“Bilim, itaatsiz olana ihtiyaç duyar” (Adorno)
Bilim nedir? Eğitim nedir? Çağdaş dünyanın geldiği noktada nasıl bir anlayış hakimdir?
Öncelikle belirteyim ki, çağdaş dünyanın eğitim ve terbiye metodları bakımından, özgür ve eleştirel düşünce olmadan bilim yapılamayacağı gibi, en temel seviyede eğitim yapılması mümkün değildir. Korkunun yerine sevgiyi geçirmeliyiz. Bu nedenle, dillerimizi, itaate davet eden ve itaat buyuran ifadelerden temizlemeye alışsak iyi bir şey yapmış oluruz. Korku atmosferinde olan insanların düşünebilmesi mümkün değildir zira. Herkes birey olarak sahip olduğu farklılıkları sergileme ve bunlar temelinde düşünce ve davranış oluşturma hak ve yetkisine sahip olmalıdır. Bunun için, çağdaş bilim, topluluk halinde ve itaata dayalı olarak değil, bireysel temeller üzerinde yapılmayı gerektirir. İcatlar, yenilikler ve yaratıcı insanlar ancak böyle ortaya çıkarılır ve bir ülke böyle zenginleşip kalkınır.
Çağımızın bilim anlayışı, bireysel duruşların; ve özgür ve eleştiren düşüncenin damgasını vurduğu farklılıkların güvence altına alınmasını şart koşar bu nedenle. Bunlar olmadan kendimiz olabilmemiz -dolayısıyla özgerçekleştirimimiz- mümkün olamadığı gibi; çağdaş uygarlık seviyesini yakalamada altın anahtar durumunda olan icat ve yeniliklerin yapılmasını da imkansız kılar.
Bunun için iktidarlar, korku rüzgarları estirmek şöyle dursun, her seviyede aklı başında iktidar yanında muhalif düşünceden danışmanlar ve diğer akıl hocalarını tutmak isterler -değil ki onları imha etmek. Trajik olan şudur ki, kendisi olabilen farklı düşüncedeki fikir insanları kendilerini korumak söz konusu olduğunda son derece beceriksizdirler.. Çünkü içleri dışları bir son derece şeffaf insanlardır bunlar. Bu nedenle de onların kendilerine rağmen yöneticileri tarafından korunmaları gerekir. En azından çağdaş dünya bunun böyle olduğunu artık anlamış durumdadır. İtaat nedir bilmeyen, sonsuz bir araştırma, sorgulama ve (öz)eleştiri sarmalı içinde olan bilim insanları, özellikle de sosyal bilim insanlarının işlerini barış içinde yerine getirebilmeleri için gelişmiş ülkelerde tedbirler alınmış durumdadır. Bunun için olsa gerek, Edward Said, Filistin’le dayanışma için sembolik taş atma eylemini (Filistin’li çocuklarla birlikte) gerçekleştirdiğinde mensubu olduğu Üniversite’nin kurulları kendisini, azarlamak şöyle dursun, savunmuşlardı.
Ülkemizde ise, bu muhalif bilim insanlarının can ve mal güvenliği ortadan kaldırılıyor. Bilim insanı seçerken de, giderek, bilim insanının şahsen ve bilfiil kendisinin üreteceği bilgi yerine çoğunlukla siyasi ihtiyaçların ürettiği suya sabuna dokunmayan bilgilerin değerli bulunduğu bir ortam geçerli hale geliyor. Farklı düşüncelerin koruma altına alınmadığı bir ortamda canlı bir bilim ortamı yaratılamaz…O zaman hepimiz hayıflanırız, neden Türkiye’nin nevi şahsına münhasır bilim adamları yok diye..
Bilim insanı boşlukta oluşmuyor; her şeyden önce kendisini ifade etmede yetkin insanlardan oluşan bir toplum olmayı gerektiriyor…
Ben şahsen, bugün hakkında soruşturma açıldığını öğrendiğimiz Prof. Dr. Gökçen Alpkaya hocamızın yememiz için önümüze gelen yemek kadar sıcak olan gündeme dair soru üretmedeki yeteneğini, bırakın suçlamalarla kirli ve karalamaya değer addetmeyi, ulusal ve uluslararası bilim gündemlerini işgal etmeye değecek denli başarılı buldum. Ayrıca, bana kalırsa, Dünyanın bütün üniversitelerinin hayali, gündemi böyle havada yakalayacak denli literatürüne ve ülke gündemine hakim bir öğretim üyesine sahip olmaktır. Bir çok üniversitede tanım yazdırılıp ezberletilirken, benim üniversitemde öğretim üyeleri öğrenciye düşünmeyi öğretiyor. Ne mutlu! Sanmıyorum ki Gökçen Hoca’nın beklediği yanıt da tek tip bir yanıttır. Farklı noktalardan bakıldığında konunun nasıl da farklı işlenebileceğini ve ele alınabileceğini -şayet kağıtlar okunursa- ortaya koyan cevaplar olduğu görülecektir.