AKP’li bakanın konut satışını artırmak için sunduğu öneri, bizlere Kürt sorununun önemli başlıklarından biri olan ‘yurttaşlık tanımı’ üzerine düşünmek için, derslerde okutmaya değer ‘eşsiz’ bir fırsat sunuyor. Bilindiği gibi ekonomi bakanı, konut satışını artırmak için yabancılara satılacak pahalı daireler karşılığında ‘yurttaşlık’ verilebileceğini, bu uygulamanın başka ülkelerde de olduğunu açıkladı.
Türkiye’de 80 yıldır büyük acıların çekilmesine, 30 küsur yıldır binlerce insanın ölmesine neden olan Kürt sorununun çözümü bağlamında tartışmalı konulardan biri, ‘yurttaşlık tanımı’na getirilen itirazlar. Konu, bir yanıyla ‘Bu devirde nasıl böyle bir sorunumuz olabilir?’ dedirtecek kadar yavan, diğer yanıyla binlerce yurttaşın canını yitirmesine neden olacak kadar vahim.
Tek köken değil, aynı yurttaşlık
Anayasa’nın 66.maddesi ‘Türk vatandaşlığı’ başlığını taşır. Hükmün ilk fıkrasına göre, ‘Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.’ Dolayısıyla anayasaya göre Türkiye’de yaşayan Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Çerkezler, Lazlar vb. Türk’tür.
Buradaki ‘Türk’ sıfatı, hükmün lafzından da anlaşılabileceği gibi herkesin tek bir etnik kökenden geldiği değil, herkesin ‘aynı’ yurttaşlık sıfatına sahip olduğu anlamında kullanılır. Anayasa benzer ifadeler içerdiği gibi, bazı maddelerinde Türklüğe yurttaşlık tanımının çok ötesinde yer verir. Türklük, Cumhuriyet’in ilk anayasası 1924 metninde de yer almış ve örneğin bugün temel haklar olarak adlandırılan hak demeti, 1924 Anayasası’nın beşinci kısmında ‘Türklerin kamu hakları’ başlığı altında düzenlenmişti. Buradaki ‘Türklerin’ ifadesi de ‘yurttaş’ anlamındaydı.
Buna mukabil, günümüzde tartışılan bu açmazın sorumlusu da yine 1924 Anayasası. O dönemde seçilen sözcükler de göründüğü kadar masum değil. Öncelikle şunu hatırlatmakta yarar var: 1924 Anayasası’nın yurttaşlık tanımı bugünkünden çok daha başarılı. 1924 Anayasası’nın 88. maddesine göre, ‘Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir.’ Eski Türkçe haliyle, ‘…Türk ıtlak olunur.’
Devleti kurtarmak…
Demek ki 1924 metni ‘Türk’tür’ yerine, daha uygun olarak ‘Türk denir’ ifadesini tercih etmişti. Bu tanımda ırkçı bir eğilim olduğu kanısında değilim. Ancak maddenin kabulü sırasında TBMM’de yapılan tartışmalara bakıldığında söz konusu kanıyı korumak pek mümkün değil.
Söz konusu tanım, açıkça başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslimleri ‘dışarıda’ bırakmak ya da daha doğru bir ifadeyle ‘onları Türklük sıfatına layık görmemekle’ ilişkili. Gerekçesi şu: Malumunuz, ‘Türklük’ bilinci 19’uncu yüzyıl milliyetçilik akımından ilk etkilenenlerden Yunanların yaklaşık 100 yıl ardından ortaya çıktı. Osmanlı’da Türklük, çevrelendiği diğer unsurlar ve millet sistemi (Gayrimüslimler) nedeniyle şimdiki gibi gündemde değildi. Hatta Osmanlı düşünce yaşamının canlandığı yılların ‘Devleti nasıl kurtarırız?’ kaygısında asıl vurgu çoklukla (örneğin Namık Kemal’de olduğu gibi) İslam’a yapılıyordu.
