-Açık Oturum Programları Üzerine–
Dr. Mine YILDIZ*
“Pardon biz neyi konuşuyorduk?
Aaa, tartışıyor muyduk?!
Ben sizi dinledim hanımefendi, aslında tam duyamadım ama…Bir dakika siz de beni dinleyin.”
Bir konunun, bir başkan yönetiminde farklı düşüncelere sahip uzmanlar tarafından tartışıldığı konuşmalara ‘açık oturum’ deniyor. Açık oturumların amacının geniş halk kitlelerini bilgilendirmek olduğu yazılır, pek çok kitapta.
Söz konusu açık oturumlar olduğunda, konuklar arasındaki iletişim tarzı önemli hale geliyor. İletişim tek taraflı bir süreç değil elbet. İletişimden kasıt, diyalog kurmak. Yani karşıdakinden bir geri bildirim alınıyorsa ve diyalog kurulmuşsa buna “iletişim” deniyor. Monolog ise tek taraflı bir iletişim süreci. Bir kişi konuşuyor, diğerinin sadece dinlemesini istiyorsa işte bu monolog oluyor: “Kendim çalarım kendim söylerim” gibi bir şey …
Psikoloji bilimi, ebeveynlere der ki; “Sağlıklı bir iletişim için her iki tarafın aktif olması gerekir. Sağlıklı çocuk yetiştirmek istiyorsan çocuğunuzla diyalog halinde olun. Çocuklarınızı dinleyin”. Peki bizler, çocuklarımızı dinleyerek büyüten bir toplum muyuz? Şimdiki anne/babaları duyar gibiyim; “Evet dinliyorum. Ne istiyorsa gidip alıyorum, daha geçenlerde bilmem ne marka son model cep telefonu istedi, gittim hemen aldımJ”. Diyalogdan kastettiğimiz bu değil elbet. Ki bu da, başka bir yazı konusu…
Asıl konumuza dönecek olursak, çocuklar sosyalleşme sürecinde, yaşadıkları toplumun kültürel kimliğini kazanırken, konuşma ve dinleme becerilerini de kazanırlar. Ailesi tarafından dinlenmemiş çocuklar, başkalarını dinlemeyi bilmezler. Peki o zaman, kendi dışında diğerine saygı duymanın önce dinlemekle başladığının, bunun demokrasi kültürünün olmazsa olmazı olduğunu nasıl öğrenecekler? Eğitim geleneğimizde öğrenciyi dinlemenin yeri zaten yok. Öğretmen merkezli, sınav odaklı, yarışçı ve ezberci bir eğitim serüvenine sahibiz. Öğrencinin zihninde yaratılan ”dinleme” edimi şundan öteye gidemiyor; “Dikkat et, Dinle, Sus, Konuşma, İtaat et, Öğretmeninden ya da arkadaşlarının çoğunluğundan nasıl farklı düşünürsün?”. Bu çocuklar yazık ki monoloğu öğrenip, yaşamlarını “monologla” geçiren bireylere dönüşüyorlar. Başka türlüsü öğretilmedi ki! “Diyalog”da neyin nesi?; “Bir ara, bir yerde okumuştum J” . Eğitim sistemi pek değişeceğe benzemediğine göre bizler yapacağız bunu. Kendi dışında diğerini “ötekileştirmeden” yaşamayı, diğerini dinlemeyi ve anlamaya çabalaması gerektiğini bizler öğreteceğiz çocuklarımıza.
Peki sadece okullar mı, siyaset alanı da böyle değil mi? Politikacıların diğer partiden politikacılarla ilgili söyleyip de, duymadığımız bir şey kalmadı mı acaba? Herhangi bir politikacının bir diğer politikacıya yönelik sözlü saldırısına hatta yumruklarına tanık olduk/oluyoruz ekranlardan hep birlikte. Bunlar birinci sırada haberleşiyor basında. Kimbilir belki de birbirlerinin gerçekte ne söylediğini anlama çabasına dahi girmeden, ellerini masaya vuruyor, saldırgan ifadeler çıkıyor ağızlardan. Politikacılar, toplumun farklı kesimlerinin örnek aldığı modeller olarak geniş kitlelerce izleniyor. Onların davranışları topluma yön veriyor. Acaba toplumun önemli bir bölümünün model olarak gördüğü bu kişilerin, üslupları geniş halk kitlelerinde ne gibi davranış ve tutumlara yol açıyor? Düşmanlık hortlatılıp, toplumsal algı komplo teorilerle (ki bazıları da gerçektir) bezenince kamuoyu dilediğince yönlendiriliyor. Bu tarz örneklerle, dinleme ve karşındakini anlama çabasının yerini, kavga etmek, tartışmak aldığında, toplum gözünde bu davranış biçimi “normal (miş)” gibi algılanmıyor mu?
