Takip eden varsa, hatırlar. Geçtiğimiz yılın son yazısını, aşağılanan, şiddet gören, horlanan seks işçilerine ithaf etmiştim.
Demokratik sistem, insan/yurttaşlar arasındaki ayrımları en aza indirmeyi hedefler. Eşit yurttaşlık, demokrasinin özünde yer alan ilkelerdendir. Kuşkusuz demokratik sistemlerin bu meseleyi mutlak olarak çözebildiği söylenemez. Kapitalist sistemlerde, hele ki dizginsiz kapitalizmde çözülmesi mümkün olmayan bir sorun bu. Daha doğrusu, kapitalizmin böyle bir sorunu yok! Birileri, sistemin mantığı gereği elbette ‘daha eşit’ olacaktır.
Kuram ile pratiğin birbirinden ayrılması gerekliliğini göz önünde bulundurmak kaydıyla; geçtiğimiz yüzyılda kurulup çoğu yıkılan sosyalizm denemelerinin de konuya ilişkin pek parlak bir karnesi olmadığı doğru. Her ne kadar kuramsal olarak, sınıfsız ve tabii devletsiz bir toplum, o toplumun ‘artık’ sömürülmeyen eşit bireyleri hedefine yaslansalar da.
‘Olabildiğince eşitlik’
Dolayısıyla, günümüz dünyasındaki demokratik sistem deneyimleri açısından en doğru ifade, olsa olsa, ‘olabildiğince eşitlik’ mücadelesi olabilir.
Nitekim 1982 Anayasası’nın 10. maddesi de ‘eşitlik’ prensibini, ‘herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit’ olduğu şeklinde hükme bağlar. Anayasa’daki eşitlik, ‘yasa önünde eşitlik’tir. Sosyalistçe bir eşitlikten söz edilmiyor.
Hâl böyleyken bugünün dünyasında, eşit yurttaşlık hedefi olmayan, insan haklarına dayanmayan ve sosyal olmayan bir sistemin demokrasi olarak tanımlanması mümkün değil. Eşitliğin en kritik yönlerinden biriyse, cinsler arasındaki eşitlik. Kadına, erkeğe ve farklı cinsel yönelimlere eşit yurttaş muamelesi yapılması; insanların yönelimlerinden dolayı kınanmaması, mağdur edilmemesi, ayrımcılığa uğramaması.
‘Polat Alemdar’ kültürü
Türkiye’nin insan hakları/demokrasi sorunlarından en önemlilerinden biri, kuşkusuz, söz konusu eşitlikten uzaklık. Toplumun neden bu halde olduğuna, siyasal kültürü de inşa eden böyle bir toplumsal kültürün nasıl doğduğuna dair yazılmış, kütüphanelerce eser var. Mesele şu ki, sorunun kaynaklarının anlaşılabiliyor oluşu, memleketimizdeki mide bulandırıcı kadın düşmanlığı ve cinsiyetçiliği ‘şimdilik’ ortadan kaldırmıyor.
Yurttaşın diline ve davranışına yansıyan maço bir kültür içinde yaşıyoruz ve malumunuz faşizmin önemli niteliklerinden biri, ‘maçizm’dir. Türkçesi: ‘Polat Alemdar’ kültürü. Öyle bir kültür ki sıradan mahkeme kararlarından AYM kararına, üst düzey siyasetçilerin dilinden mahalle esnafının diline, toplumsal ilişkilerden bireysel ilişkilere yaşamın her yanını, tedavisi çok güç bir hastalık gibi sarmış durumda. Şöyle bir düşünün, sokak ortasında katledilen kadınların haberlerine, ağza alınmaz cinsiyetçi sövgüye, kadın bedeni üzerinden hayasızca yapılan yorumlara, nasıl alıştığımızı.
Toplum neyse, yargısı da odur
Yıllar önce AYM, o zamanki TCK’de yer alan ve ‘bir fahişe tecavüze uğradığında üçte bir oranında ceza indirimi’ öngören hükmü, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bulmamıştı. Koskoca AYM’nin ‘çoğunluktaki’ üyeleri, kadınlar arasında iffetli-iffetsiz ayrımı yapmış ve ikisinin bir tutulamayacağına hükmetmişti. Bunun adı, ‘yargı kararı’ idi.
