Edebiyatımızın usta yazarlarından Fakir Baykurt’u yitireli 17 yıl oldu. Fakir Baykurt iyi bir öğretmen, usta bir yazar, sendikal haklar ve özgürlük mücadelesinin önderlerinden biriydi. Gerçek bir Anadolu aydınlanmacısıydı. Safını emekçilerin, işçilerin yanında tutmuştu. İktidar mücadelesinde emekçilerin bir gün mutlaka başarılı olacağına inanıyordu. Yaşamı boyunca, tüm dünyada bir gün sosyalizmin egemen olacağına inanıyordu.
Fakir Baykurt roman, öykü, çocuk kitabı, düşünce yazılarının dışında, 65 yaşına kadar olan yaşamını bölüm bölüm yazmıştır. Özyaşam başlığı altında 8 cilt olan ve yazarın sağlığında ilk cildi yayınlanmış olan anıları, yayınevi “nehir roman” olarak nitelemiş. Gerçekten de akıcı, sürükleyici öğretici bir görkemli bir nehir roman. 8 cilt, 3292 sayfa, 560 bölüm… Fakir Baykurt verimli yazarlık sürecini görkemli bir Özyaşam’la taçlandırmıştır.
ÖZYAŞAM
Yoksul, eğitimsiz bir aileden gelen birisi olarak ülke öğretmen örgütünün (Türkiye Öğretmenler Sendikası) başkanlığını yapmış, her biri birbirinden güzel onlarca roman, öykü, düşünce kitabı bırakmıştır. Onurlu, mücadeleci safını emekçilerden yana seçmiş yürekli bir aydındır. Fakir Baykurt, Özyaşam’ında çocukluğunu Köy Enstitüsü öğrencilik yıllarını, köy öğretmenliğini, “Yoksullar Üniversitesi” olarak nitelenen Gazi Eğitim Enstitüsü öğrenciliğini, giderek şekillenen ve hızlanan yazın yaşamını, ‘Özüm Çocuktur’, ‘Köy Enstitülü Delikanlı’ ve ‘Kavacık Köyünün Öğretmeni’ başlıklı üç ciltte toplamıştır.
‘Köşe Bucak Anadolu’da; Sivas, Sivas -Hafik,Şavşat ve Konya’da Ankara’da süren ortaokul öğretmenliğini, Yılanların Öcü adlı ilk romanının yazılışını, ödül almasını, yayınlanışını, filme alınmasını, filmin yasaklanmasını, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in filmi izleyip film üzerindeki yasağı kaldırmasını, birbiri ardına çıkan kitaplarını 27 Mayıs öncesini ve sonrasını merak ve heyecanla okunan bir roman güzelliğine anlatmıştır.
‘Bir TÖS vardı…’ Özyaşam’ın beşinci cildi bu başlığı taşıyor. Fakir Baykurt, 1969 yılında neredeyse bütün ülke öğretmenlerinin desteğini alan büyük öğretmen boykotunu, mevcut köhnemiş eğitim sistemi yerine, ileriden, halktan, devrimden yana bir eğitim sistemi programını ortaya koyan Devrimci Eğitim Şurasını ve 1965-1971 yılları arasındaki öğretmen örgütlenmesini en önemli tanığı olarak anlatıyor. Geçmişte öğretmen yürüyüşünde katkısı olmuş, kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlük mücadelesinin önderleri ve öğretmen örgütü yöneticilerinin değil bütün öğretmenlerin, emekçilerin, öğrencilerin, bugünkü emekçi önderlerinin mutlaka okumaları ve değerlendirmeleri gereken önemli bir başvuru kaynağı;
“Bir TÖS Vardı”
‘Genç Emekli’, ‘Sıladan Uzakta’ ve ‘Dost Yüzleri’ başlığını taşıyan son üç ciltte 12 Mart Faşist darbesi sonrası kapatılan TÖS’ yerine kurulan TÖB-DER’i, birbiri ardına yazılan önemli roman ve öykü kitaplarını, emekliliğe zorlanışını, faşizmin azgın saldırısı sonucunda ülkeyi terk etmek sorunda kalışını, Almanya yıllarını, göçmen işçilerin yaşamını, zorluklarını ve 65 yıllık yaşamında iz bırakan dostlarını anlatmıştır bize.
Fakir Baykurt, ‘Özyaşam’ını şu sözlerle noktalamış:
“… Doğrularıyla yanlışlarıyla bu öyküler okuyanlara güç versin. Yazmasam hiç yanlışım, hatam olmazdı. Halkımın çocukları yazdıklarımdan yararlanırken, yanlışlarımdan da yararlansın. Biz ne deriz:” Sonu iyi olsun!” Almanlar da “ Bir işin sonu iyiyse o işin hepsi iyidir” Onun için güzel yazmaya çabaladım. Dünya daha güzel olsun. Bundan sonra gelecekler, bizlerden daha mutlu olsun! Savaşsız sömürüsüz, göçmensiz bir dünya dilerim insanlara!”
Bahçeler çitsiz
Kilitsiz kapısız bir dünya
***
Fakir Baykurt, anılarının Köşe Bucak Anadolu başlıklı dördüncü cildinde, Artvin- Şavşat öğretmenliği sırasında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ve sonraki yıllarda “Efkar Tepesi” adı altında toplanan yazılarında; ülkemiz için eğitimin önemini, okulların ve öğretmenlerin sorunlarını, yoksul köylüleri kuşatan bağnazlığın yarattığı sorunları yazdığı için cezalandırılarak Ankara’ya sürgün edilmesini de anlatır.
