Mete Tunçay, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması başlıklı eserinde, diktatörlüğün kurulmasının en açık adımının Takrir-i Sükûn Kanunu olduğunu göstermektedir. 4 Mart 1925 tarihinde çıkan kanun 3 maddedir ve özünü belirleyen birinci maddesinde “İrticaa ve isyana ve memleketin nizamı içtimaisini (iç düzenini) ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlâle bais (neden olan) bilûmum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı Hükümet, Reisicumhurun tasdikiyle, resen ve idareten mene mezundur (yasaklamaya yetkilidir). Bu kanunun gerekçesi olarak hükümet tarafından memleketteki olağanüstü hal ileri sürülmüştür. O olağanüstü hal, 1925’te başlamış olan Kürt isyanıdır. Fakat kanun Türkiye’de çok uzun sürecek bir tek adam rejimine kapı aralamıştır. Kanunun temeli emniyet ya da şimdiki söyleyişle güvenliktir.
Almanya’da bizzat Naziler tarafından çıkarılıp komünistlerin üzerine atılan parlamento yangının ardından yapılan seçimlerde Naziler iktidara gelmiş ve 23 Mart’ta ‘halkı sıkıntıdan kurtarmak’ için çıkarılan bir kanunla yasama ve yürütme yetkileri kabineye yani Hitler’e devredilmiştir. Bu kanunun ardından Almanya 1945’teki yenilgisine kadar dünyayı felaketten felakette sürükleyecek bir rejimin yönetimi altında kalmıştır.
Türkiye’nin bugün gündeminde olan “iç güvenlik paketi” bu tarihsel örnekler bağlamında değerlendirilmelidir. Hükümet tarafından 6-8 Ekim protestoları öne sürülerek oluşturulan taslağın gerekçesinde “son zamanlarda meydana gelen toplumsal olayların terör örgütlerinin propogandasına dönüşmesi, göstericilerin vatandaşlarımızın can güvenliklerini ve vücut bütünlüklerini tehdit etmesi, kamuya ve özel kişilere ait bina, araç ve mallara zarar vermesi hatta yağma girişimlerinde bulunması özgürlük güvenlik denesini bozmadan yeni tedbirler alınmasını zorunlu kılmıştır” denilmektedir. Bu gerekçeye dayanılarak sokağın burjuva hukuku içindeki işlevi, halkın doğrudan varlığı ile kendini ifade etme hürriyeti engellenmek, muhalefet zor yoluyla ortadan kaldırılmak istenmektedir. Hükümetin Twitter’ı, Youtube’u yasaklama arzusunun, yazılı ve görsel medyayı bastırma arzusunun altında yatan ne ise sokağı işgal etme arzusunun altında yatan da aynı şeydir: Muhalefeti bütünüyle ortadan kaldıracak bir tek parti-tek adam diktatörlüğünü inşa etmek. İç güvenlik paketi yeni bir Takrir-i Sükun Kanunu’dur ve aynen eskisinde olduğu gibi yeni bir rejimi, AKP’nin adlandırmasıyla ‘Yeni Türkiye’yi kuracak ve sağlamlaştıracak zemindir. Bu zemin üzerine inşa edilecek yapının ne olacağı bizzat AKP tarafından son parti kongresinde tanımlanmıştır.
Yeni Türkiye rejiminin inşası
AKP’nin birinci olağanüstü kongresi olan son kongresinde ilan edilen ‘Yeni Türkiye’ rejiminin taşlarının ulusal ve uluslararası burjuvazinin oydaşması ile döşendiğini unutmamak gerekir. Bu taşları, Ayrıntı Dergi’nin ilk sayısında üç başlıkta analiz etmiştim. i) Vesayetin kaldırılması ya da devlet örgütünün yeniden düzenlenmesi ii) Açılım ya da Nüfusun Yeniden Şekillendirilmesi iii) Demokratikleşme Süreci ya da demokratikleşme için diktatörlük kabul edilmesi. Vesayetin kaldırılması, milli iradeye dayanan AKP’nin hükümet olmasına rağmen iktidar olamadığı tezine dayanıyordu. Hedefte ordu var gibi görünmesine karşın bu söylemin hedefinin AKP’yi eleştiren, AKP tarafından hakları gasp edilen bütün kesimleri kapsadığı görüldü. Sermaye arka plandaki liberallerin ön saflardaki ideolojik katkısıyla HES karşıtlarından öğrenci muhalefetine kadar her muhalefet ‘darbecilik’ yıldırısı altında ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu ilk aşama AKP’nin karşısına çıkabilecek bütün muhalif kesimlere kapalı bir devlet örgütü oluşturması için gerekliydi. İkinci aşama açılım adı altında nüfus kesimlerinin kodlanması ve kimliklerine sıkıştırılarak nüfusa yeni bir düzen verilmesi, her şeyi değiştiriyor görünüp neredeyse hiçbir şeye dokunmamasıydı.
