II.TÜRKİYE İMALAT SANAYİNİ KAYBEDİYOR
AKP iktidarının 12 yıllık “Kısa İktisat Tarihi”inde izlediğimiz iktisat politikaları içinde en tahrip edici olanı; “Sanayi Politikasızlığı” oldu. Sanayi sektörü büyük bir yara aldı. Kamu sektörünün sahip olduğu sanayi üretim gücünün hemen tamamı “özelleştirme” ile elden çıkartılmıştı. 67 milyar dolarlık özelleştirme yapılmıştı ancak bu kaynaktan geriye yeni hiçbir kamu yada özel sektör yatırımı çıkmamıştır. Özel sektörün sanayi yatırım gücü ise GSMH’nin %17’isine gerilemiştir. 15 yıl içinde 1990’lı yılların ortalarına kadar yaratılmış olan gücünü kaybetti. Uluslararası karşılaştırmada ilk 20 sanayileşmiş ülke sıralamasında, 1990 ortalarına kadar yaratılmış olan potansiyel ile dünya ülkeleri sanayi sıralamasında 13. sıraya kadar yükselmiş olan Türk sanayi sektörü 2000’lerin başında önce 15. sıraya geriledi sonra 2010 sonrasında ilk 20 sıralamasının dışında kaldı.
Türk İmalat Sanayinin Dar Boğazı: Dış Taleple Büyüme
Yaşanmakta olan kriz, en tahrip edici etkisini Türk imalat sanayii üzerinde gösterecektir. Türk özel imalat sanayi; “öncelikle, ithalat yapamadığı-ithalatını finanse edemediği için” üretemiyor. Üretebildiğini de uluslararası alandaki “dramatik dış talep düşüşleri” nedeniyle satamıyor. Bu ikili darboğazın yanında, Türk imalat sanayi aynı zamanda uluslararası piyasalardan “yeniden-finansmanı”nı sağlayamayacağı anlaşılan ağır bir dış borç yükümlülüğünün tehdidi altında yaşamaktadır.
Yukarıda vurgulandığı gibi, 2001 yılında ve ardından 12 yıllık AKP döneminde, “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile tercihi yapılan “dış taleple büyüme” modeli içinde; imalat sanayinde yapısal bir değişimin yaşanması ve faktör verimliliği artışına dayalı bir yapının oluşmasını hedefleniyordu. Bu yapı “dış taleple büyüme”de ihracat artışının esasını oluşturacaktı. Böylece 1985 sonrasında 2000’li yıllara kadar, “faaliyet dışı gelirleri” ile yaşayan Türk imalat sanayi “büyümenin çekici gücünü oluşturacaktı”.
2014 sonbaharında Türk İmalat sanayiinde böyle bir yapılanmanın gerçekleşmediği; Türk İmalat sanayiinin yüzde 74’leri aşan oranda “dış borçlanmaya dayalı” bir “ithalata bağımlı”, neredeyse “ithalde işleme rejimine dönüşmüş” bir ihracat yapısı ile “Dış Taleple Büyüme” modelin içinde, üretip-satamama darboğazına ve dış borç batağına sürüklendiğini izledik.
2014 sonu itibariyle Türk özel sektörünün ağır bir kısa vadeli borç yükü altında olduğu biliniyor. Bu borç yükü, bankacılık kesimi ya da bankacılık dışı finans kesimi ile ilgili değil, şirketlerin borçlanması niteliğinde. Bu kaynağı kullandırmış olan yurt-dışı kaynakların vadesi dolan alacaklarında vadeyi yenilemekten kaçındıkları 2014 yılının ikinci yarısından başlayarak artış gösteriyor.
Dış Taleple Büyüme Rekabet Gücü Yarattı mı?
Dış Talep Modeli’nde hedeflenen “rekabet gücüne kavuşma savının” aksine, imalat sanayiini ağır dış-borç batağına götüren bu yapının nasıl ortaya çıktığını vurgulayalım: İmalat Sanayiinde Türk şirketleri AKP iktidarının I. Dönemi olarak tanımladığımız 2003-2008 arasındaki, 6-7 yıllık dönemde faaliyet hacimlerini genişletmişler ve ihracatlarının artırmışlardır. I. Dönemin dış ticaret göstergelerinde yüksek hızdaki bu büyüme yapısı izlenmektedir. Bunun kaynağında sanayin rekabet gücünden kaynaklanan bir artış yoktur. Ancak, yurt dışından (uluslararası alanda yaşanan likidite seline bağlı olarak) düşük faizle sağladıkları borçlanmalarını yurt-içindeki yüksek faizin yarattığı arbitrajları kullanmak suretiyle hem ithalatlarının finanse etme imkanına kavuşmuş, yurtiçindeki ucuz dövizi kullanarak bu borçlanmalarının geri ödemesini rahatlıkla sağlamışlar, böylelikle işletmelerinin finansmanının sağladıkları gibi zaman zaman net kazanç imkanlarına dahi ulaşmışlardır. İşletmelerin faaliyet hacimlerinin genişlemesi ve ihracatlarının artışındaki temel değişim, yapısal bir değişim sonucu ortaya çıkmamış ancak TL’nin aşırı değerlenmesine bağlı ucuz yurt-dışı borçlanmasının yarattığı bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır. 2005 yılı yaz ortasından başlayarak somutlaşan değişim, İSO’nun 2005 yılı 500 Büyük Sanayi Kuruluşuna ait sonuçlar ile somutlaşmaya başladı ve 2006-2007 yıllarında hızlanarak devam etti. 2008 yılında şiddetlenen Dünya finans krizine kadar sürdü.
