Geçtiğimiz yılın, ekonomistler, yatırımcılar ve ekonomi gazetecileri için en çok takip edilen konularından biri de dünyanın en büyük otomobil tekeli Volkswagen’in (VW) Türkiye’ye yatırım yapma olasılığı oldu. VW yatırımı meselesinde “Bulgaristan mı, Türkiye mi” ikilemiyle açılan tartışmalar, “Tunus mu? Fas mı? Türkiye mi?” tartışmalarıyla sürdü. İddiaların yoğunlaştığı günlerde VW’nin yatırım için 2 Ekim’de Manisa’da 943,5 milyon lira sermayeli bir şirket kurduğu, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nden anlaşılınca tartışmalar yerini en üst düzeyden “aldım verdim ben seni yendim” coşkusuna bıraktı.
Bu süreci uzaktan izleyenler bile biliyor.
VW yöneticileri bu süre içinde, başta Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank olmak üzere bakanlarla defalarca bir araya geldi. Hatta VW Yönetim Kurulu Başkanı Herbert Diess’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir görüşme yaptığı ve tarafların anlaştığı da iddia edilmişti. Yalanlanmadı.
Hükümetin, şirketin Türkiye’yi seçme gerekçesini, “ekonomisinin güçlü, insan kaynağının zengin, ihracatının da elverişli olmasına” dayandırması da o günlere denk geliyor.
Görüşmelerde Türkiye’nin, VW yönetimiyle en çok vergi indirimleri gibi teşvikleri konuştuğu, 40 bin araç alma garantisi verdiği ve 400 milyon avroluk teşvik önerdiği de kamuoyuna yansımıştı. Şirketi ikna turlarında dile getirilen “ekonomisi güçlü, insan kaynağı zengin, ihracatı elverişli” tezinin Türkçesini de herkes biliyordu: TL’deki değer kaybının şirketin ihracatı için sağlayacağı kolaylık, ücretlerin düşüklüğü ve sendikaların güçsüzlüğü, dahası çalışma yasalarının sermayenin lehine olması gibi “üstünlükler” birer hediye gibi sunuldu.
Başta Bakan Varank olmak üzere hükümet temsilcilerinin, bu yatırım kararıyla ilgili VW dönük ne coşkulu ne övgü dolu konuşmalar yaptığını, ne takdire şayan espriler patlattığını da en çok ekonomi gazetecileri biliyor olmalı.
Ancak bu coşku dolu sesler VW’nin Türkiye’de yatırım kararından vazgeçmesiyle bir anda kesildi. Yaz aylarında kesinleşen bu gelişmeyle ilgili şirketin Wolfsburg kentindeki merkezinden yapılan açıklamada, kararın arkasında “korona krizi nedeniyle küresel çapta otomobile talebin gerilemesi” olduğu belirtilse de gerçekte şirket uzun görüşmeler ve incelemeler, ekonomik öngörüler ve belki bir dizi gerekçeyle Slovakya’yı tercih etti.
Bir dünya otomotiv devinin yatırım kararının perde arkasında, derin ilişkiler, ticari, uluslararası öngörüler ve bilumum başka olasılıktan hangi saiklerin belirleyici olduğunu bilemeyiz. Ama en özet haliyle şunu biliriz: Sermaye kendi işine, kendi kârına bakar, işi de kendi faydasını maksimize edecek kararlar almaktır. Bu kararlar siyasi öngörülere göre de şekillenir, nihayetinde siyasi öngörüsü de yatırımının ekonomik geleceğiyle ilgilidir.
Şirketi, fabrikanın kurulacağı arazinin neredeyse şartsız şurtsuz tahsisi, vergi indirimleri ve teşvikler, düzenli ve sigortalı bir iş için açlık sınırında sırada bekleyen milyonlardan oluşan ucuz işgücü, değersiz TL’nin sağlayacağı ihracat kolaylığı ve araç alım garantilerine kadar varan bir dizi büyük “hediye” ikna etmemiş demek ki… Bu hediyeleri değersizleştirecek nasıl bir risk görüyorsa artık…
Belki de şirket, üretim kapasitesinin başlangıçta ortalama 300 bin araç olmasını planladığı bir yatırımın güvenliği ve rasyonelliğine ilişkin “Yarın kalktığımızda bu kurallar/şartlar aynen böyle sürecek mi?”, “Giderek dış dünyaya kapandığı görülen bir ülkede olası engeller gelir mi, ihracat yapabilir miyiz” ve benzer sorulara yeterli/güvenilir yanıtlar verememiştir.
Yatırım hayal olunca, Bakan Varank da dahil hiçbir bakan, o saatten sonra VW ile ilgili daha birkaç ay önce yaptığı coşkulu övgüleri hatırlamadı bile. Dahası önceki gün Bakan Varank, EMD (Ekonomi Muhabirleri Derneği) Yönetim Kurulunu kabulünde, beklenen açıklamayı yaparak “VW kararı siyasidir, biz değil onlar kaybeder.” dedi. Alışılageldiği gibi “Bizi sevmiyorlar, dertleri hep biz, dış güçler bir oldular yatırımı engellediler…” demek istedi.
Uzun zamandır hep olduğu gibi, yatırım yapılsaydı gerekçe güçlü ekonomimize duyulan güven olacaktı. Yatırım yapılmayınca bu kez gerekçe bir kez daha dış güçlerin Türkiye karşıtı siyaseti oldu. Kim kaybeder kısmına gelince… Dünya otomotiv devi VW, Türkiye yerine Slovakya’da ya da bir başka yerde yatırım yaparsa kendi mi kaybeder, bilemem. Oraya girmek de istemem.
Ama özellikle son yıllarda Türkiye’nin hangi nedenle hep kaybettiğini anlamak hepimiz için öncelikli olmalı. Ekonomiyle ilgili hangi gelişme olursa olsun, olumluysa ekonominin ve ekonomi yönetiminin mükemmelliğinden, olumsuzsa dış güçlerden… Belki de sorunun yanıtı bu yaklaşımda temsilini buluyor.
Öte yandan bu yaklaşımı güçlendiren, bu saçmalığa cesaret kazandıran her şeyi de sorgulamak gerekiyor. O yüzden şunu sormadan geçemiyorum.
1980’li yılların karanlığında bir araya gelmiş, 1987’de resmen kurulmuş 34 yıllık meslek örgütümüz Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD), bu 34 yılda sayısı hatırlanmayacak kadar çok bakan, hükümet yetkilisi izlemiş, tabiri caizse ne bakanlar ne hükümetler görmüş geçirmiş koskoca EMD… Böyle bir gazeteci örgütünün Bakan ziyaretinde hazır bulunan yönetiminden tek bir kişi bile şu soruyu sormadı mı: “Yatırım yaparsa karar ekonomik, yapmazsa karar siyasi oluyor. Hükümet üyeleriniz ekonomiyle ilgili neredeyse her gelişmeyi böyle tarif ediyor. Bu açıklamanızın tatmin edici olmadığının ve güven vermediğinin farkında mısınız? Israrlıysanız bu tespitinizin dayanaklarını açıklar mısınız?”
Sorduysa yazmadı mı? Bir tek kişi bile mi, sormadı/yazmadı?
Gazetecinin soruyu sorması, çoğu zaman aldığı yanıttan daha önemlidir. İçinde yaşadığımız iklimi belirler.
(medyaport.net’ten alınmıştır.)