trilyon dolarlık bir büyüklüğe ulaşan Çin millî geliri, anılan dönem içerisinde 20 trilyon dolara ulaşabilecek. Halen 17 trilyon dolar büyüklüğünde olan ABD ekonomisinin yükselebileceği düzey de ancak bu olacak. Çin, daha dinamik ve “yeni gelişen” olma avantajıyla, rakamların ortaya koyduğundan daha etkili bir konuma sahip olabilecek. Bu, büyük olasılıkla, yine uzun süredir yüksek ekonomik büyüme sağlayan Hindistan ve (her ne kadar son dönemlerde ciddi sıkıntılar yaşıyor olsa da) Rusya’nın desteğiyle daha da pekişecek. Çin’in özellikle Uzak Doğu’da etki alanının çok geniş olması, diğer yandan yakın işbirliği içinde oldukları Hindistan’la birlikte dünya nüfusunun üçte birini oluşturmaları gibi diğer bazı özellikler, bu ülkelere ek avantajlar kazandırabilecek.
Bütün bu gelişmelerin dünyadaki ekonomik güç dengelerine yansıması kaçınılmaz olacak. Bu yansıma, ekonomik büyüklüklerin rakamsal olarak birbirine yaklaşmasıyla aynı döneme denk düşmeyebilir elbette. Daha erken de olabilir. Ancak, güç dengesindeki değişim, geçen yüzyıldakilerden farklı olarak, yıllar süren “dünya savaşları”yla olmayabilir. (Zaten artık bir dünya savaşı, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların da devreye sokulmasıyla çok ciddi yıkımları beraberinde getirebilir!) Ekonomik ve ticari “savaşlar”, ve belki bölgesel askerî savaşlarla bu mümkün olabilir.
Peki ne yönde bir değişim?
Güç dengelerinde ağırlığın, Amerika ve Avrupa’dan Asya’ya kayacağını söylemek pek kehanet sayılmamalı. Merkezinde ABD’nin, hemen yanı başında da Batı Avrupa’nın yer aldığı eski sistemin yerini, merkezinde Çin’in yer aldığı yeni sisteme bırakması, “kaçınılmaz” demesek bile büyük olasılık gözüküyor. Bunun siyasi, ekonomik, ticari, finansal yansımalarını da görebileceğiz. Söz gelimi, bugünkü Birleşmiş Milletler örgütünün, aynı şekilde Dünya Ticaret Örgütü’nün yeniden yapılandırılması, belki adlarının değişmesi, IMF-Dünya Bankası gibi kuruluşların yerini yeni kurumlara bırakması vb.
Bu sürecin fizikî işleyişi ve düşünsel anlamda kabullenilmesi elbette kolay olmayacak. Ne var ki, daha bugünden süreç başlamış bulunuyor. ABD ve Batı Avrupa’da 2009 yılında yaşanan finans krizi, bu sürecin başlamasında önemli bir rol oynamış durumda. Daha şimdiden, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra altının yerine geçmiş olan ABD Doları’nın temel para birimi olma özelliği tartışılmaya başlandı. IMF-Dünya Bankası’nın varlığı ve işlevi zaten bir süredir sorgulanıyor. Öte yandan, Birleşmiş Milletler örgütünün dünyadaki güç dengelerini adil şekilde yansıtmadığı artık daha sık dile getiriliyor.
“Sınıf savaşı”
Dünyadaki ekonomik ve siyasi güç dengelerindeki değişimin, ABD ve Avrupa merkezli emperyalist sistemde meydana gelecek ciddi bir krizle paralellik taşıması büyük olasılıktır. Bu kriz, 2009’da olduğu gibi finans sektörü ağırlıklı ve bir ölçüde bölgesel olmaktan öte, daha geniş alana yayılan ve reel sektörü de kapsayan bir özellik taşıyabilecektir. İşte bu noktada ve bu ortamda, emek cephesinde de büyük bir hareketlenme ve kendisini ortaya koyma söz konusu olabilecektir. En azından bunun zemini doğacaktır.
Önümüzdeki dönem, yakın tarihte yaşadığımız, emek gelirlerinin düzeyinin dünya üzerindeki önemli farklılaşmalarının giderek azaldığına, hatta yer yer eşitlendiğine şahit olduğumuz bir süreç olacaktır. Dünyanın değişik bölge ve ülkelerindeki emekçilerin gelirlerinin, aşağı ya da olumsuz yönde birbirine yakınlaşması ve giderek artması muhtemel işsizlik, “sınıf savaşı”nın yeniden kızışmasını beraberinde getirecektir.”