Yeni başladığımız hafta zor bir hafta olacak.
Çarşamba günü ABD Merkez Bankası Fed’in, ardından Perşembe günü de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faiz toplantısı var.
Bugünden, herkesin gözü kulağı, Merkez Bankası’ndan gelecek faiz kararında… Zira, “Merkez faizi artıracak mı, artırmayacak mı?”, son haftanın en spekülatif konusu… Merkez de zaten piyasada bu tartışmanın oluşması için gereken zemini neredeyse ilmek ilmek işledi.
Enflasyonun son 14 yılın en yüksek oranına çıktığının görüldüğü günden bu yana,çok acayip şeyler yaşanıyor. Malum TÜİK’in 4 Aralık’ta açıkladığı enflasyon yüzde 13’e dayandı, “çekirdek enflasyon” dediğimiz, enflasyonu dışsal ve mevsimsel etkilerden arındırarak, fiyat artışlarındaki nedenselliği daha gerçekçi ortaya koyan veri, yüzde 12.08’e çıktı. Yani enflasyon 2003’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkmakla kalmıyor, önümüzdeki dönem daha da yükseleceğinin işaretlerini veriyor.
Böyle olunca Türkiye’de, yasayla “fiyat istikrarını sağlama görevi” verilmiş tek kurum olan Merkez Bankası’nın da artık ciddi bir adım atacağı beklentisi oluştu. Yani, Merkez’in tüm siyasi etkilere ve baskıya gözünü kapatıp faizi artırmak zorunda kalacağı…
Merkez Bankaları, enflasyon ve çekirdek bu kadar yükseldiği durumlarda, iktisaden normalde faiz silahını kullanırlar. Hem de faiz artış oranı, enflasyon artışını dizginleyecek şekilde hesaplanır. Bu oran bizim ekonomimizin geldiği noktada, oldukça yüksek oranlı bir faiz artışına işaret ediyor.
Ama kural kaidenin rafa kaldırıldığı, temel yollar yerine ara ve yan yolların revaçta olduğu tuhaf zamanlar yaşıyoruz.
Merkez Bankası’nın, şeffaflık, açıklık, tüm tarafları eş zamanlı bilgilendirme zorunluluğundan cayarak, yan yollara saptığı, bazı yatırımcılara, analistlere, bankacılara veya ekonomistlere, 14 Aralık’ta faizi artıracağını “fısıldadığı”, günlerdir konuşuluyor. Yani bazı “seçilmişlere” bilgi var, bazılarına yok. Yani bazıları kazanıyor, bazıları kaybediyor.
Merkez Bankası ve Hazine’nin eski (tarihsel olarak)bürokratları, ekonomistler ve ekonomi yazarları, bunun ne anlama geldiğini anlattı, yazdı.Merkez Bankası “iletişim” gerekçesiyle bu hafta faizi artıracağını, bazı “seçilmişlere” fısıldadıysa, bunun“iletişim politikası” falan olmadığı, “bilgi sızdırma” olduğu çok açık şekilde detaylarıyla ortada… Düşünsenize nasıl bir şey konuşuyoruz. Merkez Bankası’nın ismi, bilgi sızdırma, fısıldama gibi kavramlarla aynı cümlede… Bırakın kurumsal güvenilirlik, şeffaflık, açıklık temel ilkelerini falan,böyle bir durum, birçok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de hala suç. Hem de Sermaye Piyasası Kanunu’nda, hapis cezasıyla tarif edilmiş bir suç…
Ama ne dert… Nasılsa burada ne kurumlar, kurallar, ne de güvenilirlik ve hatta öngörülebilirlik kaldı. Artık her şey olur.
Çünkü artık ekonomide de sadece “Survivor” var.
Bu “Survivor”ın da ünlüsü, gönüllüsü var. Doğal olarak, kazananı, kaybedeni var.
Ama mesele şu ki, birileri, sadece kazanmakla kalmıyor,diğerlerinin aleyhine kazanıyor. Ve kazananlar, kaybedenlerin oyundan atılışı pahasına ödül alıyor.
