İnsanlar doğar büyür ölür. Bu motto kendimizi bildiğimiz 3-4 yaşlarından itibaren ailelerimiz, çevremizdeki büyükler tarafından ezberletilip durdu. Hele de küçük yaşlarda aile yakınlarından birinin ölümüne şahit olmuşsa o çocuk, “Ölüm nedir? diye sorduğunda, bir gün önce varken bir gün sonra bir sebepten hop diye yok olmanın ne demek olduğunu anlamak istediğinde bu geçiştirme cümlesi ona belki yüz defa söylenmiştir. Bana böyle olmuştu. Doğmayı anlıyordum. Anne-baba birbirini çok sever, bebekleri olur, anne bebeği karnında taşır sonra bebek doğar. Ölümü de anlamıştım. Teyzemin kocası çok sevgili eniştemiz 37 yaşındayken artık aramızdan ayrılmıştı. Öylece sonsuza dek bizi terk edip gitmişti. Onu ve onunla kırmızı balıklarını beslemeyi özlüyordum ama yeniden yanımızda olmasını sağlayamazdık çünkü hasretin ve ölümün çaresi yoktu. Peki o zaman bu arada kalan büyümek denen şey neydi ki?
Annem biyolojik olarak bedenim değişmeye, her gencin yaşadığı doğal şeyleri yaşamaya başladığı sıralarda beni karşısına oturtup “Sen artık genç kız oldun, büyüdün. Bundan sonra daha akıllı davranmalısın” demişti. Büyümekten anladığım o sıralar değişimdi. Bu benim ergenlik çağımın kapılarını açtı. Her şey değişti. Müzik zevkim, giyim tarzım, okuma alışkanlıklarım, duygularım, isteklerim, düşlerim, arkadaşlarıma karşı davranışlarım, öğretmenlerime tavırlarım ve tabi ailemi çıldırtma seanslarım. Rock, ağır metal ve diğer müzik türleriyle tanışmam bu döneme denk gelir. Annemin beni zorla giydirdiği renkli cici bicili elbiselerden fırfırlı çoraplardan vazgeçip siyah tişörtlere, kotlara bu dönemde alıştım. Sınıfta öğretmenimin yanlış söylediğine inandığım bir cümlesini düzelterek ukala şımarık kendini beğenmiş yaftasına bu dönemde hak kazandım. Arkadaşlarımla konserlere gitmek için aileme yalan söylemenin o kadar da kötü bir şey olmadığını bu dönemde keşfettim. Büyümek bu demekse hiç de fena bir şey değildi. Harika müzik, rahat olmak, itiraz etmekten korkmamak ve zekamla başkalarını alt etmeyi öğrenmek. İçten içe bilinç altımda sanırım büyümeye karşı direnç geliştiriyordum. Çünkü eğer büyürsem, büyük gibi davranırsam bir sonraki adımda ölüm geliyordu. Ben henüz ölmek istemiyordum.
Üniversite yıllarımda babamla oturup başta uslu uslu dünyadan, ülkeden ve diğer mühim konulardan sohbet ederken her şey yolundaydı. Sonra tabii ki Mülkiye geleneği beni de içine aldı ve politik bir hayvana dönüştüm. Dünyayı ve ülkeyi kurtarmaya, kendimden ve bireylerden önce toplumu topluca dönüştürmeye soyundum. Kısa, kolay, açık ve bir o kadar kuramsal formüllere inandım. Katıldığım eylemlerden birinin sonunda eve nasıl döndüğümü tahmin edebilirsiniz. Babam beni evde endişe içinde bekliyordu. Bana “Sevgi sen artık büyüdün. Böyle davranışlarda bulunamazsın. Kendinden başkalarını da düşünmek zorundasın. Seni karakollardan toplamak istemiyorum. Biraz düşünceli davran, okulunu bitir. Sorumluluklarının bilincine var. Sonra ne istersen yaparsın. Zaten istediklerinizi öyle bir kaç yılda yapamayacağınızı göreceksin. Biz de genç olduk, heyecanlarımız, ideallerimiz oldu. Ama olgunlaşmanın vakti geldi artık” dedi. Bir erik misali olgunlaşmak benim için sert bir can eriğinden yumuşamış pörsümüş tatsız bir meyveye dönüşmekle eş anlamlıydı. Yumuşak olmak ise zayıf olmak demek zannediyordum. İnsan ancak sert olursa güçlü olup istediğini yapabilir sanıyordum yirmili yaşlarımda. Ama babamın üzülmemesi bunlardan daha önde geldi. Okulumu bitirdim. Bir işe girip çalışmaya başladım. Büyümek o sıralar kendine yetecek kadar para kazanıp özgürce bir hayat kurmak demekti.
