Çeviri: İlknur Frolet***
Adayların seçmen kazanmak için yaptığı türlü çılgınlığa rağmen, kimi temel meseleler 2020 seçim sonuçlarını her koşulda etkileyecektir. Bunların en önemlisi, işçi sınıfından milyonlarca Amerikalının tarihsel olarak birikmiş olan öfkesi ve aldatılmışlık hissidir. 1970’lerden bu yana, işçi sınıfının gelir ve varlık dağılımdaki göreli konumları kötüleşmiştir. Reel ücretlerde hiç ilerleme yaşanmazken işçilerin artan verimliliği işverenlere hep daha fazla kârlar getirmiş, bu da eşitsizliği artırmıştır. Tek başına bu durum bile işçi sınıfını zayıf düşürmüşken, ABD toplumu, göreli ekonomik durumu zayıflayanların üzerine çok sayıda siyasi, kültürel ve toplumsal yenilgiyi de yükleyebilen bir şekilde yapılandırılmıştır.
Durgun reel ücretler işçilerin tüketimini sınırlarken, aldıkları siyasi destek de (politikacıların ilgisinden hükümet programlarına kadar) suyunu çekmiştir. Değişen kültürel normlar (akıllı telefonlar, moda barlar, süslü spor kompleksleri, vb.) giderek karşılanamaz hale gelen yeni harcamalara yol açmıştır. Yükselen tüketici borçları (ipotekli ev kredileri, araba kredileri ve kredi kartı borçları) yeni harcamaları ancak kısmen karşılayabilmektedir. Bununla birlikte bu borçlar yeni türlerde ve derecelerde finansal endişeye de yol açmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın temel toplumsal vaadi –işçi sınıfı çocuklarının üniversiteye gitmeyi umabilecekleri, hazırlanabilecekleri ve üniversiteden mezun olabilecekleri vaadi- erozyona uğramıştır. Yükseköğrenim kurumlarına devlet desteğinin azalması, işçi sınıfının göreli gelir ve varlıklarının gerilemesinde olduğu gibi, bu kurumların maliyetlerinin çoğunun öğrencilere yüklenmesi sonucunu doğurmuştur. Öğrenci borç yükü patlamış ve işçi sınıfı hanelerini başka bir yönden de sıkıştırmıştır. Borçla bağlanmış genç insanlar evlerinden ayrılamamış, yeni aileler kuramamış ve kendine yeter bireyler haline gelememişlerdir. Öğrencilerin bu konuda kendilerini suçlamaya ek olarak ebeveynlerine bel bağlamaları ve hızla katlanan borç kaygısı işçi sınıfı hanehalkını daha da sorunlu hale getirmiştir. Sonuçlardan bazıları uyuşturucu krizleri, artan intihar oranları, ateşli silahlarla yapılan katliamlar ve psikolojik bunalım olmuştur.
İşçi sınıfının ihanete uğrama ve öfke hislerinin, kısmen anlaşılan ancak çoğunlukla sadece zımnen hissedilen önemli tarihsel kökenleri bulunmaktadır. Amerika’da bir şeyler, daha önce farklı olan bir şeyler değişmiş gibidir. Trump’ın gülünç MAGA (Make America Big Again –Amerika’yı Yeniden Büyük Yap) sloganı bu kadar can sıkanın ne olduğunun anlaşılmasını zorlaştırmışsa da can sıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri tarihinin belirli yönleri yaklaşmakta olan seçim için son derece önem arz ediyor.
ABD, 1930’ların Büyük Buhran’ından büyük çaplı mali canlandırma tedbirleri içeren hükümet politikaları ile çıkmıştır. Bu tedbirlerden bazıları Amerikan halkının çoğuna (her ne kadar ırkçı, cinsiyetçi ve diğer ayrımcılıklarla çarpıtılmış olsa da) yönelen yeni sosyal programlar biçimini almıştır. Bunlar sosyal güvenlik sistemi, işsizlik tazminatı ve milyonlarca işsizin federal hükümet tarafından işe alınmasını içermekteydi. Bunlara temel kanunları da ekleyebiliriz: ilk asgari ücret yasası ve Ulusal İş İlişkileri Yasası. Tüm bu icraatlar, işçi sınıfının gelir ve varlık dağılımındaki göreli konumlarında bir iyileşme sağlamışlardır. Bunun da ötesinde, yapılanların ülke için gerçekten de bir “Yeni Sözleşme”, ileriye doğru bir yeni yol olduğu düşüncesine önayak oldular. ABD toplumunun bu yeni yola olan bağlılığı, FDR’nin (Franklin Delano Roosevelt) eşi görülmemiş, ardı ardına gelen seçim zaferlerinin ışığında garanti altına alınmış gibi görünmekteydi.
