İlk günden bugüne, Türkiye için başkanlık sisteminin önerilmesine karşı olanlardanım. Amerika’da yaşıyor olsaydım, başkanlık yanlısı olurdum. Buna mukabil, Türkiye’de yaşıyorum.
Haliyle, uzun uzadıya ‘tartışmak’ yanlısı olmadığım gibi, hâlihazırdaki yönetimin bir hükümet sistemi üzerine kafa yorduğunu da düşünmüyorum. Bir önceki yazıda anlatmaya çalıştığım gibi, talep edilen Türk tipi yeni sistemin adı olsa olsa ‘bir kez yapıştım, ölsem bırakmam’ olabilir. Bu adın, hükümet biçimleri içinde neye denk düştüğünün ise hiçbir önemi yok.
Açık olan tek şey, ziyadesiyle ‘yerli’ ve ‘milli’ bir proje oluşu…
Şu aralar bir yandan başkanlık için kamuoyu oluşturuluyor diğer yandan anketlerde çok ciddi bir destek çıkmadığı için ‘anayasa yazımını demlenmeye bıraktık’ vs. gibi sözler sarf ediliyor. Kampanyalar düzenleniyor. En matrağı ‘gençler yeni anayasa istiyor’ afişleri.
Yıllardır gençlere ‘anayasa’ anlatmaya çabalayan biri olarak, gençlerin ‘yeni anayasa’ arzusu ile kavrulduğunu da bu afişlerden öğrenmiş oluyorum!
2010’da, şimdinin azılı terör örgütü ‘Cemaat’ ile ‘birlikte’ organize edilen gösterilerde kullanılan pankartları andırıyor. O zaman binlerce insan ellerinde ‘yetmez ama evet’ pankartlarıyla İstiklal’de yürüyüş yapmıştı, hatırlarsınız. Ne günlerdi; takım elbise altına bez pabuç giyen genç zibidiler vs…
Başkanlık konusuna dair gevezelik eden yandaşların hiçbiri konunun uzmanı olmadığı gibi (pardon, B. Kuzu’nun bir kitabı var!), memleketin adı sanı bilinen tüm anayasacı/kamu hukukçusu/siyaset bilimcileri Türkiye için parlamenter sistem taraftarı. Eh bu durum işleri güçleştiriyor tabii. 2010’dan en büyük fark da burada zaten…
Bu yazıda çok vasat bir iki saptama ve soru ile yetineceğim.
‘Başkanlık,’ ‘yarı başkanlık’ ve ‘parlamenter sistem’ kavramları, yürütme organının örgütlenmesi, bir başka değişle ‘hükümet biçimi’ ile ilgili. Yürütme organının örgütlenme şekli, onun ‘yasama’ organı ile ilişkisini de belirliyor. Ancak yürütme-yasama ilişkisi nasıl kurulursa kurulsun, demokratik sistemlerde ‘yargı,’ diğer ikisinden bağımsız.
Başkanlık sisteminin temel ayırt edici niteliği, ‘yürütme’ ile ‘yasama’ organları arasındaki ayrılığın daha belirgin/katı oluşu.
Örneğin ABD’de başkan ve sekreterleri konumundaki bakanları, meclis üyesi olamıyor. Meclise karşı tek ve toplu sorumlulukları da söz konusu değil.
Cezai sorumluluk olan ‘impeachment’ ise tarihinde bir iki kez gündeme geldi. Son olarak Clinton görevden alınıyordu, Senato’daki oylamada son anda paçayı kurtardı.
Anayasa yapılırken (1787), katı güçler ayrılığında sistemin işlemesi için ‘fren ve denge’ adı verilen bir mekanizmanın varlığına gereksinim duyuldu. Halk tarafından seçilen başkanın elinde, Türkiye’deki ‘geri gönderme’ ile karşılaştırılamayacak ölçüde etkili ‘veto’ kozu oluşu gibi. Senato’nun elinde, başkanın önemli atmalarını ‘onaylama’ kozu oluşu gibi.
Örneğin şu aralar Başkan ile Senato arasında, bir Yüce Mahkeme (Anayasa Mahkemesi) üyesinin atanması için büyük mücadele var. Dokuz üyeli Yüce Mahkeme’nin gelmiş geçmiş en muhafazakâr üyelerinden Antonin Scalia, kalp krizi sonucu öldü.
Reagan tarafından atanmıştı. ABD’de Yüce Mahkeme üyeleri istedikleri takdirde ölene dek görevlerini sürdürüyor. Son derece prestijli, Amerikan siyaseti üzerinde belirleyiciliği olan yargıçlar. Tabii Scalia ölünce, Obama’nın eline büyük bir fırsat geçti. Kendi görüşlerine yakın bir yargıç atayarak Mahkeme’deki dengeyi değiştirebilir.