İşte bizim TV’lerdeki açık oturum programlarının bir bölümü tıpkı bunun gibi. Başkalarını dinlemeye ihtiyaç duymayan konuklarla ve monologdan öteye gitmiyor. Eskiden hemen her kanalda, bu konseptteki programları kaçırmaz izlerdim bir şeyler öğrenirim diye. Farklı (karşı/karşıt kelimesini özenle kullanmaktan kaçındım) görüşlerden konukların bir araya gelip, bir konu hakkında düşüncelerini paylaştıkları, pardon tartıştıkları, bazen de son derece saldırgan davranışlara sahne olan programlara dönüşebiliyor bazıları (elbet reyting kaygısı ve bazı konukların popüler olma çabasının konunun önüne geçtiği oluyor bazen). Alanında uzman konukların anlatılana ve anlatanın ne söylediğine kulak asmadan, sadece kendi düşüncesinin doğruluğunu ısrarla savunduğu monologdan öteye geçmiyor bu tür programlar. Programlardan aklımda kalansa bir “iletişim sorununun” varlığı.
Bir diğer tür açık oturum programları da; “Aaaa…Ne güzel söylediniz, ben de tam onu diyecektim, sizinle aynı fikirdeyim” tarzında. Bu tarz programlarda ise tüm konuklar zaten aynı fikirde! ‘Bu bizden, Eee… bu da bizden bunu da çağıralım’. Zaten bu tarz programların konukları da hemen hemen aynı kişiler. Saatlerce aynı düşünceleri farklı kelimeler kullanarak tekrar eden, jest yaprak birbirlerini referans gösteren, sürekli başını sallayan konuklardan oluşan programlar dönemi hakime anlayış; “Kendimiz çalar kendimiz söyleriz, bizden olmayan ötekine ne hacet!” Schiller’e göre manipülasyon ancak yarı uyanmış bir kitlenin ortaya çıkması durumunda kullanılır[1]. Demokratik refleksi zayıflat ve gerçekleri manipüle et! Açık oturumların amacı merak edilen bir konuda geniş kitleleri bilgilendirmek değil miydi? Bilgileniyoruz işte… Üniversitede, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde ders verirken, öğrencilerim ‘mezun olduklarında ne iş yapacağım’ endişesi taşıdıklarını söylerlerdi sık sık. Haklıymış çocuklar. Ne çok siyaset bilimci varmış güzel ülkemde. Üstelik çoğu da artık hemen hemen aynı fikirde…
Kitle kültürünün üretiminde, kitle iletişim ortam ve araçlarının etkisinin önemi şüphe götürmez bir gerçek. Kitle iletişim araçlarındaki programların bazıları, iletişim sürecinde hoşgörüsüzlüğü, karşıdakini önemsememeyi, dinlememeyi, saygı göstermemeyi öğretiyor adeta. Televizyonlarda bilgi aktarımını amaçlayan sohbet, tartışma ve gösteri programlarına katılan kişilerin iletişim becerileri açısından örnek davranışlar sergilemediği M.E.Bakanlığı tarafından 2008 yılında yayınlanan “Öğrencilerin Televizyon İzleme Alışkanlıkları” başlıklı çalışmasında mevcut. Yani MEB konudan haberdar.
Aynı coğrafya ve kültürel iklimi paylaşan insanların tutum ve davranışları, iletişim kurma biçimleri ile karşısındakini dinleme becerileri benzer özellikler gösteriyor. Toplumda ortaklaşa paylaşılan bütün davranış kalıpları veya alışkanlıkları kapsayan kültürün, toplumdan topluma nasıl değişiklik gösterdiğini davranış bilimleri, psikoloji ve sosyoloji biliminin yardımıyla anlayabiliyoruz. Karşıdakini dinleme becerisi, demokratik bir kültür ortamında gelişebiliyor. Dürüst, açık ve etkili iletişimin olduğu aile ortamlarında ve ülkelerde büyüyen çocuklara bakın. Çocukların, kafasına vurulmadan, özgürce, anlayışa dayalı yöntemlerle düşünce ve duygularını paylaşabildikleri ailelere…
UMUDUMUZ İŞTE BU ÇOCUKLARDA …
(*) Siyaset Bilimci-Sosyolog
[1] SCHILLER, H, “Zihin Yönlendirenler”, Çev: CERİT, C, Pınar Yayınları, 1993, İstanbul