Faşizm, iddiaları var;
Nereden çıktı? diyorlar; “Başkanlık Sistemi!”..
Hitler, diyenler var;
Ne münasebet, diyorlar; Abdülhamid!;
Nazım, diyenler var;
Olamaz, diyorlar; Necip Fazıl!
Ve bu arada hapishaneler doluyor.. Tıpkı istibdad ve darbe dönemlerinde defalarca dolduğu gibi..
***
T. Fikret, İttihatçılar “95’e Doğru” yol alırken, “Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi” diye feryat etmişti. Gerisini Nazım tamamladı: “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!”…
Gerçek şu ki 1908’de İstibdat’ın çöküşü tüm ülkede tam bir bayram havası yaratmıştı. İstibdat’ın en sadık hizmetkarları bile, Ömer Seyfettin’in Efruz Bey’i misali, meydanlara dökülmüş özgürlük nutukları atıyorlardı. Elbette ki vicdan sahibi muhafazakârlar da samimi bir sevinç içindeydiler. Bakın, “İstibdâd” başlıklı şiirine Mehmed Akif, hangi mısralarla başlamıştı?
“Yıkıldın, gittin ama ey mülevves devr-i istibdad,
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir yâd!”
***
Sonra İttihatçılar da giderek kendi istibdatlarını kurdular ve bu kez özgürlük kavgası onlara karşı yöneldi. O kadar ki “devr-i istibdat”ı arayanlar arasında müstebit için “müdaafaname” yazanlar bile çıktı.
Oysa bu arada Abdülhamid’e sövgüler de devam ediyordu. Ve tartışmalar sırasında şair Yahya Kemal de ne düşündüğünü açıklamak ihtiyacını hissetti. “Kökü mazide olan atiyim” diyen ve muhafazakarlıkla modernizmi bağdaştırmaya çalışan şair de şunları yazdı:
“Ben kendi hesabıma Abdülhamid’e sövülmesinden memnunum. Çünkü bu söğüşler hürriyete yarıyor. Yeni nesil –tarih bilmemekle iftihar ettiği için- eski müstebitleri bilmiyor; ancak son müstebit Abdülhamid’i biliyor. Ona dair yalan yanlış ne yazılırsa inanarak okuyor. Bu da pek iyi oluyor. Çünkü ona da sövülmese kime sövülecek?”.. (Tarih Musahabeleri; İstanbul Fetih Cemiyeti yayınları; 1975, s. 113).
***
Dersimiz istibdad!
Demek ki “İstibdad” neymiş?
Örneğin muhafazakarların dilinde?