Bir ‘dünya lideri, ‘Senato’yu ikna etmeye çalışıyor
Obama, son derece deneyimli ve her görüşten yurttaş/siyasetçinin kariyerine saygı duyduğu, 63 yaşındaki Merrick Garland’ı seçti. Bu yaşta birini seçmesinde sanırım Senato’yu ikna çabasının da etkisi var. Çünkü başkanlık yarışının önde giden iki ismi Clinton ve Trump’un aklındaki adaylar çok daha genç. Her neyse, konu Garland değil şimdi. Mesele şu ki, Cumhuriyetçilerin çoğunluğa sahip olduğu Senato, Obama’nın adayına taş koyuyor!
Senato başkanın atamasını ‘onay’ yetkisine sahip. Karşı çıkanlar, yeni seçilecek başkanın atama yapmasından yana ve Obama’nın son yılında bir üye atamasını istemiyorlar. Oysa daha önce de defalarca tanık olunmuş bir durum bu. Obama’nın kamuoyu oluşturma çabası ile Cumhuriyetçilerin Senato’daki direnci devam ediyor. Tabii, destek veren kimi Cumhuriyetçiler de var (ABD’de katı bir parti disiplini yok).
Bu süreçte Obama, herhalde ‘içinden’ demediğini bırakmamıştır Senato’ya. Ancak bildiğim kadarıyla şu ana dek, Amerikan ‘mahalle’ yöneticilerini Beyaz Saray’a toplayıp ‘ya Senato’ya bak ya, sen kim oluyorsun be’ demedi. Diyeceğini de sanmıyorum.
Örnekte adı geçen Obama’nın, dünyanın en etkili/güçlü yöneticisi konumunda olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Ezcümle, bizimkiler alınmasın ama bir ‘dünya lideri,’ mahkeme üyesi atayabilmek için Senato’yu ikna etmeye çalışıyor.
Şimdi bir iki basit ‘varsayım’ ardından, ‘iki’ soru soralım ve yazı öyle bitsin:
Türkiye’de başkanlık sistemi talep edenlerin iki temel amacı olabilir:
*Ellerindeki yetki birikmesinden, güç yoğunlaşmasından duydukları bir rahatsızlık var ve fren-denge mekanizması ile sınırlanmak istiyorlar. Bir AKP’li vekilin içtenlikle dillendirdiği gibi ‘yasama yürütme ve yargı’ onlarda ve bu durumdan çok rahatsızlar. Bu nedenle katı güçler ayrılığı talep ediyorlar ki istedikleri gibi at koşturamasınlar.
*Güç yoğunlaşmasından son derece memnunlar ancak parlamenter sistem anayasası buna izin vermiyor. Anayasaya uymak istemedikleri ve uymadıkları için, kendilerine uygun anayasa yapmak istiyorlar. ‘Nasıl olsa başkanlığı alırız, eh TBMM ve yargı da bizden, gönlümüzce yönetiriz’ diye düşünüyorlar.
AKP, yeni bir ‘rejim’ için yeni bir ‘anayasa’ istiyor
Şimdi bu iki basit varsayım ardından, soruyu yöneltelim: AKP ve lideri için, hangi varsayım uygun düşer?
Bu, aynı zamanda bir zekâ testi, ona göre!
Özet ve sonuç: AKP, yeni bir ‘rejim’ için yeni bir ‘anayasa’ istiyor. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliyse, yeni rejim din sosu hayli yoğun otoriter bir rejim olacak.
Hâl böyleyken, gündeme getirilenin Amerikan tipi bir başkanlık vs. olmadığını tahmin etmek güç değil. Ayrıca böyle olsaydı da karşı çıkılması gerekirdi çünkü o sistem yalnızca Amerika’da demokratik sonuçlar verdi. Türkiye’de talep edilen, adı başkanlık olan 1876 model ‘meşruti monarşi’ benzeri bir garabet.
Başkanlık değil, rejim tartışması yapılıyor memlekette. ‘İnsanların aklıyla fikriyle dalga geçmesinler’ derken, kastım bu. ‘Anayasaya aykırı buldukları anayasa değişikliğini destekleyeceklerini’ ilan eden CHP’li aklı evveller ise, AKP rejiminin inşasına karınca kararınca katkı sunuyor.
Bir kez daha ‘Allah akıl versin’ diyeceğim ama verse bugüne dek verirdi…
Yazı önerisi: Anayasa Hukuku Profesörü Kemal Gözler’in, anayasa ihlallerini, ‘anayasasızlaştırma’ kavramı bağlamında son derece açık bir biçimde anlattığı makalesini, konuyla ilgilenen herkese öneririm.
(diken.com.tr’den alınmıştır.)