İsmail Hakkı Karakelle
17 Şubat 2019 Pazar günü, Ilgaz Dağı’nda yürüdük. Güzeldi, çok güzeldi. Gideceğimiz yol, dolayısıyla otobüste geçireceğimiz zaman uzundu. Biz de yolda mola yerine otobüste çay/kahve eşliğinde simit/poğaça vermeyi tercih ettik. Doruk Otel’de teşaşür molası, ardından Hümeyra’nın yokluğundan bilistifade yalapşap ısınma hareketleri yapıp saat 11 olmadan yürüyüşe başladık. Acelemiz vardı; Ilgaz Dağı’nda bu mevsimde nadiren görülebilecek açık ve nispeten ılık havayı kaçırmak istemiyorduk. Ancak, telaşa gerek yokmuş; ışıl ışıl güneş, masmavi gökyüzü bütün gün bizi terk etmedi.
Kısa bir toprak asfalt karışımı yoldan sonra yoğun karla örtülü bölgeye girdik. Kuzey disiplini kayaklı koşu antrenmanı yapan genç sporcuları arkamızda bırakıp zirveye doğru yol aldık. İlerledikçe manzara güzelleşti; kardan adamlara, ama bir hayli uzun boylu adamlara dönüşmüş köknarları ve onların arasından bir kaybolup bir çıkan Küçük Hacet-İbrahim Peneklioğlu agamızın önerisi ve oybirliği ile adı artık Küçük Teşaşür oldu-Tepesini seyrederek zirvenin eteklerine geldik. Rehber yine numarasını çekti ve grubu basılı yoldan çıkarıp bir metreye yakın bolkara soktu. Artık, yürü yürüyebilirsen; bata çıka, bazen arkadan gelenin yardımıyla battığı yerden çıkarak ve elbette böyle anlarda rehberin kulaklarını “hayırla” çınlatarak dar naçar öğlen molasını vereceğimiz, yarı beline kadar karlara gömülü ahşap kulübeye ulaştık. 2000 metrenin üzerinde çaylarını yudumlayanlar oralara kadar sıcak suları sırtlarında çekenlere minnetlerini sundular ve pek tabii rehberin çektirdiklerini de unuttular. Öğlen atıştırmasından sonra son, kısa ama zorlu çıkışa başladık ve TRT vericilerinin olduğu zirvenin etrafını dolaştık. İnanılır gibi değil ama, hava hâlâ pırıl pırıldı. Olağanüstü manzarayı gözlerimize çektik. Nezaketle “yardıma ihtiyacımız olup olmadığını” soran Verici’deki görevli, “burada fırtınasız, rüzgarsız gün, saat olmaz” diyerek şansımızı teyit etti.
Dönüş yolunda yorgun ama keyifliydik; kısa molalar vererek, çıkarken tam olarak göremediğimiz yerleri daha bir dikkatle seyrettik, fotoğraflar çekildik, kesmedi karlarda yuvarlandık. Ana kayak tesislerinde, Zirve Kafe’de yarım saatlik çay/kahve molasından sonra otobüsün yanına geldik. Ilgaz yolu üzerindeki lokantada nefis kavurmaları-başka bir vesileyle söylediğim gibi, boşuna adımız yeme/içme grubuna çıkmadı-götürdük, elimiz boş dönmeyelim diye aynı yerden üçer beşer kilo kaya tuzu aldık. Tuzları Ankara’daki çevre/doğa/yeşil düşmanlarını tuzlamak için alıyoruz, diyen de vardı; kaynanamı tuzlayacağım diyen de.
Dönüş yolunda, güzel bir âdete dönüştürdüğümüz türkü/şarkı faslı başladı ve artık rehberliği bu işin üstadı Ahmet Bahadır Boso agamız nam-ı diğer Boso dayımız aldı. Daha önceki dönüş yollarından başta Şirinay olmak üzere güzel seslerimizi biliyorduk. Bu defa yeni ve nevi şahsına münhasır bir seslimiz daha olduğunu keşfettik: 1976 mezunlarımızdan kemancı Mustafa Su. Türkülerle, şarkılarla, Feleğin elinden bir güzel gün daha çalıp terkimize atmış olarak Ankara’ya döndük. (Fotoğraflar: İlkay Ulusoy)