Evlendim, tanıdığım herkesin bir şekilde içinde olduğu mahalle baskısı misali çocuk konusu hayatımın gündemine oturdu. Ancak hayat beklenmedik sürprizlerle doludur. Bir şeyler hep değişir, hayatın trajedisidir bu. En olmayacak bir zamanda, en zorlu, maddi-manevi en sıkıntılı ve hazırlıksız olduğum bir aralıkta anne oldum. Düşlerim kırıldı, olanaklarım azaldı, umutlarım kuş misali birer birer içimden uçup gitti diye düşünürken eh hadi başımda bir de Çınar olursa başka bir şey de istemez hani dedim. Karmaşık günlerimde bir bebeğin kollarımda büyürken sadece bana bakıp gülümsediğini görünce acılarla başa çıkmayı öğrenerek nasıl gerçekten güçlü olunabilirmiş anladım, tecrübe ettim. Başka hiçbir şey o kadar önemli olamazdı artık. Arada bir annemin “büyüdün sen artık anne oldun böyle saçmalıkları bırak olgun davran!” demesini duymazdan gelebilecek kadar mutlu olunabileceğini de işte o sıralar kendi oğlumla karşılıklı yerde otururken bir sürü saçma şeye dakikalarca gülerek, dünyanın bütün sorunlarını unutacak kadar oyunun tatlı çekiciliğine kapılmayı yeniden keşfederek başardım. Asla diye bir kelimenin anlamsızlığını gördüm. İnsan kaç yaşında olursa olsun yaşamını yeni baştan inşa edebilir, özgürlükler bir insanı sevdiğin sürece seni terk etmez ve her yeni gün yeni bir umuda yol alabilirsin. İşte o dönemde oğlumla bunları sıfır noktasından öğrenmeye başladım. Bir dakika önce karamsarlık içinde sessizken, insanın bir dakika içinde mutluluktan gözyaşlarıyla ağlayabilmesinin olanaklı olduğunu gördüm. Büyümek anne olmak değildi. Büyümek bir çocuğun gözleriyle yaşama bakabilmeyi başarmak demekti o dönem benim için. Diğer her şey ikincil oluverdi ansızın. Çınar’ım var ya… Gerisi teferruattı.
O dönemden bu yana on yıl geçti. On gün sonra yeni bir yaş alacağımı umuyorum. Kırk yıllık yaşam süremde binlerce insan tanıdım. Yüzlercesiyle konuştum. Onlarca arkadaşım, iki elin parmaklarından az gerçek dostum oldu. Çoğunlukla çalıştım, bazen yoruldum, kaytardım. Kestirmeler aradım ve bunların bildiğim yollardan uzun olduğunu gördüm. Okudum, izledim. Bazen yazdım. Burada bugün sizlerle olduğu gibi düşüncelerimi ilk ve son aşkım sözcükler aracılığıyla insanlarla paylaştım. Sayısız soru sordum. Bir kısmına kendimce doğru yanıtlar buldum. Büyümek nedir diye düşündüğümde hala tutulup kalıyordum.
Bir insan ne zaman büyür? Biyolojik olarak yaş almak, bedensel değişimlerden geçmek, yeni kavramlarla ve olgularla tanışmak, aile kurmak, çocuk sahibi olmak, işinde ilerlemek, olgun davranmak, duygularını yönetmeyi daha doğrusu saklamayı öğrenmek bir insanı büyütür mü? İnsan büyürken düşünmeyi, düşlemeyi, yeni şeyler öğrenmeyi bırakıp başkalarına benzer davranmaya başladığında erişkin olmuş sayılır mı?
