Edirne Cezaevinde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhuriyet Gazetesi’nden Hilal Köse’nin sorularını yanıtladı. HDP içindeki tartışmalardan cezaevinde yaptıklarına pek çok soruyu yanıtlayan Demirtaş, “keşke” deminin değil “haydi” demenin zamanı olduğunu belirterek “Yılgınlığa yer yok bizim dünyamızda” dedi.
Köse’nin soruları ve Demirtaş’ın yanıtları şöyle:
-Özgürlüğe kavuşmanız dileğiyle söze başlamak istiyorum. İki yılı içerde yoğun çalışarak, üreterek geçirdiniz. Şimdi nasılsınız? Yorgun musunuz? Eğer öyleyse sizi en çok ne yordu? Ya da ne mutlu etti? Neler hissediyorsunuz?
Teşekkür ediyorum, haksız yere cezaevlerinde tutulan herkesin özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum. Benim sağlığım ve moralim iyidir, kendimize olabildiğince iyi bakmaya gayret ediyoruz. Burada iki yıldır yoğun bir tempoyla gayretlerimi sürdürüyorum. Ama kesinlikle kendimi yorgun ya da umutsuz hissettiğim tek bir saniyem bile olmadı. Dışarıdayken de çok yoğun bir çalışma tempom vardı zaten, bu yönüyle alışkın sayılırım. Daha çok da dışarıda yaşananları yakından takip etmeye çalışıyoruz. Doğrusu, bizi öyle fazla da mutlu edecek bir atmosfer yok dışarıda. Demokrasi, özgürlükler ve barış ortamı bu kadar tahrip edilmişken mutlu olacak şeyler bulmak kolay değil. Mutluluktan çok umut önemlidir benim için. Umudu her daim koruyarak ayakta kalabileceğimize inanıyorum. Hiçbir suç işlemeden cezaevinde kalıyor olmak insanı kahredecek gibi düşünülüyorsa yanlıştır, en azından suç işleyip cezaevine girmekten iyidir bizim durumumuz. Siyasi operasyonlar ve siyasi kararlarla buraya konulduk, burada da siyasi duruşumuzu, mücadelemizi sürdürmeye devam ediyoruz. Kendimizi asla çaresiz falan hissetmiyoruz. Aksine güçlü ve moralliyiz, çünkü haklıyız.
-Cezaevi günleriniz nasıl geçiyor?
Günlük yaşama dair yemek, temizlik, avukat ve aile görüşleri dışındaki zamanımızın neredeyse tamamını okuyarak, yazarak geçiriyoruz. Günlük gazeteleri, haber bültenlerini takip ediyoruz ayrıca. Her anımızı verimli kılarak yaşamdan kopmamaya özen gösteriyoruz. Olabildiğince spor yaparak beden sağlığımızı da korumaya çalışıyoruz. Sonuçta yüksek güvenlikli bir cezaevinde küçük bir hücrede tutuluyoruz ve bu hücrenin, duvarların ruhumuzu karartarak teslim almasına asla izin vermiyoruz. Çok kolay olmuyor elbette ama bizim yaşamımız ne zaman kolay oldu ki?
…
-Türkiye’de mahkemelerin Cumhurbaşkanı’nın talimatlarının dışında karar veremeyeceğini duruşmada da söylemiştiniz… Hal böyleyken, ne olacak bu yargının hali? Bir hukukçu olarak değerlendirir misiniz?
Hakim Savcılar Kurulu geçen yıl yayınladığı bir talimat ile mahkemelerin tahliye kararı vermeden önce HSK’den görüş almasını istedi. HSK Başkanvekili de böyle bir belgeyi doğruladı zaten. Oysa bu çok açık bir Anayasa ve yasa ihlalidir. HSK’nin böyle bir görevi de yetkisi de yoktur. Peki bu HSK’nin başkanı kimdir? Adalet Bakanı. Adalet Bakanı kimdir? Cumhurbaşkanı tarafından atanmış bir kişidir. O halde mahkemeler tahliye kararlarını en azından teorik olarak Cumhurbaşkanına sormuş olmuyorlar mı? Kaldı ki benim davam dahil bir çok davaya dair, Cumhurbaşkanı açıkça yargıya baskı, talimat anlamına gelecek yorum ve açıklamalardan kaçınmıyor zaten. Örneğin benim için açıkça “teröristtir”, “yargı bunun hak ettiği cezayı hemen vermelidir” gibi cümleler kurabilmiştir ki, bu ortamda bu türden söylemleri baskı olarak kabul etmeyecek tek bir yargıç yoktur sanırım. Fakat bütün bu çığırından çıkma hali geçicidir, çok uzun sürdürülemez böylesi kaotik düzenler. Er geç akıl, vicdan, adalet galebe çalacaktır. İyi kötü, Türkiye demokrasi yürüyüşünü sürdürecektir. Hiçbirimizin bugün olanları normalleştirmemesi, kanıksamaması gerekir. Aynı zamanda kararlıca ve inatla, hukuk ve adalet mücadelesini de her koşulda sürdürmek, olmazsa olmazdır.