Kürtler, Aleviler, Romanlar, Ermeniler içinden AKP’lileştirilen grup dışında devletin iç güvenlik düşmanları arasında bir değişim olmadı. Açılım yapılmaya başlayan her gruba devlet örgütünün içinde olduğu bastırma operasyonları artarak sürse de açılım söylemi hep kulağa çalınıp durdu. Üçüncü aşamanın en kritik anı 12 Eylül referandumu idi. AKP’nin devletin bütün aygıtlarını kontrol altına almasının anahtarını verecek olan bu Anayasa düzenlemeleri demokratikleşme adına kabul edildi. Çünkü büyük sorunlar ancak bir diktatörlük içinde çözülebilirdi.
Bütün bu hegemonik süreç, ağır bir dincileşme içinde, ‘yeni tebaa yaratma’yı bir kenara bırakmayarak yapıldı. Bu yeni yurttaş Müslüman’dır. İtaatkardır. Fıtratında ölüm varsa ölecektir. AKP, burjuvaziye insan emeğinin ucuza satılmasını garanti etmekle kalmadı; kindar ve dindar bir nesil yaratarak bu ideolojik ortam içinde emekçilerin canlarını da sermayenin doymak bilmez iştahına sundu: Soma Madenleri, Tuzla Tersaneleri, binlerce lüks inşaat asgari ücretle çalışan emekçilerin ölümleriyle anıldı. Sınıf mücadelesinin her kritik anda bastırma politikaları ideolojik aygıtlarla birlikte işlev gördü.
Yeni Türkiye rejiminin ilanı
Yeni Türkiye’nin siyasal rejimi, yeni anayasa tartışmaları ile ilk kez açıkça ortaya çıktı. Yeni bir anayasa yapılamaması bakımından başarısız bir süreç olarak değerlendirilmesi mümkün olan anayasa yapım süreci, AKP açısından yeni rejimin kurulmasında belki en önemli adımdı. Bu tartışmalar Türkiye’nin “anayasasızlaşma” sürecinin başlangıcı oldu. 1982 Anayasası’nın özüne ve onun kurduğu düzene hemen hiç dokunulmadan anayasanın lanetlenmesi, bu lanetin toplumsallaştırılması anayasasız bir yönetimin söylemsel başlangıcı oldu. Anayasa’nın kendisi AKP onun şefi Erdoğan ve onunla özdeş millet iradesinin karşısında başka bir vesayet unsuru olarak görülmeye başlandı. Milli irade bu yeni rejimde anayasa uymak zorunda değildi. Uymadı da. KaçAk Saray’ın rejimin gerçek sembolü olarak Ankara’nın yok edilen sembolizminin yerine kondurulmasının bağlamı budur.
Sembolü ve kurumlarıyla oturmaya başlayan bu rejimin ilanı, AKP’nin son yapılan olağanüstü kongresinde olmuştur. En uygun zamanda. Artık inşa sürecinde ihtiyaç duyulan hegemonyadan vazgeçilmenin tam zamanıdır. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra parti kongresinde konuşan, bütün devlet aygıtını, bütün bürokrasiyi hegemonik süreçleri içinde kendine bağlamış bir parti karşısındaki iç düşmanlarla diktatöryal yöntemlerle mücadele edebilecektir. İç düşmanın adı rejimin adından bellidir. İç düşman ‘Eski Türkiye’dir.
Zamansal bir tersine çevirmeyle AKP gelecekte karşısına çıkacak bütün muhalefeti ‘Eski Türkiye’ torbasında toplamıştır. ‘İç Güvenlik Paketi’nin bu nedenle Kobane eylemleri ile bir ilişkisi yoktur. Paket, Yeni Türkiye’nin karşısına çıkacak, Kobane eylemcilerini de içeren bütün muhalefeti ezmek, ortadan kaldırmak için çıkarılmak istenmektedir. Bu nedenle de başta belirttiğim gibi yeni rejimin Takrir-i Sükûn’udur.
Böyle bir kanunun nelere yol açacağı konusunda tarihin deneyimini bir kenara bırakmamak gerekir. Bunu en çok dikkate alması gereken de bugün parlamentoda muhalefet yürüten partilerdir. Böyle bir kanun altında yapılacak seçimlerin ve seçimin ardından kurulacak düzenin niteliğini anlamak çok zor değildir. Akla gelebilecek bütün demokratik araçlar kullanılarak bu kanuna karşı mücadele yükseltilmelidir.
(Birgün’den alınmıştır.)