Bugün bütün gözler Para Kurulu’nda.. Birkaç saat sonra önemli bir karar verilecek. “Nefesler kesilmiş!” deniliyor böyle durumlarda!
Aslında işaret verildi; faizlerin artacağı anlaşılıyor. Ama ne ölçüde? Derde deva olabilecek, doların ateşini söndürecek ölçüde mi? Günlerdir tartışılan konu da bu!
***
Oysa bu işte bir yanlışlık varmış gibi görünüyor! Gözlerin Para Kurulu’na değil de, Külliye’ye çevrilmesi daha doğru olmaz mıydı? Öyle ya, “Başkanlık Sistemi”ne neden geçildi? Koskoca Bakanlar Kurulu hangi amaçla Reis’in “danışma kurulu” haline getirildi? Hazine neden Damat’a emanet edildi? Babacan’lar, Şimşek’ler gibi birkaç haddini bilmez kalkıp da faizi artırsınlar diye mi? Biri çıkıp söylesin bakalım, bu “Para Kurulu” aslında kaç para eder? Reis, kendisinin de bir iktisatçı olduğunu söylemedi mi? Üstelik “kuramcı” değil, tüm güçleri elinde toplamış bir iktisatçı!
***
Bir Çin atasözü “parmak ayı gösterirken, budala parmağa bakar!” der. Bizde ise iş çevreleri Külliye’ye değil de adı sanı bilinmez atanmışlara bakıyor. Peki, bu iş çevreleri de budala mı? Aslında hiç de öyle görünmüyorlar; fakat bir “ay tutulması” zehabına kapılmış olabilirler. Külliye’den umudu kesmiş, Damat’tan medet umar hale gelmiş gibi bir halleri var. Güler Sabancı Hanım bu umudu gayet teatral jestlerle ortaya koymadı mı?
***
Ne var ki durum son derece açık görünüyor ve günü kurtarmaya çalışan palyatif önlemlerle hiçbir sorunun çözülemeyeceği de anlaşılıyor. Bir ülke yıllardır ürettiğinden fazlasını tüketirse bir balon oluşur ve bir noktaya gelince de balon patlar. Şimdi o noktaya çok yaklaşmış durumdayız. Söyledik, bizim burjuvazi vurguncu, ama budala değil; balonu şişiren uluslararası burjuvazi ise hiç değil!
***
Sanırım herkes anladı; balon patlamak üzere; üstelik bu durum yeni bir şey de değil; yakın tarihimiz böyle patlamalarla dolu. Ne var ki balon patlayınca yükü ve “kirli iş”i de birilerine yıkmak gerekiyor. Eskiden böyle durumlarda, alavere dalavere, askerler sahaya sürülürdü ve onlar da bir “balyoz hareketi” ile alanı temizler ve birkaç yıl sonra da iktidarı “asli sahipleri”ne iade ederlerdi. Tabii kabak da zavallı halkın ve aydınların başına patlardı. Yakın tarihimizin en karanlık günlerini aslında “ara rejim” denilen o dönemlerde yaşadık. Şimdi ise arada önemli bir fark var. Son kanlı darbe girişimi de bastırıldı; “ara rejim”ler geride kaldı; tüm sorumluluk Külliye’de! Bu kez Genelkurmay Başkanı da açıkgöz çıktı ve Reis’in emrine girdi. Kara mizah gibi, işte tam da bu koşullarda “nefesler kesiliyor” ve gözler “Para Kurulu”na çevriliyor.
***
Peki bu arada asıl ipin ucunu tutan oligarşi ne yapıyor? O da -gözleri orkestra şefinde- dış güçleri sorumlu tutuyor; uluslararası komplolardan söz ediyor ve kendi içinden çıkan ya da palazlanan sınıfı besleyen finans devlerini suçlu ilan ediyor. Ne var ki göbekten bağlı olduğu halde her gün hakaret ettiği para babalarını, “alan temizliği” için harekete geçirme de artık pek öyle kolay görünmüyor. Ufukta yeni bir Kemal Derviş gören var mı? Yine de oligarşi kendinden emin; halka güveniyor ve yerel seçimlere hazırlanıyor.
Kriz mi? Ne gam? Reis, bir konuşmasında “bizim halkımız çile çekmeye alışıktır” dememiş miydi?