Türklük, büyük ölçüde Balkan savaşları sonrasında diğer kimliklerden fazlaca umut kalmadığında gündeme geldi. İttihatçılar tarafından, elde kalan her ne varsa bir arada tutmanın yolu olarak, imparatorluğun kurucu unsuru ya da bir diğer değişle ‘evlad-ı fatihan’ sıfatıyla vurgulanır olmuştu. Türk Yurdu Cemiyeti’nin kuruluşu 1911, Türk Ocakları’nın kuruluşu 1912’ydi. Tabii tüm bu tercihlerin İttihatçıların 1908 II. Meşrutiyet ardından bir ‘ulusal burjuvazi’ yaratma işine giriştikleri döneme denk gelmesi rastlantı değil. ‘Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türkündür; Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın’ sözleri, İttihat ve Terakki’nin ideologu Ziya Gökalp’e aittir!
Hak edilmesi gereken Türklük
Mustafa Kemal ve kurucu kadro, 1924 Anayasası’na dek Türklüğe pek vurgu yapmadı. İki önceki yazıda (*) anlatmaya çalıştığım gibi, 1921 Anayasası’nda bu sözcük geçmiyordu. Buna mukabil Cumhuriyet’in ilk anayasası 1924’ün görüşmelerinde konu gündeme geldi ve yukarıda naklettiğim tanım benimsendi. Görüşmelerde Meclis üyeleri, Osmanlı kimliği yerine ne konulacağı, tebaanın nasıl adlandırılacağı üzerinde durur. Türkçesi: Bu toprakta yaşayanlara ne denilecekti?
Meclis’e gelen ilk metinde, ‘vatandaşlık bakımından’ ifadesi yer almıyordu. Buna iki temel itiraz yöneltildi ki bu yazı bağlamında bizi ilgilendiren, ikincisi. Vekillere göre, ‘milli mücadelenin sıcaklığı hala hissedilirken herkese Türk denilecek olması’ olacak iş değildi. ‘Lisan ayrılığı, mektep ayrılığı ve devlet ayrılığı’ güden unsurlara, Türklük sıfatı uygun görülemezdi.
Anlayacağınız, vekillerin çoğu Türklüğün ‘hak edilmesi gerektiği’ kanısındaydı. Gelibolu mebusu Celal Nuri, ‘Bunlara eğer Türklük sıfatını vermeyecek olursak ne diyeceğiz’ sorusunu yönelttiğinde, Genel Kurul salonunda ‘Türkiyeli’ sesleri yükseldi. Hatta Konya mebusu Naim Hazım bu yönde bir değişiklik önergesi de verdi ancak kabul edilmedi. Sonunda Suphi Bey, ‘vatandaşlık bakımından’ ifadesi eklenmesini önerince, sorun çözüldü.
Demek ki şu iki saptamayı yapmak olanaklı: 1. 1924 Anayasası’ndaki vatandaşlık tanımının gerekçesi, ‘içimizdeki İrlandalılara (!)’ Türklüğün ‘layık’ görülmemesiydi. 2. Buna mukabil ‘Türk denir’ ifadesi, hiç kuşkusuz bugünkünden daha başarılı bir düzenlemeydi. Yurttaşlık tanımı, 1961 Anayasası’nda bugünkü tartışmalı şekle büründü.
Asıl çarpıcı olan…
Özet ve sonuç: Anayasa’daki tanım daha çok tartışılır nasıl olsa. Biri ‘Türkiyeli’, diğeri ‘Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı’, beriki ‘Türk’tür’ der. Sonunda iyi kötü bir çözüm bulunur. Ancak şu aşamada asıl çarpıcı olan, ekonomi bakanının 500 bin-1 milyon dolar arası bir meblağa yurttaşlık verilebileceğini açıklaması.