ABD işçi sınıfı Cumhuriyetçi Parti’nin kendisine dost olmadığını anlamıştı. Irkçı, dindar, göçmen karşıtı ve/veya etnik bağlılıklara (Amerikan politikasının eski dayanakları) yapılan çağrılara kapılanlar hariç, işçi sınıfı ağırlıkla Demokrat Parti’ye yönelmiştir. İşçi sınıfı Roosevelt liderliğindeki Demokrat Parti’den gördüğü ilgi, aldığı destek ve gerçek yardımın süreceği beklentisi içinde olmuştur. Cumhuriyetçilerin 1930’ların baskın temalarından pek fazla sapmaya cüret edemeyeceklerini kabul etmiştir. Bu olsa bile Demokrat Parti işleri yoluna koymak üzere kükreyerek çıkıp gelecektir. “Amerikan Rüyası” Amerikan işçi sınıfı için gayet ulaşılabilir görünmekteydi.
1940’lar, 50’ler ve 60’lar, Afro-Amerikalıların ve diğer marjinal grupların o güne dek daha ziyade beyaz, erkek işçi sınıfına sağlanan haklardan yararlanmaya dönük giderek artan talepleri bir yana, genel anlamda işçi sınıfının bu tür beklentilerini güçlendirmiştir. Federal hükümet istihdam yaratan altyapı projeleriyle (otoyollar, sosyal konutlar, vb.) başı çekmiştir. Eyalet hükümetleri işçi sınıfına uygun bir kamusal yükseköğrenim sistemi yaratmışlardır. Daha geniş bir toplumsal içerilmeye doğru gerçek ancak yavaş bir ilerleme sağlanmıştır. Yeni Sol 1960’larda daha önce marjinalleştirilmiş olan grupların daha tam ve daha hızlı bir şekilde içerilmesi talebini öncelikli hale getirerek durumu zımnen kavramıştır.
1970’lerde her şey değişti. Yenilgiler ve daha önceki gerilemeler (örneğin işçi sendikalarını zayıflatan 1947 Taft-Hartley Yasası) Amerikan işçi sınıfına genel bir ihanet haline gelecek derecede yoğunlaşmıştır. 1930’lardan beri Amerika’nın şirketler kesiminin Yeni Sözleşme’den kaytarmak ve onu zayıflatmak için tutum değiştirmesine yetecek kadar zaman geçmişti. Şirketler ve müttefikleri Yeni Sözleşme’nin tamamen yürürlükten kaldırılması için cepheden bir taarruza giriştiler. Reagan ile birlikte, Cumhuriyetçi Parti sağa yöneldi, Demokrat Parti de onun terk ettiği boşluğa doğru kaymaya başladı. Her iki parti de nihayetinde neoliberalizm olarak anılmaya başlanacak olan taahhütlerde giderek artan oranda ortaklaştılar. Temelde ekonomiye devlet müdahalesinin azaltılmasının (vergi kesintisi, serbestleştirme vb.) ve özel teşebbüs ve “serbest” piyasaya bağlılığın artırılmasının hızı konusunda ayrışmaktaydılar. Cumhuriyetçilerin acelesi vardı. Demokratlar, sağa doğru kayan siyasal iktisadın kurbanlarına, adapte olmaları ve durumla başa çıkabilmeleri için destek olmak için daha yavaş ilerlemek istemekteydiler.
Cepheden taarruz, Amerikan şirketlerinin, Yeni Sözleşme’nin şirket kârlılıkları üzerinde yarattığı sınırlandırmalardan kurtulmak üzere hayata geçirdiği üç girişimi, çoğunlukla eleştirmeden destekleyen politikalar biçimini almıştır. Bu girişimlerden ilki, iki çağdaş teknik değişimin getirdiği fırsatlardan yararlanmıştır: jet motoru ve modern telekomünikasyon. Biri, şirket yöneticilerinin kolaylıkla ve hızla dünyayı kat etmelerini sağlamış, diğeri ise ABD’deki şirket genel merkezlerinden dünyanın herhangi bir yerindeki şirket operasyonlarının gerçek zamanlı gözetim ve denetimini olanaklı kılmıştır. Bu çığır açıcı buluşlar, bir arada, Amerikan üreticilerinin en cesurlarının, üretimlerini yabancı ülkelere öncekinden çok daha fazla düzeyde taşıyabilmelerini sağlamıştır. Yurtdışındaki çok daha düşük ücretler ve yerel hükümetlerin istihdam yaratmadaki çaresizliği buralara giden Amerikan şirketlerinin büyük kârlar elde etmesini mümkün kılmıştır. Bu durum, o zamandan beri, bu şirketlerin rakiplerini de Amerika dışına iş ihraç etmeye zorlamıştır. Amerikan kapitalizminin kâr odaklı küreselleşmesini Cumhuriyetçiler coşkuyla, Demokratlar tereddütle benimsemişlerdir.