Türk imalat sanayiinde, bir yapısal değişimden çok, “kısa vadeli sermaye hareketleri” girişlerindeki artışın yarattığı “sahte bir cennet” yaşanıyordu. İktisaden açıklarsak “kötü para iyi parayı” AKP iktidarının I. döneminde hep kovdu. Türk İmalat sanayiinde, 1985 -2000 arasındaki “faaliyet dışı gelirlere” dayalı cennet, bu kez 2002-2008 arasında “ kısa vadeli sermaye hareketlerine dayalı” bir cennete dönüşmüştü. Türk İmalat sanayinde rekabetten kaynaklanan bir yapısal değişim yaşanmamış nisbi olarak ucuzlamış olan ithalattaki hızlı büyümeden kaynaklanan üretim artışı yaşanmıştır.
Hep İthalat
Bu rahat ve geçen altı-yedi yıllık dönem içinde hiç sonu gelmeyecekmiş gibi gözüken finansman modeli, 2008 yaz ortasında başlayan Merkez Krizi ile yurt-dışındaki kaynakların bir anda yok olması ve hızla maliyetlerinin katlanması sonucu Türk Sanayi sektörünü “ithalat” imkanından bütünüyle yoksun bırakırken aynı zamanda yüksek bir dış borç yükü ile karşı karşıya bırakmıştır.
Bir yönü ile mevcut dengede Türk imalat sanayi dış kaynak bulamadığı için ithalat yapamama ve yurt-içi üretimini daraltmak zorunluluğunun duymaktadır. 2009 yılında büyüme hızı krizin sonucu olarak % – 4.8 oranında reel olarak geriledi. Gerileme büyük oranda sanayiden kaynaklandı. İthalat 2009 yılında %30 oranında daraldı ve 2008 yılında 200 milyar doları aşmış olan ithalat 140 milyar dolara indi. 200 milyar dolar seviyesine yeniden 2 yıl sonra çıktı. AKP iktidarının I. Döneminde yıllık olarak %28 oranında büyümüş olan ithalattaki artış II. Dönemde ( 2009-2014) %11 düzeyine geriledi. Ancak kriz başındaki ithalat seviyesi ile karşılaştırıldığında ikinci altı yıllık dönemde sadece toplam %24 oranında ithalat artışı olmuştur. İthalattaki bu açık yavaşlama eğilimi bütünüyle üretime yansımış ve sanayi üretimi ortalama yıllık %1,5-2 düzeyinde seyretmiş (-) negatif eğilimde göstermiştir. Üretim, yüksek ithalat bağımlılığı ve bağımlılığın ara malları ithalatından kaynaklanması ya da orada yoğunlaşmış olması, ithalattaki düşüşün doğrudan ve hemen üretime yansımasına neden olmaya devam etmektedir. Üretim ithalat arasındaki bu geleneksel ilişkide hiçbir yapısal değişiklik olmadığı aksine daha yüksek bir bağımlılık ilişkisinin ortaya çıktığını söyleyebiliyoruz.
İthalat-Yurt-İçi üretim cephesinde, 2009 ile ortaya çıkan rahat dış kaynak akışının tıkanmasına bağlı olarak, Türk sanayiinde bir kez daha somutlaşan bu yapının yansıra, uluslararası piyasalardan kaynaklanan dış talep daralması ve Türk özel imalat sanayinde (bankacılık-finans kesimi dışında) karşılaştığı dış borç yükümlülüğü sorunu, uluslararası kriz ortamında Türk ekonomisinin “yumuşak karnını” oluşturmaktadır.
