Dursun Akçam 12 Temmuz 1930 Ardahan doğumludur. 1950 yılında Kars, Cılavuz Köy Enstitüsü’nü bitirerek altı yıl ilkokul öğretmenliği, Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra da uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Türkiye öğretmenler Sendikasının (TÖS) kurucuları arasında yer almış, TÖS’ün ilk saymanı ve 1967’de TÖS’ün ikinci başkanı seçilmiştir.
Dursun Akçam, 12 Mart döneminde tutuklanıp TÖS davasında yargılanmış, 8 yıl 10 ay hapse mahkûm olduysa da Yargıtay kararı bozmuştur.
***
Dursun Akçam öğretmenliğinin dışında yazdığı öykü ve romanlarıyla edebiyatımızın önemli bir parçasıdır. Yazı ve öyküleri 1952’den itibaren hem günlük gazetelerde hem de önemli edebiyat dergilerinde yayınlanmıştır.
Milliyet gazetesinin “Bir Memleket Gerçeği” konulu röportaj yarışmasında “Analarımız” başlıklı röportajıyla Karacan Armağanı Birinciliği’ni kazanarak (1962) geniş kitlelerce tanınmıştır. Eğitim ve öğretmenlerin sorunlarının yanısıra ülke gerçeklerini seslendiren yazıları, öykü ve romanları ile yarım yüzyıllık bir süreçte edebiyatımızda unutulmaz izler bırakmıştır.
1976’da gazeteciliğe başlamış, Cumhuriyet, Milliyet, Akşam, Vatan gazetelerinde yazmıştır. 1978’de Demokrat gazetesinin kurucuları ve yöneticileri arasında yer almış, köşe yazılarıyla, öyküleriyle devrimci bir mücadele içinde oldu. 12 Eylül’de gazete kapatılınca, yurtdışına çıkmış on bir yıl Almanya’da yaşamış 1992’de Türkiye’ye dönmüştür.,
Ankara ve Kuşadası’nda yaşamış, tedavi gördüğü akciğer kanserinden 19 Eylül 2003’te yaşamını yitirmiştir.
Haley adlı öyküsüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali Sanat Ödülü’nü (1975), Kanlıderenin Kurtları kitabıyla 1976 TDK Roman Ödülü’nü kazandı. Almanya’da kaleme aldığı yapıtlarda da kırsal kesim insanının kentteki, yabancı ülkelerdeki sorunlarını yansıttı.
2003’te Edebiyatçılar Derneği’nce Onur Ödülü’ne değer görüldü.
***
Fakir Baykurt, Özyaşam başlıklı anılarının, “Köşe Bucak Anadolu” başlıklı dördüncü cildinde, Ardahan’da Dursun Akçam’ı ziyaret etmesini anlatır. Şavşat’ta öğretmenlik yaparken, 1959 Mayısı’nda okullar kapanınca Ardahan üzerinden memleketine gitmesindeki nedenlerden birinin de; Ardahan’da Dursun Akçam’ların olması olduğunu yazar. ” …Cumhuriyet’te ” Cankurtaran” çıkınca, telefonu jandarmadan jandarmaya bağlatarak bana ulaştı. ” Tatile giderken burdan geç, görüşelim! Bu yanın yolları iyidir.” Ben artık kararımı verdim; kimseyle takışmak istemiyorum, gel denen yere geliyor, git denen yere gidiyorum Dursun’un da gönlü olsun.
Eşi Perihan da öğretmen. Dursun’u eş durumundan kendi ilçesine verdiler. Ardahan’da bir gün konuk olacağım.
Ardahan’da iki gün kaldım; ne Dursun’gile, ne bana yetti. Perihan öğretmenin konukseverliğine hayran oldum. İki günün içine Ardahan’ın şu yemeğini, bu yemeğini, Şavşat’lıların ” hıngel” dediği mantısını; hem de çömlekte taş gibi duran yoğurdunu sığdırdı. Çocukları da birbirinden tatlı. Bir fotoğrafçıya gidip aile boyu resim de çekindik. Yeniden izinlerini istedim Dursun’a kalsa vermeyecek; Perihan benden yana çıktı.
