HDP’li vekillerin gözaltına alınması ve tutuklanması sonrasında yapılan açıklamalarda operasyonun bu vekillerin ifadeye gitmemesi nedeniyle yapıldığı belirtiliyor. Gerek Hükümet ve gerekse MHP lideri alınan önlemin “eşitlik” ilkesinin zorunlu bir gereği olduğunu söylüyorlar. Mesela Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Müezzinoğlu soruyor: “Sayın Bahçeli, Baykal, Kılıçdaroğlu gitti, ifade verdi. Ayrıcalıkları ne bu arkadaşlarımızın?” Başbakan Yıldırım da “Hukukun önünde kimsenin geçiş üstünlüğü yok. Hukukun önünde bütün vatandaşlarımız eşittir.”
Aynı gün, farklı yerlerdeki savcıların tamamının birden harekete geçip vekilleri gözaltına almasını, sulh ceza hakimlerinin de 9’u hakkında tutuklama kararı vermesini her vatandaşa eşit davranmakla açıklamak ne kadar mümkün kısmını bir kenara bırakıyorum. Bir kişinin ifadeye gitmemesi nedeniyle tutuklanmasının meşru olup olmadığına da şimdilik değinmeyeceğim.
Bu yazının asıl konusu, baştan aşağı adaletsiz kurulmuş bir sürecin, şimdi eşitlik adına insanların tutuklanmasına gerekçe haline gelmiş olması. Aşağıda açıklayacağım gibi, sürecin tamamının Venedik Komisyonu’nun saptadığı gibi ad hominem (suçların önlenmesi değil belirli kişilerin başka amaçla cezalandırılmasını hedefleyen) nitelik taşıdığı bir mekanizmayı eşitlik gereği bunu yapıyoruz diye sunulmasına hukuken bir şey yapamıyorsak da en azından durumu açıklığa kavuşturmak lazım.
Niceliksel Eşitlik mi?
Adalet Bakanlığı verilerine göre 15 Aralık 2015 tarihi itibarı ile TBMM Genel Kurulu’nda 319’u daha önceki dönemlerden kalmış olmak üzere toplam 330 fezleke beklemekteydi. 2 Ocak 2016 günü Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşma yaptı ve “İki eşbaşkanın yaptığı açıklamalar kesinlikle anayasa suçu. Haklarında cumhuriyet başsavcılıklarının başlattıkları süreçler var. Bu konular takip edilmeli. Parti kapatma olayı gündeme dahi gelmemeli. Ama suçu irtikap eden milletvekili, belediye başkanı veya başkaları olabilir. Bunlar bunun bedelini ödemek durumundadır Diyarbakır ve Ankara başsavcılıklarının başlattığı soruşturmaları da bu çerçevede değerlendirmek lazım” dedi.
Bu konuşma sonrasında, Anayasa değişikliği gündeme geldi. Anayasa Değişikliğinin Mecliste tartışıldığı bu dönemde Meclise toplamda 468 yeni fezleke geldi. Bu fezlekelerin %79’u (368) HDP’li vekiller aleyhine. Sadece 21 Nisan-20 Mayıs 2016 tarihleri arasında HDPli vekiller aleyhine 154 fezleke hazırlanmış. Bir başka deyişle HDP’li vekiller aleyhine mevcut fezlekeler, Cumhurbaşkanının konuşmasından sonra tam 3 katına yükselmiş.
Görüldüğü gibi daha önce olmayan fezlekeler Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının ardından yağmur gibi Meclis’e inmiş. Eğer Türkiye’nin her yerinde savcıların görevini 2 Ocak 2016 tarihine kadar ağır bir şekilde ihmal ettiği gibi bir düşünceniz yoksa bu fezlekelerin hazırlanmasında siyasi etkinin ne kadar büyük olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Bunun eşitlikle falan açıklanır bir yanı da yok.
İktidar partisi vekilleri aleyhine ise 2 Ocak 2016 tarihinden itibaren sadece 8 yeni fezleke Meclis’e gelmiş. İktidar partisinin 316, HDP’nin ise sadece 59 vekilinin olduğu düşünüldüğünde soruşturmaların ne kadar eşitlik gözetilerek hazırlandığı da görülebilir. Buna göre, 2 Ocak tarihinde itibaren her 40 AKP’li vekilden sadece biri hakkında fezleke hazırlanmışken, her HDP’li vekil için ortalama 6,3 fezleke hazırlanmış. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı dönemle ilgili 798 fezleke vardır. Bu fezlekelerden 510 (%63) tanesi HDP’li vekiller hakkındadır ve HDP’li vekiller toplamda 645 farklı suçla suçlanmaktadır. CHP ile ilgili 145, AKP ile ilgili 46, MHP ile ilgili ise sadece 20 fezleke hazırlanmıştır. Ayrıca bu fezlekeler toplamda 139 milletvekilini kapsarken HDP’li toplam 59 milletvekilinin 55 tanesi (%93) hakkında fezleke hazırlanmıştır.