Artık anladım ki insanı etik büyütür. Doğru ahlak, özgecilik, dürüstlük büyütür. Kendinden başka birini sevmek insanı her yönüyle büyütür. Bitkileri ve hayvanlar alemini de en az insanlar kadar sevmeyi öğrenince büyür insan. İşine, ideallerine sahip çıkınca, çalışkan insanlara saygı duymanın önemini kavrayınca büyür. Ailesini anlamayı ve affetmeyi başardığında. Toplumu dönüştürmeden önce onu anlamak gerektiğini kavradığında. Yalan söylemenin, aldatmanın, korkaklığın, iki yüzlülüğün, hırsızlığın, çalışmadan bir şeyleri elde etme hırsının, üretmeden tüketme deliliğine kapılmanın, hoşgörüsüzlüğün sadece yanlış değil aynı zamanda aptalca olduğunu gördüğünde, bunların kendileri de yaptığı halde “büyüklerin” söylediği gibi toplumsal değerler nedeniyle değil, en başta insanın özüne, düşlerine, içtenliğine zarar verdiği, ruhları çürüttüğü için uzak durulması gereken şeyler olduğunu anladığında büyür insan. Deneyimler edindikçe büyür. Herkes yapıyor olduğu için yalan söylemenin, başkasının hakkını gasp etmenin, her türlü emek hırsızlığının normal kabul edildiği bir çağda yaşarken bile bunları kim yaparsa yapsın korkunç davranış ve kişilik sapmaları, toplumsal yarılmalar, eşitsizlikler yaratacağını anladığında, bunlarla savaşmanın iyi insan olmakla eş anlamlı olduğunu kavradığında, mücadele edebilmek için güçlü, kararlı ve cesur olmak gerektiğini bildiğinde, bu mücadelede başarılı olmak için temelsiz korkulardan, kişisel çıkar kaygılarından, türlü kaçış gerekçelerinden, başkaları da öyle yapıyor ama bahanelerinden kurtulmayı başarabildiğinde büyür insan. İlkeli bir birey, güvenilir bir dost olmayı öğrendiğinde büyür. Çocuklara, engelleriyle mücadele ederek hayatta yer alanlara, ihtiyar bireylere daha sıcak, daha anlayışlı bakarak empati kurmayı başarabilirse büyür.
Gençler hata yapar. Bu onların hakkıdır. Gençler hata yaparak hayatı öğrenir. Olgun davranması beklenen büyük insanlar hata yapamaz mı? Onlar da yapar elbet. Hatalarımızdan ders alarak büyürüz. Ama bilerek ve isteyerek hata yapmaya devam ediyorsak buna büyümek denmez. Buna ayıp denir. Başkalarına bile bile zarar verecek davranışlar içindeysek buna hata denmez. Edep yahu! denir.
Olgunlaşmak ya da büyümek insanın içinden geldiğinde sokakta kahkaha atmaktan, odanın içinde durup dururken şarkı söyleyip dans etmekten kendini alıkoyması değildir. Yaşlı insanlarla ve yaşlılıkla ilgili uzun süredir çalıştığım, araştırdığım ve okuduğum için bunları uzun süredir düşünüyorum. Olgunlaşmak toplumun bugün geldiği noktaya bakıp artık iyi şeylere inanmayı bırakmak değildir. Büyümek vazgeçmemektir. Her şeye rağmen, tüm acı, can yakıcı olgulara inat iyi şeylerin var olduğu düşüncesine sıkı sıkı sarılmak gerekir büyümek için. Yaşanan onca soruna, düş kırıklıklarına inat, en sonunda bir gün mutlaka güneşli güzel günler göreceğine inanmak demektir büyümek. İçinde biraz da olsa bir çocuğun her an yaşamasına izin vermektir büyümek.
50 küsur yaşında insanların utanmaksızın yalan söylediğini, kendisine güvenenleri gözünün içine baka baka aldattığını, onlara zarar verdiğini, çaldığını, elindeki gücü ve yönetme yetkisini kötüye kullandığını, kendi küçük çıkarları dışında hiç kimseyi ve hiçbir şeyi önemsemediğini gördüğümde hala şaşırıp, anlamakta zorlanıp, sakince bir yerde oturup bunları düşünmek istiyorum şu dönemde. Toplum-birey ikililiğini terk edeli çok oldu. O nedenle ne tek tek bireyleri ne de toplumu bunun için suçlayıp kolayca kestirip atabilirim. Bu insanların kültürden, coğrafyadan, aileden, psikolojiden, sosyal statülerden, inanç ve ideolojilerden bağımsız bir şekilde var olduklarını görüyorum. Ya da başka bir deyişle hepsinin bir karması etkiyle her kültürden, coğrafyadan, aileden, ideolojik kökenden gelebileceğini bilecek kadar deneyim yaşadım. Diyalektik diyalektir. Kuşkusuz hepsinin birbiriyle etkileşim içinde olduğunu da yadsımıyorum ama değerli Aydın (Çubukçu) Hocamızın bize hep hatırlattığı gibi ‘her şeyi her şeyle açıklamaya kalkmak hiçbir şeyi hiçbir şeyle açıklamamak demektir’ sözünden hareketle bunu yapmak istemiyorum. Kuşku duymayacak kadar toplumdaki yarılmaların kökeninde sınıfsal eşitsizlikler olduğunu ve bireyin bilincini en başta sınıfsal aidiyetinin belirlediğini bilmemi sağlayan yetkin bir politik kuram birikimim var çok şükür. Ancak yine de bunların hepsini bilmek hala yaşını başını almış insanlara inanıp sonra da onların yaptıkları korkunçluklara şaşırıp üzülmeme engel olmuyor doğrusu. Hatta birileri bana büyü artık olgunlaş aş bunları hala nasıl olup da böyle çocukça davranabiliyorsun bunların normal olduğunu görsene dediğinde çok öfkelenebiliyorum. Neden normal? Neden biz bunları normal olarak algılayabiliyor ve tepki vermiyoruz? Bunlara alıştık, alıştırıldık da ondan. Alışmayın! Alışmayalım. Alışırsak kaybettiğimiz gündür. Büyümek olgun bir erik misali pörsümek değildir. Olgunlaşmak da insanlar sizi artık üzemesin, hayal kırıklığına uğratamasın diye katılaşmak, içinizin nasır tutması demek değildir! Büyümek, olgunlaşmak doğruya, iyiye inancı yitirmekle eş anlamlı olamaz.