-HDP’nin Türkiye partisi olma iddiasını güçlü şekilde ortaya koyduğu 7 Haziran’ı, öncesini ve sonraki günleri düşünürsek, keşke dediğiniz bir şeyler var mı?
Siyasette “keşkeler” her vakadan, bir süreçten ders çıkarıp ileriye bakabilmektir. Yoksa hayıflanma anlamında keşkenin siyasette bir karşılığı yoktur. 7 Haziran’da HDP neredeyse bugün halen orada durmaktadır. Ancak HDP’nin dışındaki koşullar, etkenler, faktörler 7 Haziran gibi değil. Değişim HDP’de değil, koşullardadır. Biz de değişen koşulları öngörebilen bir siyasi analizle birlikte yeni siyasal iletişim metotları, buna uygun dil ve söylem ile yeni politik mücadele taktiklerini daha yaratıcı ve başarılı bir tarzda geliştirebilmeliydik, geliştirebilmeliyiz. Kanımca “keşke” demenin değil “haydi” demenin zamanıdır. Yılgınlığa yer yok bizim dünyamızda. Ne yenildik ne tükendik ne de zayıfladık. Gücümüzün ve potansiyelimizin farkında olarak Türkiye’yi demokrasi ve barış rotasına sokacak etkili bir politik mücadele hattını hayata geçirme sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
…
-Türkiye’de demokrasi ve barış adına hala umut var mı?
Umudu yitirmek için tek bir neden göremiyorum. Toplumun yarısından fazlası, itirazını seçim yoluyla zaten ortaya koyuyor. Diğer yarısı da yeni bir alternatif göremediği için, mecburiyetten iktidarın etrafında yani “güvenli” bölgede beklemeyi tercih ediyor. Yani toplumun ekseriyeti, güçlü bir değişim umudunun ışığını bile görse peşinden gitmeye hazırken ne diye umutsuz olalım ki? Baskıların ve adaletsizliklerin yarattığı tahribat yok mu, var elbette. Ama ağlayıp sızlamanın değil, yaralarımızı sararak demokrasi ve barış mücadelesini hızla büyütmenin arayışı içerisinde olma zamanıdır. Olabildiğince fazla kitlesel bir araya gelişlerle hem toplumun farklı kesimlerinin birbirleriyle temasını sağlamak hem de sürekli moral, umut ve cesaret sağlayacak motive edici işler yapmak gerekir. Faşizm, kendisinden korkulduğu müddetçe ayakta kalır. Ama bizim tek derdimiz faşizmi sonlandırmak değil aynı zamanda onun yerine güçlü bir demokrasi inşa etmek olmalıdır. Çünkü faşizmin sonu otomatik olarak demokrasiye çıkmıyor. Bu noktada demokratik muhalefetin her düzeyde açık, ilkeli, işbirliğine, ittifaka, mücadele ortaklığına açık olması çok önemlidir.
-Şimdi dışarda olsaydınız ne yapardınız?