İkinci girişim, denizaşırı mesafelere kolayca taşınamayan kapitalistlerden (örneğin hizmet sektöründe faaliyet gösteren birçok şirket) gelmiştir. Bu şirketler düşük ücretli yabancı işçileri Amerika’ya getirerek kârlarını arttırmışlardır: özellikle Latin Amerika kaynaklı yeni ana göç dalgaları. Üçüncü girişim, emekten tasarruf sağlayan büyük bir teknik değişim programı kapsamında kapitalistlerin bilgisayarları, sonra robotları, şimdi de yapay zekâyı kullanmalarına yol açmıştır. Otomasyona kurban edilen ya da ihraç nedeniyle kaybedilen istihdama ek olarak ABD’nin işgücüne göçmenlerin gittikçe artan oranda katılmasının, saat başı reel ücretlerde bugüne kadar rastlanmamış düzeyde yaşanan durgunlukta payı vardır. Amerika işçi sınıfının Yeni Sözleşme’den bekledikleri kesinlikle bunlar değildi.
Durgunlaşan ücretler, 1970’lerden sonra işçilerin Amerikan Rüyası’nı gerçekleştirmelerine engel olurken, ihanete uğratıldıkları hissi, işçi sınıfının iki tepkisi ile geçici olarak dindirilmiştir. İlk olarak, durgun reel ücretler milyonlarca kadının ücretli emek piyasasına katılmasına yol açmış, iş bulmada yaşanan rekabeti arttırmıştır. İkinci olarak, işçi sınıfı aileleri daha fazla borçlanmıştır. Amerikalı tüketiciler, ipotek ve araba kredilerine, yüklü kredi kartı ve öğrenim kredisi borçlarını da eklemişlerdir. Bu borçlanma, yüzyılın son çeyreği boyunca işçi sınıfı tüketimini mümkün ve sürekli kılmıştır. Giderek hane başına daha fazla ücretli çalışan ve artan borçlanmaya bağlı olsa da işçi sınıfı Amerikan Rüyası için yine de çabalayabilmiştir. Durgun ücretler ve artan borç, aynı zamanda küresel kapitalizmin bir canlanma yaşamasına yol açmıştır. Menkul kıymetler borsası, en tepedeki % 10’u zenginleştirerek ve hem Cumhuriyetçilerin hem de “ortayolcu” Demokratların neoliberalizmi kutsamalarını tahkim ederek şişmiştir. Kendi yarattıkları “yeni ekonomi”, “yeni normal” ve “ideolojinin sonu” (yani sosyalizmin sonu) kandırmacalarına kendileri inanmışlardır. Kapitalist ütopyacılık moda olmuştur.
Artan borcun, sonunda patlayacak bir balon olduğu anlaşılmıştır: ilk önce 2000’deki Dotcom çatlağı, sonra 2008’deki büyük çöküş. ABD işçi sınıfı kısa aralıklarla ardı ardına üç kez sarsılmıştır. İlkin, yükselen hayat standardı vaadi, artık açık bir şekilde tutulmuyordu: Ücretler durgun, borç düzeyi sürdürülemez boyutlara ulaşmış ve aileler ile hanehalkları tükenmişti. Giderek erişilmez hale gelen ertelenmiş Amerikan Rüyası gerçekliği, hepten çökmeye başlamıştı. İkinci olarak, işçi sınıfı, 2008’de ve sonrasında Cumhuriyetçilerin ve Demokratların, çoğu kez vergi mükellefleri aleyhine, büyük finans kuruluşları ve büyük şirketlere mümkün olan her türlü vergi, harcama ve mevzuata ilişkin desteği vermek için birbirleriyle kıyasıya yarıştığına tanık olmuştur. Muhafazakârların uzun süre tutunduğu bir sorun olan bütçe açığına ilişkin kaygılar ortadan kalkmıştır. Ekonomiyi aşağıdan başlayarak canlandırma düşüncesi de ortadan kaybolmuştur. Damlama iktisadı**** baskın hale gelmiştir, damlatılan miktar ne kadar az olursa olsun (milyonlarca “batık” ev sahibine hiçbir zaman alamayacakları yardım vaat edilmiştir). Son darbe, neredeyse ölü olan kapitalist sınıfı yaşatmak için trilyonlar harcandıktan sonra, kitleler için planlanan bir tasarruf programını rasyonalize etmek için “yükselen bütçe açığı problemi”nin yeniden keşfedilmesi ile gelmiştir.
