Anayasa Mahkemesi, Hayat Dönüş” operasyonuyla ilgili yapılan bir başvuruda, devletin, gözetimi altında bulunduğu bir sırada yaralandığı sabit olan T.Y.nin ne şartlarda yaralandığını açıklama ve dolayısıyla yakınlarına karşı mutlak zorunlu bir hâlde güç kullanıldığını ispatlama yükümlülüğünü ikna edici biçimde yerine getiremediğini tespit etti.
Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü Hüseyin Yıldız ve İmiş Yıldız başvurusunda Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi. 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleşen ve çok sayıda tutuklunun ölümüyle sonuçlanan “Hayata Dönüş” saldırısında yaralanan (görme kaybı) hükümlü T.Y.nin ebeveyni olan başvurucuların yaptığı AYM başvurusunda kararını açıklayan mahkeme, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine hükmetti.
Ölen ve yaralananların olduğu operasyonun ardından güvenlik güçleri hakkında yürütülen soruşturmalar sonucunda açılan kamu davaları zamanaşımı nedeniyle düşmüştü.
Operasyonda tek gözünde görme yetisini kaybettiği iddiasıyla Adalet ve İçişleri Bakanlığına tazminat talebinde bulunan T.Y. bu isteğinin reddedilmesi üzerine tam yargı davası açmış, dava sürerken başvurucu yaşamını yitirmişti. Dava sonunda İdare Mahkemesi tazminat ödenmesine hükmetmişti. Temyiz üzerine Danıştay söz konusu kararın tazminat talebinin kabulüne ilişkin kısmının bozulmasına, davanın reddine ilişkin kısmının ise onanmasına hükmetmişti. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesi davanın reddine karar vermişti.
Bunun üzerine başvurucular; hükümlü olan oğullarının ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda görme kaybına uğraması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle AYM’ye başvurdu.
Başvurucuların yakınının bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundaki kargaşa ve tehlike arz eden ortam nedeniyle devletin buraya operasyon yapmasının kaçınılmaz hâle geldiğinin savunulduğu AYM kararında, “Operasyonun seyri ve başvurucunun hangi koşullarda yaralandığına dair devletin açıklama yapma ve başvurucunun hangi eylemleri nedeniyle kendisine karşı güç kullanılmasının mutlak zorunlu hâle geldiğini ispatlama külfeti bulunmaktadır” dendi.
Yürütülen soruşturmanın güç kullanımının haklı olup olmadığının belirlenmesine ve sorumluların tespit edilerek cezalandırılmalarına imkân sağlayacak nitelikte olması gerektiğine vurgu yapılan kararda, şu ifadeler yer aldı.
“Operasyonda görevli güvenlik güçleri hakkında yürütülen soruşturmada fiilen operasyonu gerçekleştiren güvenlik güçlerinin tespit edilememesi ve idari makamlarca birçok defa Savcılığın talep ettiği soruşturma izni verilmemesi gibi nedenlerle açılan kamu davası dokuz yılı aşkın süredir devam etmektedir. Geçen zamanla birlikte delillerin toplanması ve olayın gerçekleşme şeklinin belirlenebilmesi giderek zorlaşmaktadır.
Soruşturmaların makul görülemeyecek denli uzun sürmesi -özellikle güç kullanımının kötüye kullanıldığı hâllerde- bu tür eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesine neden olabilir.
Somut olayda bu kadar uzun süredir devam eden ceza yargılamasında operasyon sırasındaki olayların gelişimi ve başvurucuların yakınının yaralanma koşullarının net biçimde ortaya konulmasının zorluğu gözetildiğinde, sorumluların hesap vermesini sağlayabilecek etkinlikte yürütülmeyen ceza yargılamasının sonuçlanmasını beklemek makul gözükmemektedir.
Devletin, gözetimi altında bulunduğu bir sırada yaralandığı sabit olan T.Y.nin ne şartlarda yaralandığını açıklama ve dolayısıyla yakınlarına karşı mutlak zorunlu bir hâlde güç kullanıldığını ispatlama yükümlülüğünü ikna edici biçimde yerine getiremediği tespit edilmiştir. Dolayısıyla T.Y.ye karşı kamu görevlilerinin kullandığı gücün mutlak zorunlu olmadığı değerlendirilmiştir.
Diğer yandan, aradan uzun zaman geçtikten sonra idari yargı mercilerinin tam yargı davası neticesinde, başvurucuların yakınının eyleme aktif katılımı olduğu yönündeki kabulünün ikna edici bir dayanağı olduğu söylenemeyecektir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.”