Kadına yönelik şiddet; bir kadına yönelmiş görünse bile, aslında tüm kadınları susturmayı, bedenlerini ve hatta zihinlerini kontrol altına almayı hedefler. Şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem nedenlerinden, hem de sonuçlarından birisidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdürmek için bu eşitsizlikten çıkarı olanların kullandığı bir araçtır, aynı zamanda bu eşitsizliğin bizzat kurucu öğelerinden biridir. Kadınların emeklerinin, bedenlerinin, kimliklerinin baskı ve denetim altında tutulmasında zorun, yani şiddetin sistematik bir rolü var, özellikle de kadınların bu baskı ve denetim karşısında özgürlük taleplerinin arttığı durumlarda.
Bugün kadınlara yönelik tacizin, cinsel saldırının, tecavüzün, şiddetin ve kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı, kadınların kırıma uğradığı bir toplumda yaşıyoruz. Belli ki, kadınlara yönelik “ayarın” dozunu artırmak gerekmiş ki bu ayar her kadının her gün, her saniye kendini tehdit altında hissetmesine yol açacak “kadın kırımı” (feminicide) düzeyine erişmiş durumda. Kadınlar kamusal alanda daha görünür oldukça, daha eğitimli, daha savunmalı hale geldikçe, erkeklerin öfkesinin daha fazla nesnesi oluyor. Ancak kadına yönelik şiddetin en ağırı olsa bile, tek biçimi feminisid değil. Kadınlar her gün, cinsel, fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddetin çeşitli boyutlarını, gündelik hayatın tüm alanlarına sirayet etmiş bir biçimde yaşıyorlar. Örneğin, “kadının fıtratı farklı”, “eşitliğe inanmıyorum” gibi beyanlar; kadınları cins olarak ikincilleştiriyor ve açık bir psikolojik şiddet barındırıyor. Üstelik, doğrudan şiddet kullanımını da artırıyor, çünkü meşrulaştırıyor.
Elbette kadınların kadın oldukları için şiddete maruz kaldıklarını ve bu şiddetin giderek artarak bir kırıma evrildiğini adını koyarak kabul etmek önemli. Bu aynı zamanda önlemeye yönelik önlemlerin geliştirilmesinde de önemli bir adım. Ama yine de kavramın şiddetin sistematik karakterini ortaya koymakla birlikte şiddetin faillerini, yani erkek özneleri ve şiddetin sistematik karakterini patriyarkal düzenden almasını gizleyen bir tarafı var, özellikle de ana akım metinlerde kavramın bu şekilde yüzeysel bir kullanımı da gelişmekte. Feminisid kavramı kadınlara yönelen şiddetin sistematikliğine, artışına vurgu yapıyor ve bunu kadın düşmanı politikalara bağlıyor. Neoliberal muhafazakarlık altında gittikçe aratan kadın düşmanlığına vurgu yapması açısından tüketici olmasa da dönemin ruhunu ifade etmesi açısından elverişli bir kavram.
Bugün Türkiye’de de AKP iktidarı altında kadın cinayetlerinin gittikçe artması ve sıradanlaşması karşısında kadın kırımı kavramını gittikçe daha fazla kullanır olduk. Bir yandan bu artışı, bir yandan sistematik hale gelmiş olmasını, bir yandan da bizzat AKP’nin açıktan kadın düşmanı politikalarını bütünsel bir şekilde ifade eden bir kavram. Ancak hemen eklemek gerekir; bu sorun AKP ile başlamadı, AKP ile de bitmeyecek. AKP; aile yapısındaki dönüşümün; kadınların daha fazla söz ve hak talep etmesinin şiddeti artırdığı tespitiyle, şiddetin çözümünü de kadınları daha fazla aile içine gömmek, “geleneksel” aile yapısını muhafaza etmekte buluyor. O yüzden “kadın” vurgusu yapmaktan özellikle kaçınıyor, o yüzden kadınları 27 yaşına kadar evlendirmeye, 30 yaşına kadar da çocuk sahibi yapmaya çalışıyor. Elbette bu suni “çözüm” de, farklılaşan toplumsal dinamiğe göre evrilmeyen bir muhafazakarlık, dönüp dolaşıp şiddeti artırıyor. Ama toplumsal değişim devam ettiği, kadınlar daha fazla özgürlük talep ettiği sürece, kadına yönelik şiddet de “olağan akış içinde” son bulmayacak.
Özetle;
Şiddet, bir bütün olarak kadın cinsine yöneliktir. Nedeni, toplumsal cinsiyet eşitsizliği düzenini sürdürmektir. Şiddetin faili erkektir ve genellikle de en yakınımızdaki erkektir. Şiddetin sonuç doğurması için gerçekleşmesi gerekmez. Şiddet tehdidi de aynı işlevi görür.
Birincisi, demek ki, üç tane faili astığımız zaman şiddet bitmeyecek. Hatta idam cezasının geri gelmesinden en çok zarar görenler bu hukuk sistemi içinde muhtemelen tecavüzcü erkekler olmayacak. O nedenle, idam, hadım gibi “çözümleri” doğru bulmuyor, bu tür suçları sapkınlığa indirgeyen böyle bir yaklaşımı kabul etmiyoruz.
Aynı zamanda kadın cinayetleri, taciz, şiddet gibi suçlar, madem bir cinse yöneliyor, o zaman “kadına yönelik suçlar” başlığı altında değerlendirilmeli ve “kadın kırımı” tanımı ceza yasasına mutlaka girmeli.
Kadınlara yönelik ayrımcılığı pekiştiren tüm “çözüm önerilerine” de karşı olmalıyız. Madem şiddet ayrımcılığın nedeni ve sonucu, ayrımcılığı pekiştirmek şiddeti azaltmaz, tersine artırır.
Ama kadınların korunmasını esas alan yasal ve kurumsal yapı da mutlaka dönüşmeli. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi geleneksel aileye dönüşle değil, kadının bir birey olarak haklarının savunulmasıyla çözüleceği perspektifi ile, bir Kadın Bakanlığı kurulmalı.
Tüm bu talepleri güçlü bir şekilde tam da bu dönemde yükseltmeliyiz, diğer taraftan erkek şiddeti karşısında kadın dayanışmasını güçlendirmeliyiz.
DİSK ANKARA KADIN KOMİSYONU