Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye öğretim üyelerinden Prof. Dr. Gürhan Fişek, metal işçilerinin eylemlerini değerlendirdi. Prof. Dr. Fişek, sendika seçme hakları işveren ve yasalarca sınırlanan, meslek hastalıkları ve iş cinayetleriyle karşı karşıya kalan işçilerin bıçak kemikte olduğu için böyle bir eyleme giriştiğini söyledi.
Evrensel’den Tamer Arda Erşin’in Prof. Dr. Gürhan Fişek’le yaptığı röportajı yayımlıyoruz.
Önce Birleşik Metal-İş üyesi işçiler greve başlamış ve grevleri yasaklanmıştı. Ardından Türk Metal’e üye işçiler sendikalarına rağmen grev yaptılar. Metal sektöründeki işçi mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce toplumun şunu görmesi gerekir: İşsizliğin bu kadar yoğun olduğu; işsiz kalmanın, yoksulluğa, sosyal güvencesizliğe kapıyı açtığı koşullarda bir işçinin işi bırakabilmesi için kendini çok haklı görmesi gerekir. Diğer bir deyişle ‘Bıçak kemiğe dayanmadan’, hiçbir işçi böyle bir eyleme girişmez. Zaten eylemin hızla yayılması ve ülkenin bir çok köşesinde yankı bulması bu haklılığın ne kadar fazla olduğunu göstermektedir.
İşçiler sendikalarından istifa etti. Bu süreçten sonra işçilere önerileriniz neler olur?
Örgütlenmek bir hak. Bunun için seçenekler birden fazla. Ama işverenlerin ya da yasaların zoru ile seçenekler kısıtlanıyor. İşverenler işçilerin hangi sendikayı seçmeleri gerektiğini onlara söylemek istiyorlar; çünkü bazı sendikaları daha uzlaşmacı görüyorlar. İşçilerini kendi isteklerini yapmaya zorlamanın çok çeşitli yolları var. Ama bir yerde bu zor, işçilerin patlamasına yol açabiliyor. Yasalar da işçilerin seçeneklerini kısıtlıyor. İş kolu barajı uygulaması, ancak bir kaç sendikayla sınırlıyor seçenekleri. Barajı aşamayan ama işçinin seçmek istediği sendikalar söz konusu. Örgütsüzlük ve bireysel kurtuluş aranması bir seçenek değil. Çünkü işçinin gücü birliktelikten gelir. Onun için sendikasını beğenmeyene, beğendiği sendikayı seçmesini ve onu yüceltmesini önermek gerek.
İşçilerde bu patlamaya yol açan süreç ne olabilir? AKP’nin 12 yıllık politikalarının bunda etkisi var mıdır?
AKP, 12 yıllık iktidarı döneminde emekçilere çok kötülük etti. Yoksulları hipnotize etti. İşçileri pasifize etti. Kamu görevlilerini, yazarları, çizerleri ve öğretmenleri düzenin tutsağı etmeye çalıştı.
Bugün yalnızca çalışma yaşamında değil; eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte, istihdamda, insan haklarında karşı durulması gereken köklü yanlışlar var. Herkes kendi alanında, örgütlü olarak bu “köklü yanlışlara” karşı çıkacak; ama bütün bu direnişlerin bir siyasal potada birleştirilmesi gerektiğini de unutmamalı.
AKP döneminde Türkiye tarihinde olmayan işçi ölümleri yaşandı bu nasıl yorumlanabilir?
Her gün ortalama 4 işçi iş kazalarında ölüyor; bir o kadarı çalışamayacak ölçüde sakatlanıyor. İş kazalarında ölen çocukların sayısı gitgide artıyor. Meslek hastalıkları ise farkında bile olunmadan “düştüğü yeri yakmaya” devam ediyor. Ama bu yeni değil. AKP öncesi iktidarlarda da bu tablo böyleydi. Ama AKP döneminde olan şu, sanki iş sağlığı güvenliği alanında, bir şeyler yapıyormuş gibi davranılmakta. İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı ancak 10 yılda çıkarabildiler; ama tümüyle yürürlüğe sokamadılar. Çıkardıkları yönetmelikleri hâlâ hayata geçiremediler. “Sosyal ortak” dediğimiz demokratik kitle örgütlerinin bu konudaki uyarılarına kulak asmadılar. Büyük kazalar meydana geldikçe de, boş inançları körükleyerek kendilerini temize çıkarmaya çalıştılar. Türkiye’nin bu konudaki birikimini yok saydılar.
Soma katliamının sorumlusu sadece patronlar mıdır, yoksa orada denetim yapılmadığı için bakanların ve kamu görevlilerinin sorumluluğu da var mıdır?
Soma katliamının sorumlusu işverenlerdir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkililerinin, kaza öncesi ve sonrası işverenleri kollama-koruma çabaları, onları da suça ortak etmiştir. Kamu görevlileri, kendilerini verilen yasa dışı emirleri uyguladıkları ölçüde sorumluluğa katılmışlardır. Ama olayı SOMA, ERMENEK ve ZONGULDAK katliamlarının ötesinde, ülke çapında baktığımız zaman, hükümetin bir bütün olarak “sosyal politikadan kaçtığı” için suçlu olduğunu görürüz.
Önümüzdeki seçimlerde işçiler iradesini hangi yönde kullanmalı?
Her şeyden önce Türkiye’nin 12 yıl süresinde gittikçe koyulaşan ve “12 Eylül Askeri Rejimi”ni andıran baskıcı uygulamalardan kurtulması gerek. Bu mevcut tek parti iktidarının sona ermesi anlamına gelmekte. Ama yitirilen kazanımları geri almak; Türkiye’ye demokrasi kültürünü geri getirmek; yoksulluğu, işsizliği, sağlıksızlığı ve bağımlılığı aşmak zaman alacaktır. Sabırlı olalım; örgütlü olalım; haklarımıza sahip çıkalım.