Dışarıda olsaydım daha etkili bir mücadele yürütebileceğimi her fırsatta söylüyorum. Zaten bu sebeple burada tutulmuyor muyum? Yine benim dışımda, Sayın Figen Yüksekdağ başta olmak üzere HDP’nin bütün etkili sözcü ve kadroları bu nedenle içeri atılmadı mı? Fakat dışarıdaki arkadaşlarımız da ağır baskılara rağmen ellerinden geleni yaptılar. Bu nedenledir ki HDP’yi dağıtmayı, eritmeyi, zayıflatmayı başaramadılar. Asla da başaramayacaklar. Dışarıda da olsam içeride de olsam ben, halklarımız arasındaki barış, eşitlik ve adalet köprüleri için çalışmaya devam ediyorum. Elimden gelen katkıyı sunmaya çalışıyorum. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları, eşitlik gibi değerlerin kurumsal ve kalıcı olduğu ortama barış denir zaten. Bunların gelişmesi için çalışmak barışa hizmet etmektir. Sırf seçim gibi konjonktürel gündemlere takılmadan, ilkeli bir barış mücadelesi sürdürmek gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum. Sorunlarımızı çatışmanın dili ve yöntemi dışında çözebilme becerisini göstermek zorundayız.
…
-Siz de HDP yönetimi de aranızda bir sorun olmadığını söylüyorsunuz. Yine de bu yöndeki yorumların ardı arkası kesilmiyor. Bu algının nedeni nedir?
Ben açık fikirli olmaya, eleştiri ve önerilerimi en doğru yol ve yöntemlerle ve sonuç almaya odaklı olarak düşüncelerimi ortaya koymaya hep önem verdim. İki yıllık cezaevi sürecimde de böyle davranmaya özen gösterdim. Partimiz HDP’de bu yöntem, ilkesel bir tutumdur aynı zamanda. Benim her arkadaşım HDP’de kendini en özgür şekilde, en katılımcı ve yapıcı şekilde ifade edebilsin diye biz HDP’yiz. Bizi farklı kılan ve lider, kişi, otorite partisi olmaktan ayıran da bu özelliğimizdir. Dolayısıyla kendi kendimizi ifade etme eylemlerimizden yola çıkarak bunu ayrılık, bölünme, kriz gibi tanımlamak bize çok yabancı kavramlardır. Ben de, HDP’deki her yoldaşım da kıyasıya tartışır, gerekirse “kavga” eder, sonra da ortak kararlaşmayla, birlikte, omuz omuza, coşkuyla yürümeye devam ederiz. Sorunuzda sözünü ettiğiniz algının nedeni, bizi klasik otoriter erkek egemen lider partileriyle kıyaslayarak değerlendiriyor olmaktır. Biz, Türkiye’nin özgürlükçü yegane partisiyiz ama bunu maalesef ki yine biz halka yeterince anlatamadık, göstermedik. Tabii ki iktidarın bize yönelik olumsuz algı ve linç kampanyalarının da bunda büyük etkisi var. Biz HDP olarak güzel bir siyasi partiyiz velhasıl.
…
-Seçim gündeminden bıkanlara, geleceğe dair umutsuzluğa kapılanlara ne söylemek istersiniz?
Bu karanlık tablonun iç açıcı olmadığının farkındayım. Seçim ve siyasi parti curcunalarından bazen gına geldiğini de biliyorum. Size ne diyebilirim ki? “Gelsenize, cezaevi çok güzel” demek isterdim ama kıyamam size. Ketıl olayına girmediğim için link atamıyorum ama Yılmaz Güney’in Cannes’da ödül alırken yaptığı konuşmayı son ses dinleyin bir daha. Üstüne bir de, Kenan Evren’in cenaze törenindeki yalnızlığını izleyin. Mutlaka fırsat yaratıp Mamak, Ulucanlar, Diyarbakır, Metris c.evlerinin önünden geçin. Bir zamanlar orada yaşanan zulmü hatırlayın, zulme karşı direnişleri yad edin. Deniz’in, Mazlum’un, Mahir’in, İbo’nun ve nicelerinin mezarını ziyaret edin. Kır çiçekleri bırakın ve deyin ki “haramilerin saltanatını yıkacağız, bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi, bekle bizi İstanbul.” Demem o ki, etrafınıza bir bakın, umut o kadar çok ve her yerde ki. Hayalini kurmak size kalmış artık.
-Son olarak, iki yıldır tutuklusunuz. Kırgın olduğunuz birileri var mı? Meclis’te mesai harcadığınız vekiller, HDP’li olsun olmasın, tahliyeniz için yeterince çaba gösterdi mi?
Bu tür soruları bir gün sağ salim buradan çıkarsam tekrar sorun lütfen, çünkü şu anda hatırlamıyorum, belki o zaman hatırlarım :)
Söyleşinin tamamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1139185/Siyasi_yasakli_hale_getirmeye_calisiyorlar.html