Sorgusuz-sualsiz işlerinden atılıp aileleriyle birlikte açlığa mahkum edilen ve sayıları şu anda net 131.182 olan kardeşlerime yazıyorum bu yazıyı.
Tek Adam Rejimi 3 aşamadan oluştu:
1) Anayasa’yı, daha da kötüsü,hukuk’u hiçe sayan idari kararlar ve OHAL KHK’leri yoluyla kendi kendine fiilî yetkiler verdi ve sizleri attı;
2) Sonra bu fiilî yetkileri, Anayasa’ya ve hukuk’a tamamen aykırı biçimde yasalaştırarak hukukî görünüme büründürdü.
3) Şimdi de, şu yaveleri çeşitli yandaş ağızlardan kullanıma sokmakta:
Nasıl olmuş olursa olsun hiç önemli değildir. İster fiilî ister hukuki, hiç fark etmez, Sayın Cumhurbaşkanımız artık Türk iç ve dış politikasının tek ama tek hakimidir. Her şeyi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkararak halleder. Bu kararnamelerle kanun değiştirir.
Karşısında durmaya kalkışacakları hüsran beklemektedir!
Bu lafları simgelemek için Türkçede çok yaygın bir tabir var, ironik: “Deşilmiş Gözün Davası Olmaz”.
***
Oysa, öyle bi olur ki. Değil sivil OHAL, 12 Eylül askerî darbesinin sıkıyönetim döneminde bile mis gibi oldu:
1) Dünya çapında tartışmasız kabul edilen bir genel hukuk kuralıdır: Sıkıyönetim ve OHAL gibi rejimler, adı üstünde, geçicidir. Bitince, “Bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemek üzere…” türünden yasaklar da biter ve hakkını arama evresi başlar.
2) Üstelik,Türkiye’de bu olanağı sağlayan bir Danıştay kararı mevcuttur: Yüksek Mahkeme’nin 07.12.1989 tarihinde aldığı E. 1988/6, K. 198904 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı.
“Sıkıyönetim geçici bir rejimdir, aldığı kararlar sıkıyönetim süresiyle bağlıdır. Sıkıyönetim kalkınca bu kararlar da otomatikman yürürlükten kalkar, herkes görevine iade edilir” diyen bu karara göre, OHAL kalktığı tarihten(şu durumda, 18 Temmuz 2018) itibaren dava açılabilir. Çünkü “İlanihaye, ölene kadar haklardan mahrumiyet, mağduriyet olmaz.”
***
Ne diyorlar, Tek Adam bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarırmış, engellermiş…
Biraz zor engeller. Çünkü yukarıda sözünü ettiğim Danıştay kararı değil kararnameyle, kanunla bile değiştirilemez ve herkesi bağlayıcıdır. Tabii, TC bir diktatörlükse, onu bilemem!
Ne diyorlar, “Zor, oyunu bozar”mış. Bozar ama, bunun fiyatı çok ağırdır. Tek Adam Rejimi buna niyetleniyorsa, bu sefer artık çıkamamacasına gayri meşruluk çukuruna düşecektir.
Tek Adam Rejimi’ninAşil topuğu, zayıf halkası da buradadır zaten.
***
Askerî sıkıyönetim sırasında bunun nasıl geliştiğini ve eğer aynı Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorsak yine nasıl gelişeceğini, sizlerle ilgili olduğu kadarıyla anlatayım.
İki sebeple anlatayım: 1) Tek Adam Rejimi’nin kulağına küpe olsun ki sonra “Bilmiyordum, aldatıldım” demesin yine; 2) Hem bu masum ve mazlum insanların yüreğisoğusun, hem de, hak aramanın parmak şaklatır gibi kolay olamadığını, sabır ve metanetten sonra şimdi de önlerinde bir mücadele dönemi olduğunu görerek kendilerini hazırlasınlar.
***
12 Eylül askerî darbesi, 1402’likler diye ünlenen bi halt etmişti:1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu Md. 2’yi kullanarak, yaklaşık 5.000 kamu görevlisini “bir daha kamu görevlerinde çalıştırılmamak üzere” deyip işlerinden attı; aynen şimdi net 131.182 kişinin atıldığı gibi. Sorgusuz-sualsiz.Dava bile açamıyorduk; aynen şu andaki gibi.