Bu üç şok Amerikan işçi sınıfının büyük bir kısmı için çok ağır olmuştur. Cumhuriyetçilerden pek az beklentileri vardır, ancak Demokratların ihanetine uğradıklarını hissetmişlerdir. Demokratlar gidişi durdurulabilirlerdi ve durdurmalıydılar; ancak Parti işe yaramak için ya çok zayıftı ya da neoliberal statükonun içine fazla gömülmüştü. “Washington” aygıtının tamamı –iki parti- müştereken sorumluydu. İşçi sınıfının partilere olan öfkesi, ihanetlerini açığa vurmak ve ayıplamak yerine sözde sadakatlerini ciddiye alarak onları koruyan medyaya da yöneldi.
Elbette, büyük kitleler Demokrat Parti’nin yanında kalmıştır çünkü onu ehven-i şer olarak görüyorlardı. Ancak –çok sayıda seçimin sonucunu değiştirmeye yetenden fazla sayıda olan– diğerleri, her iki ana partinin ileri gelenlerine olan öfkelerini ve ihanete uğrama hislerini ifade edebilecek ve edecek bu partilerden birini desteklemek için hazır ve hevesliydiler. Trump bunu Sanders’tan çok daha hızla ve açıkça yaptı. Her ikisi de kendi partileri içinde kaldı, ancak Trump’ın, partisinin eski ileri gelenlerinden kopuşu (göçmenlere, ticaret ortaklarına ve müttefiklerine vb. gösterilen büyük düşmanlıkta ifade bulan) saldırgan milliyetçiliğinde olduğu gibi, daha fazla cepheleşmeye yol açar nitelikte oldu. Bu, Cumhuriyetçilerin destekledikleri kapitalist küreselleşmeden kopuşun altını çizmekti. Buna karşı Sanders’ın kendini “sosyalist” olarak tanımlaması –Demokrat Parti geleneğinden kesinlikle önemli bir kopuş- geçen yarım asırda bu kavramın şeytanlaştırılmasıyla beyni yıkanmış pek çokları için sarsıcı olmuştur. Sanders’ın (Yeni Yeşil Sözleşme’yi savunan) ekonomik tasarısı Demokratlardan bir kopuştan çok klasik Demokrat Parti’nin görüşlerinin daha ilerici bir versiyonuydu. Ortayolcu Demokratlar bu görüşleri pratikte görmezden gelirken, onlara sözde bağlılıklarını sürdürmüşlerdir.
Benzer ihanete uğramışlık hisleri, Mayıs 2019’da sonuçlanan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa işçi sınıflarını kendi eski partilerinin aleyhine döndürmüştür. Orada da Trump benzeri figürler (İngiltere’de Farage ve Johnson, İtalya’da Salvini vb.) eski merkez-sağa keskin ve aşırı milliyetçi bir tutumla meydan okumuşlardır. Bu esnada, yeni solun, müesses sosyalist partilerin eski merkez-solu ile ilişkilerini, çok daha az keskin bir meydan okuma karakterize etmektedir. Bu nedenle yeni sol, büyük ölçüde Yeşil ve belli belirsiz anti-kapitalisttir: eski sosyalistlerden daha ilerici ancak nitelik bakımında değil nicelik bakımından. Şimdiye kadar sadece tek bir örnekte, Fransa’nın sarı yeleklilerinde, solun sağa meydan okumaya ve yenilgiye uğratmaya yetecek yeni ifade ve hareket yöntemleri bulması için bir potansiyel mevcuttur.
Hem Avrupa hem de ABD’de, işçi sınıfının en öfkeli, ihanete uğramış kesimleri, eski siyasal müesses nizama keskin bir meydan okuma ve ondan keskin bir kopuşu tercih etmişlerdir. Trump’ın nahoş tweetleri, Jonhson ve Salvini’nin taşkınlıkları gibi, işçi sınıfının ruh hallerine uygun gelmiş, oylarını kazanmış ve desteğini sağlamayı sürdürmüştür. Sarı yelekliler örneği, solda buna benzer bir şey yapabilirdi. ABD’deki 2020 seçimi, işçi sınıfının hislerinin bu iki türünün ifadesi için bir sonraki en büyük fırsat olacaktır.