Doğru, başkaca ülkeler de var bunu yapan. Sorun şu ki Türkiye’de Kürtler henüz bu denli yüzeysel görünen bir konuda dahi Türkleri, partileri, müesses nizamı ikna edememişken, yere göğe sığdırılamayan ve Türk milliyetçilerince neredeyse kutsal ilan edilen bir ‘sözcüğün’ ederi, birkaç yüz bin dolar. Kapitalizm, hele ki milliyetçi-muhafazakâr riyakârlığıyla hemhal olunca daha da matrak hale geliyor. Adam ‘Ben Türk değilim kardeşim, ne diye bana zorla Türk diyorsun’ dediğinde canını çıkarıp sonra parayı bastırana o ‘sıfat’ı hediye etmek…
Bağlar kalum
Malum Eski Türkiye’de yurttaşlık, örneğin Hitler’den kaçıp Türkiye’de yıllarca öğrenci yetiştiren çok değerli kimi bilim insanlarına verilmişti ve o haliyle ‘anlamlı/değerli’ bir semboldü. Gel gör ki ‘Cilalı Türkiye’de geçer akçe bambaşka.
Aman yanlış anlaşılmasın, daire karşılığı yurttaşlık tedarikine karşı filan değilim. Kapitalistler birbirini sevdiyse, bize ‘he’ demek düşer! Sonuçta ben de, bu yazıyı okuyacak olanlar da nasıl bir sistemde yaşadığımızın farkındayız. Ayrıca Batı demokrasilerinde de bir miktar mal mülk sahibi olmadan eşit (seçebilir ve seçilebilir) yurttaş kabul edilebilmek hayli zaman aldı. Demokrasinin beşiği İngiltere’de ‘eşit oy’a geçiş tarihi 1948’dir. Öncesinde kimi İngilizlerin birden çok oy hakkı vardı. Demem o ki kapitalizm, mülkiyet, yurttaşlık ve temsil arasındaki bağlar malum.
Aynen ‘kahraman bedelli Türk askeri’ gibi
Bu satırların yazarı için yurttaşlık, Kanada, Belçika yurttaşlıklarından daha değerli ya da değersiz değil. Hasbelkader burada doğmuşum, Türk diyorlar. Norveç’te doğmuş olsaydım da sabah akşam ‘Neden Türk yurttaşı değilim, bu ne azap böyle Rabbim’ diye gözyaşı dökmezdim sanırım. Mesele, iş milliyetçilikle göz boyamaya geldiğinde, yurttaşlık gibi tarihsel yükü olan bir takım ‘olgular’a sıkı sıkıya sarılıp para kazanmak söz konusu olduğunda o yurttaşlığın ‘ederi’ni hesaplayan zihniyetin hali pür melali.
Aynen ‘kahraman bedelli Türk askeri’ vakasında olduğu gibi. Bir yandan şehit edebiyatıyla yoksul insanları sömürüp diğer yandan Anayasa’da ‘vatan hizmeti’ olarak tanımlanan askerliği ‘uygun bedel’e bağlamak. Vatan hizmetinin son ederi 18 bin TL idi yanılmıyorsam. Bir öncekiler ise yaklaşık iki kat daha vatanseverdi, 30 bin ödemişlerdi…
Kapitalizmin, Türkiye’deki haliyle ‘müteahhit kapitalizmi’nin, dolara tahvil edemeyeceği hiçbir şey yok kuşkusuz. Eğer bakanın önerisi bir gün yasalaşırsa ‘Türk yurttaşlığı’nın’ da ‘eder’i belirlenmiş olur.
Bu sistemin doğası gereği, her şey mümkün mertebe alınıp satılır. Yeter ki Kürtler, Aleviler, ezilenler bir hak talebinde bulunmasın; aman ha! Onlar ‘hak’ dediğinde iş değişir, aslında olmayan o çizgiler birden bire kızarır, hiçbirinin ciddiye almadığı en bayağı ‘prensipler’ ortaya saçılır, marşlar okunur, linç ve savaş başlar. Peşi sıra, binlerce gencin cenazesi…
Kapitalistin imanlısını izlemesi de pek eğlenceli diyeceğim ama değil ne yazık ki…
(*)http://mulkiyehaber.net/?p=9959
(diken.com.tr’den alınmıştır.)