Dr. Mine Yıldız*
2002’de Okan Bayülgen bir çıkış yapıp bu kesimin duygularına tercüman olmuştu: “Köylülerden nefret ediyorum, çünkü şehirliyim… onları kıskanıyorum. Onlar salak! Köyden şehre geldiler, iki kitap okuyup benimle yarışmak istiyorlar. Ben İstanbullu olmayı seviyorum, olmayanı küçümsüyorum, Paris ya da Londra’da yaşayanları seviyorum” (Okan Bayülgen, Aktüel, 11-17 Nisan 2002)
Şehirli üst sınıf, imtiyazlı, yüksek gelirli, eğitim hayatının tümünü veya bir bölümünü yurt dışında tamamlamış, kendini toplumun diğer kesimlerinden üstün gören bir azınlıklar grubudur. Bu sınıf kimi zaman doğrudan yönetici sıfatıyla, kimi zamanda dolaylı biçimde yani siyasilerle ilişkileri ve bağlantıları yoluyla ülkemizin ekonomik kaynaklarını ellerinde tutmuş/yönetmişlerdir. Bu malum şehirli üst sınıfın içinde kökleri, Osmanlı dönemine kadar uzayanları vardır.
Bu üst sınıfın fabrikalarında/işyerlerinde çalışanlar ise köylerinden kentlere göç etmiş insanlardan oluşmuştur. Daha iyi bir yaşam umuduyla kente göç eden köylülerden. Tarımda neoliberal politikaların devreye sokulmasıyla, tarımsal üretimin tasfiye edilmesi göçü zorunluluk haline getiren pek çok nedenden sadece birisidir. Bu ve benzeri pek çok neden, kentleri yoksul sınıflarla doldurdu.
Peki soru şu: Şehirli üst sınıf nasıl oldu da üst sınıf oldu? Yani ekonomik açıdan bu kadar güçlü hale nasıl geldiler? Çalışarak mı!?
Önce şunu netleştirelim; Hiç kimse doğup büyüyeceği aileyi, etnik kökeni, kültürel koşulları vs… seçemez. Tıpkı köyde doğan çocuğun seçemediği gibi. Kimileri hasbelkader şehirde yaşayan ve de imtiyazlı ailelerin çocukları olarak dünyaya gözlerini açmış olabilir. Ülkenin yönetici elitleriyle veya mülki amirleriyle sıkı fıkı bir ilişki içinde, “ağam, paşam” deyip topraksız köylüleri köleleştirmiş olabilir. Kimileri “halk ayaklanmasını bastırdın, yüksek hizmetlerin (!) nedeniyle al şu topraklar senin olsun” diyen yöneticilerin kapıkulu olmuş olabilir. Kimileri bugüne kadar gelmiş, geçmiş iktidarlardan veya mevcut siyasi iktidardan nemalanmış, ihale kapmış olabilir. Aile servetiyle ya da kalan mirasın rahatlığıyla Amerikalarda okumuş, Avrupa’ya yüksek öğrenim yapmaya gönderilmiş de olabilirsiniz.
Bu ülkenin köylüsünün, işçisinin “Acaba hangi ülkede okusam?” deme şansı hiçbir zaman olmadı. Seçim hakkı yoktu. Tek seçeneği vardı eğitim için; devlet okulları. Kimileri şimdi sağda solda ailelerinin parasıyla okuduğu kolej ve/veya özel üniversitelerle övünüyor ya, komik duruma düşüyorlar! Bilesiniz!
Oysa o küçümsenen devlet okullarında, köy enstitülerinde okuyan köylü ve işçi sınıfının çocuklarından kimler çıktı?
Pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık yapan Yaşar Kemal çıktı.
Okul yıllarında dokumacı tezgahlarında çalışan Fakir Baykurt çıktı.
12 Mart döneminde TÖS davasından yargılanan köylü çocuğu Dursun Akçam çıktı.
TÖBDER’li TÖS’lü öğretmenler çıktı! Tıpkı devrimci öğretmen babam gibi! Pek çoğunun dedesi ne iş mi yapıyordu? Çiftçiydiler, tarım emekçileri!
(Siyaset Bilimci, Sosyolog)