Dursun’un umurunda değil; ” Bre acımasız Kürt, daha yüzünü görmediğim kara kızım bekliyor!” dedim yeniden. Işık da ne kadar büyüdü kimbilir? Hem de yanlarında fazla kalamıyacağım. İstanbul’da kursa yetişeceğim” deyip yola devam ettim…”
***
Fakir Baykurt, Dursun Akçam’ın içinde yer aldığı bir grup öğretmen arkadaşıyla 1965 yılında TÖS( Türkiye Öğretmenler Sendikası)’nı kurar. TÖS Yönetim Kurulu’da 1965’ten 1971’e dek birlikte görev yaparlar. 12 Mart’ta tutuklanıp, TÖS davasından birlikte yargılanıp ceza alırlar ancak Askeri Yargıtay kararı bozar ve TÖS davası beraatla sonuçlanır.
Fakir Baykurt, TÖS davasından cezaevindeyken bir gün annesinin görüşe geldiğini yazar. Fakir Baykurt, Özyaşam’ın beşinci cildi olan ” Bir TÖS Vardı”nın ” Anam Geldi” başlıklı anlatısında; Dursun Akçam ile annesinin tanışmasını şöyle anlatır:
” …Anama arkadaşlarımı tanıttım, sırayla gelip elini öptüler. Ana dedim; ” bu gazetecidir( İlhami Soysal, bu savunmandır( Turgut Kazan), bunlar prof’ur( Muammer Aksoy, Mümtaz Soysal), bunlar sendikacıdır( Akol Hoca, Ferhat Aslantaş) v.d…Anam baktı baktı , maşaalah çekti…
O sırada Dursun Akçam bulunup geldi. Türkçe mi Kürtçe mi olduğu anlaşılmayan bir şeyler söyleyerek anamın elini iki elinin arasına alıp öptü, başına koydu. Başını kaldırdı ki, gözleri su içinde , şıpır şıpır ağlıyor: ” Irazca Teyza , bu senin oğlan!”
” Elifçe …” diye düzeltti anam. Ama bizim Dursun’un dinlediği yok. Dinlese de anlayacak gibi değil. Kafaya koymuş, ille “Irazca” diyecek, ” Irazca Teyze, bu senin oğlun, seni yazıp dünyaya meşhur etti!”
Ah bu Dursun, ” meşhur” sözünü bilmiyor, Akçaköy’de insan iyilikle ünlenir, kötülükle ” meşhur” olur. Kavgalarda kadınlar birbirine “Meşhuuur” diye bağırır. Anamın tepesi attı: Sen taş yarığından mı çıktın? Senin anan yok mu? Ha biraz çabalayıp sen de onu meşhur edeydin! Elin kalem tutmadı mı?”
“Anam var! Elim de kalem tutar, ama senin oğlun başka!”
Dursun’un her sözcüğü sorun: “Başka” sözü de ” Çingene ” anlamına gelir bizde. O güzelim insanları da nedense “kirli” bulur sevmezler. “Her yerde oğlumun koğunu ettiler; günahını aldılar! Burda siz de arkadaşsınız güya; anasını yazdı, bacısını yazdı diye adını çıkarıyorsunuz! Oğlum köylüleri yazdı!”
Akol Hoca anama bir bardak çay sundu. Anam Akol Hocaya bakıp, “sen de bunlarla mı yatıyorsun.”
“Bunlarla yatıyorum Elif anam!” “cürmün ne?”, “Ben Fakir’in sekreteriyim Elif Hanım” dedi Akol Hoca. Anam baktı: “Yardımcısı mı?”
Yardımcısı orda bak deyip Dursun’u gösterdi. Hiçbirimiz böyle sahne görmemişiz. Dursun hâlâ gözlerini kuruluyor…”
***
Mücadeleci kişilikleri, eserleri, Türkçe edebiyata katkıları, Bağımsız Demokratik bir ülke, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya için verdikleri yılmaz mücadeleleri ile unutulmayacak Dursun Akçam’a ( ve mücadele arkadaşlarına) saygıyla….