Bu hesaba göre HDPli vekil başına düşen fezleke sayısı 8.64tür. AKP’li vekil başına düşen fezleke sayısı ise 0,14.
Birisi eşitlikten mi bahsetmişti?
Niteliksel Eşitlik mi?
Siyasi müdahalenin sayısal olarak bu kadar görünür olduğu bir süreçte hükümet taraftarlarının vereceği cevabı kestirmek güç değil: Ama onlarınki terör suçu!
Öncelikle şunu belirtelim; Anayasa değişikliği terör suçu ile diğer suçlar arasında bir ayrım gözetmiyordu. O nedenle, eğer vekillerin suç işlediğine dair 2 Ocak 2016 öncesinde soruşturma vardıysa bunların zamanında Meclise gönderilmesi gerekirdi. Ama dahası terör suçu olduğu ifade edilen eylemlerin tamamının konuşma, açıklama ve yazı olduğunun belirtilmesi lazım. HDP’li vekillere yöneltilen suçların hemen hemen tamamı Türkiye’nin AİHM önünde defalarca mahkum olduğu siyasi ifade özgürlüğünü kısıtlayan kanun hükümlerine ilişkindir. Terör propagandası suçuna ilişkin fezlekelerin 216 tanesinin tamamı; Terörle Mücadele Yasası’nın ihlaline ilişkin fezlekelerin 58’nin tamamı; TCK 216, 301 ve 302 gibi yine Devletin kutsallarına yönelik ifade suçlarına ilişkin fezlekelerin 63’ünün tamamı; suç ve suçluyu övme suçuna ilişkin 57 fezlekenin tamamı HDP’li vekiller aleyhinedir.
Adi suçlar söz konusu olduğunda ise daha dengeli bir dağılım söz konusudur. Örneğin görevi kötüye kullanma suçundan sadece bir HDP’li vekil için fezleke hazırlanmışken, bu suçtan soruşturulan 13 AKP’li vekil vardır. Şahsa ve mala yönelik suçların toplam suçlara orantısına bakıldığında bu oran hakkında fezleke düzenlenen 46 AKP’li vekil açısından %44 iken HDP’li vekiller açısından %0.006’dır. Yani AKP’li vekiller eylemleri, HDP’li vekiller ise konuşmaları nedeniyle soruşturulmaktadır. Bir başka deyişle, HDP’li vekiller aleyhine yöneltilen suçlamaların hemen hemen tamamı siyasi niteliktedir.
Selahattin Demirtaş örneğinde bu istatistikler daha da somuttur. Hakkındaki fezlekelerin 39 tanesi Terörle Mücadele Yasası’nın 7/2 hükmü uyarınca terör örgütü propagandası gerekçesiyle hazırlanmıştır. Bunlar arasında Meclis grup toplantısı konuşmaları yanında, mitinglerdeki konuşmalar da dahildir. 10 fezleke TCK 215 uyarınca suç ve suçluyu övmekten, 17 adet fezleke 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten, 4 tanesi TCK 220 uyarınca örgüt üyesi olmaktan, 7 tanesi örgüt üyesi olmamakla beraber örgüt adına suç işlemekten (TCK 220/6), 9 tanesi Türkiye Cumhuriyeti kurum ve organlarını aşağılamaktan (TCK 301), 7 tanesi Cumhurbaşkanına hakaretten (TCK 299), 3 tanesi ise Başbakana hakaretten düzenlenmiştir (TCK 125/3).
Venedik Komisyonu dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliğinin geri alınması gerektiğini ifade ettiği raporunda, Türkiye’nin hali hazırda son derece sorunlu ifade özgürlüğü sicilini de dikkate almıştır. (Venedik Komisyonu Raporu, para. 48-54). Bu soruşturmalar eğer yargılama konusu olur ve vekiller mahkum olursa, çok büyük bir kısmının AİHM’de mahkum olacağını herkes gibi Bakanlık yetkilileri de gayet açık bilmektedir.
İşin özü; milletvekillerine ilişkin yürütülen sürecin tamamında bir eşitsizlik söz konusu ama tam da siyasi iktidarın iddiasının tam tersi anlamda. Bu eşitsizliğin nasıl ortadan kaldırılacağını da Venedik Komisyonu gayet açık bir şekilde ortaya koydu: Vekilleri tutuklayarak değil, dokunulmazlıkları yeniden sağlayarak.
Eğer gerçekten adalet ve eşitlik gibi bir derdimiz varsa.