İşte bu haftaki “Survivor”da da birileri kazandı, birileri kaybetti, piyasa manipüle edildi, fısıltı işe yaradı, amaç hasıl oldu, değil mi?
Peki kim kazandı?
Kendisine fısıldanan bazı “seçilmişler” ile yüksek kurda kazanç için piyasaya girmiş olan ve birkaç “TL-dolar, dolar-TL alım satım” işleminden sonra elde ettiği kazanca, şimdi de 14 Aralık’ta faiz artacak “bilgisiyle” daha da kazanç ekleyecek olan sıcak paracılar… Aracılar… Üretim yerine rantiyeyi seçenler… Bir de bu dönemin “hep kazananları”, ülke yansa hasırı yanmayan, kazancını Hazine garantileriyle güvenceye almış olan bilinen sermaye…
Kim kaybetti?
Enflasyonun resmi olarak yüzde 13’e, pazarda çok daha yükseklere dayanmasıyla cebindeki paradan kaybedenler ile gelecekte cebinde olma ihtimali olan paradan da kaybedenler… Piyasada olup biteni doğal olarak öngöremeyen, artık tahmin bile yürütemeyen, kendisine fısıldanma olasılığı da olmayan on binlerce KOBİ… Faiz, kur baskısı altında TL ya da döviz borçlanmış olanlar… Ekonomideki kurumlara güvenemeyeceğini de anlamış “Survivor”ın ritmine uymaya çalışan olan diğer tüm ekonomik birimler…
Açık ki, bu haftaki bölüm de, birileri için yeterince heyecanlıydı. Yeni başladığımız haftanın bu bölümünde de elemeler olacak.
Şimdi bir daha soralım, Merkez Bankası faizi artırır mı? Faiz artışının hiç de sevilen ve istenen bir şey olmadığını da vurgulayarak yine de söylemeliyiz ki, enflasyonun ve özellikle çekirdeğin giderek artan yükselişi, faiz artışı için ne yazık ki, neredeyse zorunlu bir neden olarak önümüzde duruyor. Peki diyelim ki karar alındı, artık geldiğimiz noktada işe yarayacak artış oranı nedir? Artık bir önceki hafta, ani bir kararla toplanıp, faiz artırsaydı işe yarayacak olan oran, bu hafta işe yarar mı? Yoksa artık daha fazla mı artırması gerekir? Bu artışın maliyetini kim öder?
Her “Survivor”da neden sonuç arasındaki bağ koptuğu için artık kimse bilemez. “Survivor”ı, “Survivor” yapan öngörülebilirliğin olmaması değil mi?
Artık isteyen istediğini sallayabilir. Misal ben de derim ki, en az 150 baz puan artırmak zorunda kalır. Kısa süreli işe yarar, uzun dönemde bu da işe yaramaz.
Var mı artıran?
İşte durum bu… Artık artırsa da olmaz, artırmasa da… Çünkü ekonomideki “Survivor”ın da doğası gereği mottosu belli: Kısmetten öte bir şey yok.
(Y.N: Türkiye ekonomisiyle ilgili bugün bir başka kritik açıklamayı bekliyoruz. Siz bu satırları okuduğunuz sırada, sıra dışı bir durum olmazsa, Türkiye’nin 3. çeyrek büyüme oranı ya açıklanmış ya da açıklanıyor olacak. Hani ekonomi yönetiminin “Türkiye dünyada birinci olacak” diye birkaç hafta öncesinden duyurduğu büyüme… Hiç şüphem yok ki, açıklanan resmi büyüme rakamı, çok yüksek, hatta çift haneli çıkmış olacak. Bu nedenle, bu köşede birkaç hafta önce, 27 Kasım tarihinde yayınlanmış olan yazıyı, şu küçük ilaveyle, tekrar okumanızı öneriyorum: İddiamın güçlendiğini görüyor ve vazgeçmeyi düşünmüyorum, Julian Moore itiraz etmediği sürece…)
http://www.yirmi4.com ‘dan alınmıştır.