Ankara Teknik Öğretim Müsteşarlığı Yapı İşleri Bölümü’ne sürülen Fakir Baykurt, bir gün bir kaç arkadaşla birlikte çalıştıkları odalarının kapısını uzun boylu, başı yukarı değmesin diye hafif bükülen bir adamın çaldığını yazar:
” Adımı sordu, acaba burda mıyım? Burdaysa kendisiyle görüşmek istiyorum ..” dedi
“…Köylü gibi, ama değil. Kim olduğunu çıkaramadım. Ankara’ya bakınmaya gelmiş yeni bir hasta olmadığı da kesin, yüzünden sağlık fışkırıyor. Kalkıp elimi uzattım. ” Buyrun aradığınız kimse benim” diye çektim içeriye.
O da kendini tanıttı. Prof. Fehmi Yavuz’muş. Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı Prof. Fehmi Yavuz, yazılarımı izlermiş. Sonradan daha iyi tanışacağımız Fehmi Yavuz, 27 Mayıs arifesi o günlerde, en çok konuşulan, en siyasi okulun dekanı olarak değil, Isparta’lı bir köy çocuğu olarak, romanını ve düşünce yazılarını çok sevdiği köy çocuğu bir yazarla tanışmak için gelmiş…”
Fakir Baykurt, Prof. Fehmi Yavuz’un kendisinden birkaç gün fakülteye gelip seminer vermesini istediğini sonra da kendisinin neler yaptığını anlattığını yazar. Anlattığına göre, Fehmi Yavuz, Şehircilik profesörü olarak Cevat Geray adında bir kaymakam ile Ruşen Keleş adlı bir genci asistan aldığını, derslerinde araştırmacılığı bir de yaşamla bağ kurma ilkesini yerleştirmeye çalıştığını anlatmış. Ev adresimi alarak bana kitaplarını yolladı. ” Kardeşim…” diyerek imzalamış, kitapları. ” Hepsini okudum, pek de yararlandım.”
27 MAYIS, MİLLİ EĞİTİM BAKANI FEHMİ YAVUZ
Fehmi Yavuz’a iade-i ziyaret yaptığını, böylece SBF öğretim kadrosuyla tanıştığını ifade eden Fakir Baykurt, 27 Mayıs sonrasında Milli Eğitim Bakanı olan Prof. Fehmi Yavuz’la ilişkisinin arttığını yazar.
“…Hem kutlamak, hem de çalışma arkadaşlarını seçerken belki yardımım olur diye çıkıp Bakanlığa gittim. Ana baba gününden beter. Geç kalmıştım. İğne atsan yere düşmez. Bakanın yanına girmenin mümkün olmadığını düşünürken Hocanın SBF’den asistanı Cevat Geray’ı özel kalem müdürü yapıp yanına almış olduğunu öğreniyorum. Cevat Geray’ın odası tamamen dolu. Cevat Geray ne yapacağını şaşırmış. Başımı odasına uzatıp baktığımda, beni görünce, ” Bir dakika bekle. Hoca mutlaka görüşmek istiyor” dedi.
Fehmi Yavuz hocanın kendisine ilgi gösterdiğini, söylediklerinden notlar aldığını, ” büyük tarihsel sorumluluk altındayım” dediğini anlatan Fakir Baykurt, ” sık sık görüşelim; beni yalnız bırakma! Ama senin işi düzeltelim. Talim Terbiye Kurulu’na düşünüyorum seni ya da büyük illerden birine Milli eğitim müdürü. İzmir’e Eskişehir’e örneğin?” diyerek elini omzuna attığını yazan Baykurt, bakandan
“Açığa alınmadan bakanlığa dilekçe verdim Yasal dayanak ve emsal göstererek ilköğretim müfettişliği istedim. Onu buldurup işleme koyarsanız sevinirim ” dediğini, bakanın da “Seni Ankara’dan uzaklaştırmam” dediğini anlatır.
Fakir Baykurt, “Kendisi çağırdığı için 2 kez daha Hocanın yanına gittim. Sonra, Fehmi Yavuz’a bir kez daha en büyük mağdur Cevdet Kudret’in işi için gittim, diye yazar:
” Madem haksızlıkları gidermek, yaraları sarmak istiyorsunuz, bu işi düzeltin…” dedim. Sayın Bakan’ın yanına seve seve gittim. Söze başlamadan önce özür diledim. “Bakan oldunuz, size çok yükümüz oluyor, kusura bakmayın …” dedim.
“Fehmi Yavuz: “Bilir misin, bizim Yalvaç’ta, Tanrı böyle semeler versin, denir. Seme, iyi yük anlamındadır. Bunlar, iyi yükler. Ne zaman istersen gel. Senin deneyimlerine güveniyorum. Kendin de acı çektiğin için, acı çekenlerin durumunu anlıyorsun. Haklı isteklerle geliyorsun, Bakanlığa gelemezsen eve gel…” dedi
“… Fehmi Yavuz, Cevdet Kudret’in işlerini düzeltemedi, Gizli Emniyet engelini aşamadı…”