Gezmek, yeni yerler görmek bir çok insanın gerçekleştirmek istediği aktivitelerin başında yer almaktadır. Şehir hayatının sıkışıklığı, tekdüzeliği karşımıza rutin bir yaşam olarak çıkmaktadır. Kent insanı, zorunlu yolculuğunu gerçekleştirdiği mekânların arasında sıkışıp kaldığından, yeni yerlere karşıda olağanlaşan bir yabancılaşma içerisine girmektedir. Siyasal’da lisans ve yüksek lisans eğitimi almış biri olarak benim ve çevremdeki birçok kişi için Cebeci, hiç kuşkusuz birçok anının sığdırıldığı semttir. Cebeci’ye yirmi dakika uzaklıktaki Kızılay ise dahîl olduğum kitlenin bir başka sosyalleşme adresidir. Bu kitlenin Tuzluçayır, Abidinpaşa, Dikimevi, Kolej, Kurtuluş, Esat, Ulus, Mamak gibi semtlerde bulunan yurtlarda veya evlerde konakladığını da hesaba kattığımızda üç başlı, kabaca basit bir labirent döngüsünün içerisinde normalleşen bir yaşam alanından söz etmek mümkündür. Hâl böyle olunca yazının başında değindiğim, gezmek ve yeni yerler görmek uzak bir amaçmışçasına hayal edilen bir aktivite halini almaktadır. Ankara’ya öğrenci olarak gelen bir kişinin yukarıda saydığım semtlerin dışına çıkmayarak minimum dört yıl bu şehirde zaman geçirmesi ne acı!
Keşif duygusunu bilim kavramına benzetirim, sürekli gelişen, sonu olmayan… Tekdüzeliğin oluşturduğu soyut parmaklıkları yok ettikçe, düşünce dünyamızı engelleyen ağların varlığını hissederiz, hesaplaşırız. Geç kalınmış bir eylem gibi düşünsek de, hiç de öyle değildir. Düzenin dayattığı, yok olmaya muhtaç olmuş bir zavallıdır artık. Engin denizlerde kulaç atanlara selam olsun!
Ankara’nın ayazında, sıcağında Ulus’a gitmek, Samanpazarı’nda volta atmak, yahut kaleye çıkmak gibidir, aynı havalarda Eymir Gölü’ne pedallamak. Ankara’da yaşayıp da Eymir Gölü’ne gitmeyen, hatta varlığından bile bihaber olan birçokların olduğunu maalesef ki biliyorum, kaldı ki bisikletle gidenlerin sayısını siz düşünün. İmrahor Vadisi’ni, vadi yolu üzerindeki eski tuğla fabrikalarını, yol kenarındaki çeşmeyi kimler biliyor diye sormuyorum bile. Bu söylemlerimden sonra Eymir Gölü’ne İmrahor Vadisi yolunu kullanarak motorlu bir araçla da gidebilirsiniz, fakat gerçekleştirdiğiniz seyahatin bir film şeridinden farkı olmayacağını göreceksiniz, tıpkı diğer rutin yolculuklarınız gibi. Yine de kent merkezinin çeperinde yeni yerleri keşfetmek adına güzel bir adım olacaktır kuşkusuz.
Bisiklet üzerinde kat edilen mesafeler belli bir rotaya sıkıştırıldığı zaman, selesine oturduğunuz, yaşam dostu, mütevazı aracınız sizi doğaçlama bir şekilde yeni yollara savuracaktır. Kendinizi bu doğaçlama büyüye bırakın. Bisikletin doğası inanın ki bunu gerektirir. Liberal zihniyetin özgürlük kavramına bir başkaldırı, tokattır, kısaca özgürlüğün yeniden şekillenerek doyasıya yaşanmasıdır. Mesafelerin her geçen zaman diliminde ‘ti’ye alınacak kadar aciz, doğanın ise her canlıya yetecek eşitlikte merhametli olduğunu göreceksiniz. Denemediyseniz eğer, denemeye değer.