Büyümek düşlerden vazgeçmemek demektir. Büyümek aşık olmaktan vazgeçmemek demektir, kırkında ellisinde sekseninde dahi. Büyümek yağmurda yürümekten zevk almaktan, sokakta gördüğün köpeklerin yanına gidip başını okşamak istemekten, yolda yürürken elma şekeri yemekten vazgeçmek değildir. Büyümek biri sizin hakkınızı öyle ya da böyle bir şekilde gasp ettiğinde, sizin doğruya erişme hakkınızı engellediğinde ya da sizi anlamsızca kırıp üzdüğünde olmamış gibi davranarak sırtınızı dönüp gitmek değildir. Büyümek ona gidip anlamayabileceğini bilsek de neden bunun yanlış olduğunu anlatmayı denemektir. Bana böyle davranmaya hakkın yok demektir.
Önce emek harcayıp güzel bahçeler yapacağız. Bu bahçelere elimizden geldiğince iyi bakacağız. Sonra da komşumuzun bahçesini temiz ve bakımlı tutmasına samimiyetle, karşılık beklemeksizin yardım edeceğiz. Kolay değil ancak basit. Büyümek haksızlıklara korkmadan, inatla, kararlılıkla, yıkıcı şiddet göstermeden ama şiddetle ve ısrarla itiraz etmek demektir. Alınan her hayat dersiyle, her deneyimle daha da güçlenerek, insanların bir gün güzel bir dünyada, birbirinin hakkını gasp etmeden de barış ve mutluluk içinde yaşayabileceğine olan güveni yitirmemektir büyümek. Bu güvene sarılarak her yeni günü çocuksu heyecanlarla beklemektir. Şu kısacık ömürlerimizde bundan daha önemli hiçbir şeyin olmadığını öğrenmektir büyümek. Mesele gönderlerden değil yüreklerden bayrakları yarıya indirebilecek bir yaşama sahip olmaktır. Ölüm kapıyı çaldığında mutlu, sağlıklı, erdemli bir hayat yaşamadıysan, arkandan ağlayanlar gülenlerden çok değilse…boş yere oksijen israf etmekten başka bir şey yapmamışsın demektir bu gezegende ama ne yazık ki artık her şey için çok geçtir.
Aslında doğumla ölüm arasında geçen sürede biyolojik olarak anlaşılır olsa da gerçek anlamda bebeklik, çocukluk, ergenlik, erişkinlik, olgunluk, orta yaş, yaşlılık gibi keskin ayrımlar yok. Birbirine eklemlenerek, birbirini değiştirip dönüştürerek, asla doğrusal bir çizgi izlemeden, bazen geri dönüşlerle ve ileri sıçramalarla, hayal kırıklıklarının ve umutların birbiri ardı sıra geldiği, birbirini sarmaladığı, birinin diğerinin yerine geçtiği, birinin diğerini geçersiz kıldığı upuzun ve aynı zamanda göz açıp kapayana kadar gelip geçen bir zaman dilimi var. Risk alınmamış hiçbir yaşam insanı büyütmez. Büyümek sınırlarımızı keşfetmek, bunları aşmak istemektir. Kimbilir, bazı unutulmaz anlarda bunu başarabiliriz bile.
Aldığımız ilk nefesle, yanağımızdan kayan ilk damlayla, kopardığımız ilk haykırışla başlayıp ölümle sonlanana dek süren, pek çok kahkaha ve gözyaşıyla, zevk ve üzüntü çığlıklarıyla, kesintisiz acı tatlı serüvenle dolu bir yolculuktur yaşam. İnsan her yeni öğrendiği şeyle büyür bu yolculuk içinde. Acı ve mutlu anların, hatıraların hepsi insanı büyütür. Aşk büyütür. Affedebilmek büyütür. Sevgi büyütür. İşte tüm bu nedenlerle belki de kimileri asla büyümez, giderek küçülür. Yaşamında değer yaratabilen insanlar ise her an büyür.
O nedenle artık bu pek bilindik büyüme mottosunu kendime göre değiştiriyorum: İnsan doğar, YAŞAR, ölür.