Tacize-tecavüze uğrayan, şiddet gören kadınlara dair verilen sonraki yargı kararlarının da performansı pek farklı değildir. Maço dil, cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığından mustarip Türkiye ortalamasının bir ürünü/kurumu olan yargı organlarının, bu yönde kararlar vermesinde şaşılacak bir yön yok kuşkusuz. Toplum neyse, yargısı da odur. Toplum neyse, gazetecisi, akademisi ve siyasetçisi de odur.
AYM kararından neredeyse çeyrek yüzyıl sonra, daha iki gün önce bir savcı, Gezi eylemleri sırasında gözaltında tacize uğradığını iddia eden bir kadının suç duyurusuna ilişkin takipsizlik kararı verdi. Buyurdu ki; ‘İffetli kadının beyanı esastır ama o olayı başka yere çekmeye çalışıyor…’
Takipsizlik kararını veren, memleketin hukuk fakültelerinin birinden mezun. Kararın neresini, hangi ifadesini düzelteceksiniz? Mümkün mü böyle bir şey? Ya da, bu toplumsal/siyasal kültürden nasıl başka biri çıksın? Peki bunu bilmek, düşünmek, içimizi rahatlatıyor mu? Ne gezer!
‘Havuz’da fırtınalar estiren biri
Söz konusu meseleye ilişkin, daha önce de yazmışlığım var. Okuduğunuzu yazıyor olmanın nedeni ise belki biraz iç dökme ancak daha çok bugün gazetelerde okuduğum bir haber. Adını vermeyeceğim. Anmayacağım. Yıllardır okumadığım, okumaya gerek duymadığım, buna mukabil zaman zaman diğer gazetelerce gözümüze sokulan bir havuz yazarı. Belli ki son derece şakacı, belli ki dehşetli mizah zekâsıyla ‘havuz’da fırtınalar estiren ve eline kalem verildiğine göre, tahmin ediyorum belli bir kesimce çok takdir edilen biri…
CHP’nin kent projesi üzerine yazmış. Ya da, ‘yazmak’ sözcüğüne hakaret olmaması için, şöyle söyleyeyim: CHP projesinin üzerine yazmış! Demiş ki: “Bu mega kentte, elli bin doktoralı gencimizin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla genelev de olacak mı?”
Nasıl ama? Bir kent projesine dair aklına gelen soru, genelev! Ne için? 50 bin doktoralı genç insanın ‘gereksinimlerini’ karşılamak için. Belli ki başka hiçbir şey düşünemiyor ve yine belli ki cinsellik denildiğinde, yalnızca genelev hayal edebiliyor. Bu işi, ‘havuz’ medyasında yapıyor. Sözüm ona ‘muhafazakâr’ kesimin basınında. Hani şu, HDP’yi farklı cinsel yönelimlere gösterdiği ‘saygı’ üzerinden vurmaya, aşağılamaya çabalayan muhafazakâr basın. Tabii aslında bir yanıyla da bu, ‘kadın bedeni takıntılı Türk tipi riyakâr muhafazakârlığa’ son derece uygun bir zihniyet ve üslup. Kim bilir, nasıl gülmüşlerdir.
Son nefese dek mücadele etmek gerek
Bu kadar yeter. Hiçbir bakımdan sürpriz olmayan bu sakillik üzerine daha fazla düşünmeye de yazmaya da gerek yok. Bir memlekette her şey, herkes, her kurum, şu ya da bu ölçüde birbirine benzer. Hiçbir zaman çok eşitlikçi olmadı, Türkiye toplumu. Ancak sanırım, belli bir ölçüde edep duygusu, az çok korunmaya çalışılıyordu. Aynı toprakta, birlikte yaşayabilmek için. Ve yine sanırım, artık bu ölçü de pek popüler değil.
İşte Türkiye’de daha demokratik ve eşitlikçi bir düzen kurmak, insan gibi yaşamın koşullarını yaratmak isteyen aklı başında, demokrat ve namuslu insanlar, söz konusu ‘dünya’ ile mücadele vermek zorunda. Üç beş kişi değil, milyonlarcasıyla. Son nefese dek mücadele etmek gerek elbet. Buna mukabil kumaşı bilerek, iyice tanıyarak, farkında olarak.
Bir de unutmadan, ‘bir şeyin ya da işin fahişeliği’ biçiminde kullanılan bir deyim de var memleketimizde. ‘İktidar fahişeliği’ gibi. Ve buradaki ‘fahişeliğin’ onurlu ve eşit yurttaş olan seks işçilerinin yaptığıyla, hiçbir ilgisi yok. İnsan onuruna aykırı olan türden.
(diken.com.tr’den alınmıştır.)