Çok basit, dünyanın en basit sorularıydı: 1. İliklerine kadar merkeziyetçi ve her şeyi ama her şeyi kontrol etme arzusundaki bir milliyetçi-İslamcı siyasi irade, çözümü yerelleşme ve açıklık olan bir sorun karşısında ne yapar? 2. Bu nasıl bir çözüm süreci ki hukuksal risk altındaki aktörlerine hemen hiçbir yasal güvence tanınmamıştır? 3. Benzer sorunları yaşamış hangi ülkede, süreç bu denli ‘gizli’, yani ‘toplumsuz’ yürütülmüştür?…
Basit sorular değil mi? Çok basit hem de.
Yanıt yerine sövgü
Kısa süre öncesine dek okuduğunuz soruları yöneltenler, sorunun çözümünden, demokratikleşmeden yana olup farklı mecralarda kalem oynatan insanlar, kerameti kendinden menkul kimi zibidiler tarafından, basit yanıtlar yerine genellikle ‘sövgü’ ve ‘ağır eleştiriler’le karşılandı. Anlamlı bir tartışmanın tarafı haline getirmektense ‘süreci baltalamak’la, ‘sürece zarar vermek’le itham edildi.
Oysa ‘gerçek’ sorunlara işaret eden, ‘gerçek’ sorulardı bunlar.
Her kavramı ‘gönlünce’ tanımlama hasletine sahip insanların yaşadığı memleketimizde, eğer içini doldurmazsanız ‘demokrasi’ kavramı bir anlam ifade etmiyor. Kürt siyasal hareketinin ve Türkiye solunun demokrasiden anladığı ile milliyetçi-İslamcı cenahın anladığı arasında pek ‘benzerlik’ yok.
Bu nedenle Türkiye koşullarında her ‘Demokrasi talep ediyorum’ diyene, ‘Sen ne anlıyorsun?’ sorusunu yöneltmek, yan yana ‘durmadan’ önce mutlak bir zorunluluk olarak düşünülmeli. Aksi halde, örneğin açık faşizmden mustarip kimi havuz gazeteci ve yazarlarıyla, demokratlıklarından kuşku duyulmayacak isimleri, aynı saflarda görmek mümkün hale gelir.
Şimdi asıl büyük mesele ‘doğru yerde’ durmak; o yer de HDP’nin yanı
Hastalıkların tedavisi için, doğru teşhis gerekir. AKP iktidarı, yandaşları ve pohpohlayıcıları uzunca bir süredir, sonu ölümcül olabilecek bir rahatsızlığın ‘bebek aspirini’yle tedavi edilebileceğini iddia etmiş ve ne yazık ki, ‘Yaşasın aspirin, Kemalist rejim aspirin dahi tedarik etmiyordu’ demeye meyyal çok sayıda aklı evvelin de desteğini alabilmiştir. Böylece çok değerli yıllar, heba edilmiştir.
Şimdi asıl büyük mesele, at izinin it izine karıştığı şu vahim günlerde ‘doğru yerde’ durmak.
2015 Temmuz’unda o doğru yerin, demokrasi ve barış diyen, son derece uygar/demokratik siyasal talepleri olan, ısrarla siyaset yapmak isteyen, yasallıktan yana olduğunu her fırsatta yineleyen HDP’nin ‘yanı’ olduğu açıktır.
Satılık kalemler ve Allah şifa versin, hayli faşizan bir rahatsızlık olan ‘flu görme illeti’ne tutulmuş MHP tarafından açıkça kapatma davasıyla tehdit edilen, PKK ile özdeşmiş havası yaratılan, şiddet eylemleriyle ilişkili gösterilmeye çalışılan, türlü yollarla göz göre göre hedef haline getirilen HDP, Türkiye demokrasisinin geleceği ve sorunların barışçıl yollarla çözülebilmesi için bulunmaz bir nimet, vazgeçilmez bir yoldaş konumunda. Gözümüzün önünde cereyan eden sözlü ve fiili saldırılara, hedef gösterilmelere karşı HDP’yi savunmak, Türkiye’nin geleceğini, çoluk çocuğun insanca yaşamını savunmak demek.
‘Barış’ dediğin, hepimizin geleceği
1990’lara dönmemek bizim elimizde. Yurttaşın elinde. Bu memleket, üç beş muhteris siyasetçi ve çevrelerinde kümelenen çıkar peşindeki dalkavukların babasının malı değil.
‘Barış’ dediğin, dalga geçer gibi bir gün sahiplenilip beriki gün terk edilecek bir şey değil. ‘Barış’ dediğin, hepimizin geleceği.
Ve bugün barışı savunmak, ısrarla barış çağrısı yapan, siyaset çağrısı yapan, şiddetle arasına açık mesafe koyan ve tüm bunlara karşın mütemadiyen saldırıya uğrayan HDP’yi savunmaktır. HDP’nin, tüm Batı demokrasilerinde var olan, Türkiye yurttaşının da hak ettiği uygar/demokratik ve insancıl taleplerini savunmaktır.
Barış, toplum tarafından sahiplenilmeli. Ancak o zaman tesis edilebilir. Topluma, barışın ve uygar yaşam biçimlerinin ne olduğu anlatılmalı. ‘Keşke yüzlerce genç havaya uçsaydı’ diyen ahlaksızların ya da ‘savaş uçaklarının Cihangir’de de uçuş yapmasını’ salık veren sosyoloji profesörlerinin, herhangi bir demokraside ne tür muamele göreceği, topluma anlatılmalı.
Bu memleket de, öyle ucuz bir memleket değil
İnsan dediğinin, ‘durduğu’ bir yer vardır bu hayatta. Doğruyu ve yanlışı, durup baktığı yerden tanımlar. İlkeleri, ideolojisi vardır. Savundukları vardır. Yanında yer aldıkları vardır. Hangi ideolojiye mensup olduğu, hangi ilkeleri savunduğu ve kimin yanında durduğu, onun ne menem bir insan olduğunun delilidir.
Ve yaşam, insanın önüne muhtelif fırsatlar çıkarır, kendisini sınaması için.
Bugün HDP’nin yanında olup haksızlığa uğramasına, ezilmesine izin vermemek, hem HDP’ye oy veren seçmenin hem de sol değerleri, demokrasiyi, insanca yaşamayı ciddiye alan, savaş karşıtı tüm yurttaşların görevi.
20-30 yıl öncesine, 12 Eylül faşizmine, 90’ların faili meçhul ve katliamlarına dönmemek, bizim elimizde. Yurttaşın elinde. Bu memleket de, öyle ucuz bir memleket değil.
(diken.com.tr’den alınmıştır.)