Ankara özelinde başladım, öyle de devam edeyim. Eymir Gölü yolu belli bir süre sonra antrenman rotasına dönüşecektir ve yukarıda da değindiğim gibi, yeni serüvenler, keşfedişler için bisikletin gidonunu varlığını bildiğiniz, fakat hiç gitmediğiniz yerlere doğru kırarak pedallamaya başlayacaksınız. Ankara’nın doğusunda yer alan Gölbaşı, Bala ve Koçhisar’ın köy yollarında bisiklet üzerinde yol alırken huzuru hissederek varacaksınız Tuz Gölü’ne. Orada kuracağınız çadır içerisinde geceyi karşılayacaksınız ve gökyüzünde yıldızlardan oluşan bir senfoni kümesine hayran hayran bakarken bulacaksınız kendinizi. Zihninizdeki huzur kavramını sorgulayarak yeniden tanımlayacaksınız. Bir başka gün yaşadığımız şehrin hemen güneyinde bulunan Haymana’nın kendine has bozkır coğrafyasında pedallarken sağlı sollu tarlaların varlığı ‘oh be’ dedirtecek ve köylerindeki çeşmelerden nasiplenerek yola devam edeceksiniz. Köy kahvelerinde içilen demli bir çayın güzelliğinden, gerçekleşen sohbetlerin içtenliğinden bahsetmiyorum bile. Yollar, yolculukların gebesidir. Kuzeybatıya doğru pedallarken Karadeniz coğrafyasının iliklerinize kadar işlediğini fark ederek Kargasekmez Dağ Geçidi’ni de tırmanarak varacaksınız Kızılcahamam’a. Oradan da dilerseniz Çamlıdere’ye yada Güdül’e doğru seyirlik coğrafyanın buyurganlığında iz sürebilirsiniz. Tüm bunları yaparken Soğuk Su Milli Parkı’ndaki betonlaşan rantlaşmaya isyan edeceğinizi, Sorgun Yaylası’nda ‘ben buraya daha önce neden gelmedim’ diyeceğinizi, Çamkoru’da ise toprağa boylu boyunca uzanarak bol oksijenli bir uyku tadacağınızı hisseder gibiyim. Ayaş’ın domatesini Ayaş’ta, Beypazarı Kurusu’nu yerinde tatmadıysanız, ‘vira bisiklet!’ diyerek önce Aysantı ve Ayaş Beli dağ geçitlerinin tatlı yorgunluğunu tadacaksınız. Kalecik karasından yerken, özünden yapılan şarabı da yerinde yudumlamak inanın eşsiz başka bir deneyim. Pedalınıza kuvvet!
Ankara’yı bisikletle arşınlamak, çevrilen her pedalda çevresini, doğasını tüm çıplaklığıyla hissetmek gidilecek yeni rotaların habercisidir. Zamanın, tüketim ritmiyle hiç uyuşmayan ve doğanın öğreticiliğinde birbirini ören mesafeleri kucaklayan teker iziniz birbirinden farklı mekânları, coğrafyaları birleştirecektir. Gün gelecek, Ankara’dan başlayan serüven Kapadokya coğrafyasına taşacaktır. Önce Elmadağ’ın tatlı yokuşunu yürüme hızıyla geçeceksiniz ve sonrasında Irmak’a kadar karşıdan esen rüzgara meydan okurcasına iki tekerin yoldaşlığında savrulacaksınız. Kırıkkale’ye kadar inişli çıkışlı yolları katederken sağlı sollu kavun tezgahlarından nasiplenerek tatlı molaların buyurganlığında bulacaksınız kendinizi. Uçsuz gibi gözüken sarı coğrafyada bir başına yalnızlığın tadını çıkara çıkara önce Keskin’e ardından Akpınar’a vararak Anadolu insanıyla yapılan birkaç kelamdan bir kez daha yeni şeyler öğreneceksiniz. Mesafeler, motorlu araçlardakinin aksine hissede hissede, her anı yaşayarak serüven halini alacaktır. Kırşehir’de Muharrem ve Neşet Ertaş’ın ezgilerini mırıldana mırıldana pedal çeviriyor olacaksınız. Mucur ardınızda kalacak ve yol ayrımından tırmana süzüle Hacıbektaş’a varmış olacaksınız. Çilehane’de Mahsuni’den olacak düşler, ezgiler… Gülşehir’e tatlı bir inişten sonra Avanos olacak yollar. Kızılırmak belki de en çok bu şehre yakışıyor. Zelve, Ürgüp, Uçhisar, Göreme afili tatil vaateden reklamlardan çok daha zengin, bir o kadar buyurgan. Teker izi hayatınızın bam teli olmuşçasına çoğalmaktadır artık. Nevşehir’den Derinkuyu’ya giderken Kaymaklı’da turistlik bir mola da fena olmaz hani. Her yer yeraltı şehri, bisikletin gidonu hislerinizin tercümanıdır artık, git gidebildiğin kadar! Erciyes Dağı siluettir, Hasan Dağı hemen yanı başındadır ve Aksaray’a kadar kollar seni. Köy yolları keşfedilmeyi bekleyen madenler gibi davetkârdır. Tuz Gölü’ne bir de buradan varmak ise marifettir. Yollar Ankara’ya bir şekilde yine uzanır.
Uzun lafın kısası; gezmek, yeni yerleri görmek bisikletle aslında daha kolay. Yaşanılan deneyim ise paha biçilemeyecek derinliktedir. Son dönemlerde maalesef bisiklet de kapitalist cazibe ekseninde pazarlanmaktadır. Ortalama bir bisikletle kilometrelerce yol arşınlanabilir, yeter ki düşünce olarak hazır bir hale geldikten sonra pedal çevirmeye başlayın. Gerisi muhakkak gelecektir.
Farklı yollar, coğrafyalar, insanlar, tarihi derinliği olan mesken yerleri iki teker ve çevrilen pedallarla yol aldıkça çoğalacaktır. Hissedilen, oluşan ve oluşmakta olan gökkuşağımızdır. Ee ne diyelim, tekerinize taş değmesin!