Yukarıda özetlenen tarihçe 2020 için dersler içeriyor. Demokrat Parti retoriği, sembolizmi ve şahsiyetlerinde (Biden gibi) bir geçmişe dönüş, 2016’dan bu yana yaşanan siyasi yanlışların ve yenilgilerin tekrarı için bir reçete olacaktır. Biden büyük ihtimalle, maziperest Bob Dole’un 1996’da Cumhuriyetçiler için yaptığı gibi Demokratlar için kaybedecektir (Dole belki de dersini almış ve sonunda Trump’ı kabul etmiştir, kendisi bunu yapan tek Cumhuriyetçi Parti eski başkan adayıdır). Bir başka ders, başka olası adaylar Sanders’ın daha solunda açık, güçlü bir pozisyon alana kadar veya almadıkları sürece, Sanders’ın Demokratların en büyük umudu olmasıdır. Böyle bir pozisyon, işçi sınıfının sistematik olarak düşüşte olan kapitalizmden kaynaklanan sıkıntılarını açık seçik dile getirmek, böylelikle sistem değişikliğini bir çözüm olarak sunmak olabilirdi: örneğin hiyerarşik kapitalist şirketler yerine işçi kooperatiflerine dayanan bir ekonomi. Böyle pozisyonlar, solda, Trump’ın sağda önerdiğinden daha çekici, cüretkâr ve yeni planlar yapılmasını sağlayabilirdi.
Ayrıca Demokrat Parti içinde kalmak Sanders’ın –ya da daha solda birinin- kazanma ihtimalini tehlikeye düşürmektedir. Bir Demokrat olarak seçime girmek, Partinin seçim mekanizmasından arta kalanlar ve her ne olursa olsun Demokratlara oy veren çekirdek kesim dikkate alındığında yararlı olsa da, seçmenler için çok olumsuz çağrışımlar barındırmaktadır.
Şimdilerde Amerika’da siyaset hızla değişmekte. Lenin’in on yıllarca hiçbir şeyin gerçekleşmediği ama sonra bunların bir kaç ayda gerçekleştiği tespiti hala geçerlidir. Gallup’unkinin ve diğer anketlerin açıkça gösterdiği gibi, sosyalizm yeniden keşfedilmekte ve yeniden takdir kazanmaktadır. Sosyalist düşüncelerin, tartışmaların ve programların ciddi olarak öğretilmesinin ya da hatta kamusal olarak ifade edilmesinin ABD’nin geçen yüzyılın yarısı boyunca gördüğü baskı dikkate alınırsa, söz konusu yeniden keşif süreci, eski sol-Demokrat Parti düşünceleri, eski sol-Keynesgil iktisat, vb. üzerinden hızla ilerlemektedir. Heyecanlı genç yeni sosyalistler hâlihazırda bu sınırları zorlamakta ve aşmaktadırlar.
“Demokratik sosyalizm” ilk tasdiki farklı sosyalist yönelimlere doğru olgunlaşır olgunlaşmaz farklı sosyalist hareket anlayışları ve kurumlaşmalar ortaya çıkacaktır. Demokrat Parti’nin 2020 seçimlerini yönetme biçimi sadece tarihin verdiği dersleri anlayıp anlamadığını göstermekle kalmayacaktır, aynı zamanda yükselen yeni sosyalist solun hızını ve muhtevasını da etkileyecektir. Son olarak, yeni sosyalist solun büyüklüğü, hareket gücü ve genel nüfus içinde sahip olduğu destek (özellikle gençler arasında) nedeniyle, dönüşeceği şey, ABD siyasetinin geri kalanını, son yarım asırdır görülmedik biçimlerde ve önemli ölçüde etkileyecektir.
—————————————————–
(*) Kaynak: https://www.counterpunch.org/2019/06/03/american-history-and-the-2020-election/.
(**) İktisatçı, New School Üniversitesi.
(***)Mülkiye Eğitim Merkezi Çeviri Çalışma Grubu.
(****) Trickle-down economics; kısa dönemde ekonominin canlandırılıp yoksul kesimlere de uzun vadede yarar sağlanması için şirketler ve varlıklılara uygulanan vergilerde indirime gidilmesini öneren iktisadi yaklaşım.