Türkiye bu krize kendisine dayatılmış olan bir büyüme-sanayileşme stratejisinin yapısal sonuçları nedeniyle son 35 yılda bir kez daha girmektedir. Türkiye’ye önerilmiş olan büyüme stratejisi yaşanmakta olan kriz karşısında Türk İmalat sanayini bütün korunma imkanlarından yoksun bırakmaktadır. Krizin sonlandığı noktada da Türk İmalat Sanayiini ciddi başka sorunlar bekleyecektir. Krizden çıkmak için uğraşan Merkez ekonomiler “rekabet imkânlarının” bu kriz sonrasında çok daha zorlanacağını tahmin ederek, bu politikalara öncelik verme, kısaca yeni teknolojik-yatırım süreçlerini özendirmeyi hedeflemektedirler. Türkiye ise, bilinçsiz bir şekilde, IMF “İstikrar politikalarına” doğru yol almaktadır. Türkiye dışarıdan gelen bu krize kendi ulusal politikaları ile karşı koyabilecek güçten yoksun hale gelmiştir. Çünkü elinde hiç bir ulusal iktisat politikası aracı bırakılmadı. Daha ötesinde AKP iktidarının politika yöneticileri Türkiye’nin yetişmiş iktisat bürokrasisine güvenmeyerek derin bir tahribatı bilinçli ya da bilinçsiz ancak sistematik olarak yürütmüştür. Bu sistematik yok ediş sürdürülürken siyasetçinin yarattığı daha bilgili ve donanımlılarını yetiştiriyoruzun sadece bir “algı yaratmaktan” öteye geçmediği, böyle kadroların yetiştirilmediği ve Türk imalat sanayiinde hem kamu ham de özel sektörde derin bir yetişmiş-donanımlı teknik ve idari eleman boşluğu yaratıldığı açıklıkla görülür hale gelmiştir.
Ekonomik İktidar Boşlukta
AKP iktidarı 12 yılı aşan üç seçim dönemini tamamlıyor. İktisat politikalarında iki ayrı dönemi yaşadık. İkinci dönemin 2011 yılı seçiminden sonraki bölümünde özellikle İktisat Politikası anlamında geriye dönüp baktığımızda “iktidar boşluğu” içinde yaşadığımızı söyleyebiliyoruz.
2008 yılında sonlanan IMF+Dünya Bankası denetimindeki “İstikrar+Yapısal Reform” programından sonra kendini büyük kriz içinde buldu. Krizden çıkış için yeni bir İktisadi Kalkınma programı başlatmadı. Böyle bir arayışı yoktu. Kriz öncesi 2003-2007 arasında olduğu gibi dış kaynak girişinin süreceği ve dış taleple büyümenin devam edeceği öngörülmekteydi. Şimdi artık rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Kalkınma gibi bir kaygının olmadığı da açık. 2008 sonrasında 2009 büyümesi % 5’i bulan reel daralmadan sonra kamu ekonomisine dayalı, büyük kent rantları ve inşaat sektörü ile büyüme sağlayabileceğini düşünen iktisat tercihi yapılmak istendi. Kısa sürdü. Türkiye’nin kısa vadeli özel sektör kaynaklı dış borcu toplam borç yapısı içinde ağırlıklı hale gelmişti. AKP iktidarının ilk beş yılı içinde dış borç artışı çok hızlı genişlemiş ve uluslar arası kaynaklardan borç sağlama limitlerine yaklaşmaya başlamıştı. 2012 yılından başlayarak sırayla, önce doğrudan sermaye girişi düştü, sonra orta-uzun vadeli borçlanmayı sağlayan piyasalardan kaynak girişi sınırlandı. Son olarak 2014 üçüncü çeyrekten itibaren tahvil üzerinden borç imkanı da sınırlandı. Türkiye 2014’ün son aylarından başlayarak ithalat hızla düşmesine rağmen cari açığı ancak rezerv eriterek karşılayabilir hale geldi.
2011 seçimlerinden sonra somutlaşan bu yavaşlama 2013 ve takip eden yıllarda %2’ler düzeyine inen ve yıllık nüfus artışını çıkardığımız zaman tam durgunluk ve resesyon içinde olduğumuzu gösteren büyüme sonuçları, istihdam, dış ticaret, enflasyon, yatırım, tasarruf, borç göstergelerindeki birlikte kötüleşme 2011 sonrasında derin bir yönetim boşluğu yaşamakta olduğumuzu gösteriyor. Kısaca 12 yıllık AKP İktidarı son seçim döneminde iktisaden iktidar boşluğu içindedir. Bu boşluk uzun dönemli olmuş ve özellikle sanayi sektöründe yatırım alanında büyük boşluk yaratmıştır.
Türkiye yeni dönemde acilen büyümeye değil, Planlı Ekonomik Kalkınmaya yönelmek ihtiyacındadır. Son 12 yılda yaşanmış olan büyük tahribat ekonomide yaygın bir alanda olmuştur.
Yazının birinci bölümü: http://mulkiyehaber.net/?p=6875
Yazının ikinci bölümü: http://mulkiyehaber.net/?p=6916