Bana gelince, beni daha önce 06 Kasım 1982’de de YÖK marifetiyle atmış olan SBF’nin atanmış Dekanı Necdet Serin şimdi de 1402’yle atıyordu. Burnumu suyun üstünde tutmaya çalıştım sadece: Evimi bölüp yarısını pansiyon vererek; köpeğim Efe’nin yavrularını satarak; dil öğretmenliği, inşaatçılık, ansiklopedi editörlüğü yaparak…
***
Bunlar olurken, Mülkiye’nin komşusu Hukuk Fakültesinden asistan arkadaşım, şu anda o da emekli profesördür,Dr. Metin Günday şöyle dedi: “Olağanüstü yasalar ve hükümler, sadece olağanüstü dönemlerde geçerlidir. Ankara’dan 1985’te sıkıyönetim kalkar kalkmaz üniversiteye başvuracaksınız. Rektörlük reddedecek. O ret yazısına dava açacaksınız.”
1969’dan beri çalıştığım Mülkiye’me dönmek için A.Ü. Rektörlüğüne Ankara’dan sıkıyönetimin kalktığı 20.07.1985’te başvurdum. Necdet Serin bu sefer oraya mükafaten rektör yapılmıştı ve başvurumu 30.07.1985 tarih ve 1301 sayılı imzasıyla reddetti.
Bunun üzerine Metin gönüllü avukatım olarak Ankara 6. İdare Mahkemesinde dava açtı. Mahkeme, 12.11.1986 tarih ve 1986/931 sayılı kararıyla beni görevime iade etti.
Fakat Rektörlük Danıştay’a başvurdu ve 5. Daire 17.03.1987 tarihinde 3’e 2 aldığı 1987/318 sayılı kararla, göreve iadenin yürütmesini durdurdu. Bunun üzerine 02.04.1987’de tekrar görevden atıldım. 1971’den beri dördüncü atılışım.
İstedikleri kadar atsınlar; mücadele eden sonunda kazanır. Danıştay 5. Daire’ye tekrar başvurduk ve Daire bu sefer 28.03.1990 gün ve 1990/651 sayılı kararıyla, Ankara 6. İdare Mahkemesinin hakkımdaki olumlu kararını oybirliğiyle onadı.
Çünkü askerî dönemdeyargı mevcut hukuka saygılıydı.
Kimse bugün hukuk o kadar bile yok demesin; bizim zamanımızda ne AYM olanağı vardı, ne de AİHM.
***
Biliyor musunuz, işimiz bitmemişti. Başka 1402’lik arkadaşlar için de farklı farklı yargı kararları çıkmıştı. Bu sebeple, olay Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kuruluna gitti. Nihayet, buradan 07.12.1989 tarih ve E. 1988/6, K. 198904 sayılı tarihî karar çıktı:
Sıkıyönetimin kalktığı tarihten başlamak üzere, mali haklarıda (maaş, emeklilik, vb.) vererek, bütün 1402’likleri görevlerine iade etti. Ben de Ağustos 1990’da yuvama, Mülkiye’me döndüm.
***
Sevgili kardeşlerim, şimdi önünüzde belki de yıllarca sürecek bir hukuk mücadelesi var. Ama herhalde ki bugüne kadar ailecek gösterdiğiniz bunca sabır ve metanet, bu mücadeleyi mecbur kılıyor.
Zaman alabilir. Ama unutmayın: Sadece kendiniz ve aileniz için mücadele etmiyorsunuz; çocuklarınızın özgürlüğü yani istikbali için ediyorsunuz.Bunu yalnız kendisine değil, onlara da borçlusunuz. Gazanız mübarek olsun!
Not: Bu yazının başlığını merak ettiyseniz, Kasım 1982’de atılışımı bana bildiren sarı zarfı alıp okuduğum anda Mülkiye’nin Sütunlu Salon’unda bangır bangır bağırdığım bir cümleden alınmadır:“Herkes dinlesin:Söke söke döneceğim!”
Hakeeem, anlarsın ya!