İsmail Hakkı Karakelle
Övünmek gibi olmasın, çok iyi, çok güzel bir iş yaptık. 21 Ekim 2018 Pazar günü, Mülkiye Doğa Topluluğu olarak Karagöl/Çubuk’ta yürüdük. Eee, ne var bunda, dağda, bayırda yürüyen yürüyene, diyenleri duyar gibiyim. Biz yürümekle kalmadık, yürüdüğümüz bölgeyi de temizledik. Evet, evet 14 kilometrelik parkurda; önümüzdeki, yanımızdaki, yöremizdeki pet şişeleri, naylon torbaları, teneke kutuları, cam şişeleri, büyük boy yakıt tenekelerini, hatta araba farlarını, sözün özü doğada olmaması gereken aklınıza gelebilecek ne kadar şey varsa hepsini topladık, 17 adet büyük boy torbaya doldurduk, yürüyüşün sonunda Karagöl’deki güvenlik görevlisine, ertesi gün Belediye’nin çöp arabasına vermek üzere teslim ettik. Bu iş yazıldığı kadar kolay olmadı. İlk bir saati ve öğlen molasındaki 40 dakikayı saymazsak aralıksız yağan, her birimizi, özellikle yeterince tedbir almamış acemilerimizi iç çamaşırlarına kadar ıslatan yağmurda; botlarımızın altına yürümeyi zorlaştıracak kadar yapışmış çamurun içinde yürürken çöp topladık.
38 “spartalı” idik. Ekim ayı yürüyüşümüzde doğada temizlik yapacağımızı duyurduğumuzda, ne yalan söyleyeyim, bu kadar katılım beklemiyordum. Temizlik işini, üstüne bir de şiddetli yağmur haberlerini duyanların hepsinin değilse de bazılarının gelmekten vazgeçeceğini ve bundan önceki yürüyüşlerde ortalama 18-20 olan sayımızın daha da azalacağını düşünmüştüm. Yanıltanlara sonsuz teşekkürler…
Karagöl’ün sağından, Orman İşletmesi’nin tomruk istiflediği alandan ormana girdik. Titrek kavakların sararmış; meşelerin, çınarların ve yabani meyve ağaçlarının kızarmış/kızıllaşmış yapraklarının örttüğü patikada ağır ağır yükseldik. Aramızda olan Çöpfit’ten Kutluca çiftinin yerinde önerisiyle, yürüyüşün çıkış/tırmanış bölümünde çöp toplamamaya karar vermiştik. Karagöl’ü ve onu çevreleyen ormanın harikulade güzelliklerini seyrederek yürüdük. Zirvede, yöre halkının deyişiyle Sergen’de, sonbaharın bin bir renginin içine lacivert bir mücevher gibi yerleşmiş Karagöl’ü ve göz alabildiğince uzayan, genişleyen, ötelere, Aydos dağlarının eteklerine kadar giden manzarayı içimize, gözlerimize çektik. Ne yazık ki, yeterince kalamadık; işimiz vardı, çöpler toplanacaktı ve kuvvetli yağmurun habercileri gelmeye başlamıştı.
Dağın arka yüzündeki patikaya indiğimizde yağmur şiddetini iyice artırmıştı. Ne gam; çöp torbalarımızı açıp, eldivenlerimizi giyip işe koyulduk. Bundan sonra yaşananları, herkesin, özellikle, doğanın Van Gogh’un sarılarını, Monet’in yeşillerini kıskandıran renklerinin arasında çürük birer diş gibi duran naylonları, plastikleri atanların, bırakıp gidenlerin görmesini isterdik. Arkadaşlarımızın, nasıl, yağmura, çamura aldırmadan çöp toplama yarışına girdiklerini, zaman zaman yoldan, patikadan ayrılarak orman içlerine atılanları çamurun içinden çıkarıp torbalara doldurduklarını görseler utanır, başlarını önlerine eğerlerdi herhalde. Önceki yürüyüşlerimizden bölgenin en fazla kirletildiğini bildiğimiz yerine, Usta Gölü’ne geldiğimizde çok ıslanmış, çok yorulmuştuk. Ha gayret deyip, Göl’ün çevresinde ne kadar atık varsa topladık. Önümüze ağzına kadar çöp doldurduğumuz torbaları; grubun ortasına da en kıdemlimiz Ahmet Bahadır Boso (MM 1976) ağabeyimizle en gencimiz, Yönetim Kurulu üyemiz Suzan Tuncer (MM 2015) kardeşimizi alarak bu güzel anı fotoğrafladık.
Kim bilir belki de vurduğu kekliklerin, tavşanların cansız bedenlerinin yanı başında, yaptıkları marifetmiş gibi gururla fotoğraf çektirenlere ibret olur, dedik.
Usta Gölü’ne gelip de 15-20 dakika mesafedeki Kışlacık Gölü’nü görmemek olmaz deyip, öğlen molasını vermek üzere bu olağanüstü ve çok daha az kirletilmiş-aman duymasınlar-bölgeye gittik. Gölün doyumsuz güzelliklerini seyrederken azıklarımızı yedik, çaylarımızı içtik, sıcak su kaplarını oralara kadar taşıyan arkadaşlarımıza şükran duygularıyla…
Sıra dönüşe, belki de işin en zor bölümüne gelmişti. Yaklaşık üç saattir yağan-öğlen molasında 40 dakikalık bir “kıyağını” görmüştük-yağmur, yolları öyle böyle değil, çamur deryasına çevirmişti. Ellerimizde giderek ağırlaşan çöp dolu torbalar ve gidilecek daha en az 1,5 saatlik yolumuz vardı…
Başardık, saat 16.30 olmadan çamura batıp çıkmaktan bitap düşmüş bacaklarımızla, sırılsıklam olmuş giysilerimizle Karagöl’e, otobüsümüzün yanına, Bülent Kaptan’ın dumanı tüten çaylarına ulaştık. Dağ başlarından, onca yoldan gelmiş çöp torbalarını güvenlik görevlisine teslim edip, Çubuk’a yollandık. Çubuk’ta çay, çorba, alışveriş-turşu, tulum peyniri-sonrası dönüş yoluna koyulup saat 19.00 civarında, tepeden tırnağa ıslanmış, üstümüz başımız çamur içinde; yüzlerinde güzel iş yapmış insanların huzurlu mutluluğu ve keyifli yorgunluğuyla Ankara’ya, evlerimize döndük. 38 arkadaşımın her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum;yüksünmeden, söylenmeden çamurların içinden çöpleri toplayan sizlerin o güzelim ellerini-eldivenlerinizi çıkardıktan sonra, tabii-öpüyorum. Fotoğraflar Emine Balçık arkadaşımızdan, gözleri, objektifi dert görmesin.