Naim Kandemir-Cengiz Türüdü
– Herkesin kendi penceresinden gördüğü manzarayı anlatması doğal, ama herkesin fili tuttuğu yerden tarif etmesi bir işe yaramadığı gibi tarifçiler arasında da anlaşmazlığa neden oluyor. Yıllardan beri Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt sorununa tarihselliği içinde, temenniden öte, objektif olarak nasıl bakmalıyız?
– Kürt sorunu, Osmanlı sistemi içerisinde hep potansiyel bir sorun olarak var olmuştur. Kürt sorunu, Osmanlı’da milliyetçiliğin gelişmediği bir dönemde, İttihat-ı Anasır (Milletler Birliği) döneminde, Osmanlı’nın dini esaslara göre milletlerin birliğini sağladığı bir dönemde bir sorun olmaktan çıkmış; aktif, devleti rahatsız eden bir sorun haline gelmemiş. Kürt sorununun Türkiye’de sorun haline gelmesi Fransız Devrimi’nden sonra milliyetçilik dalgasının dünyaya yayılmasına bağlı olarak Türkiye’de Osmanlı tebaası değişik milletlerin kendi kurtuluş hareketlerini başlatması ile birlikte Kürt sorunu da bundan etkilenerek bir sorun haline gelmeye başlıyor.
Fransız Devrimi ile gelişen milliyetçilik akımı dünyaya yayılırken; Osmanlı’nın Balkan, Ortadoğu’da ki parçalarındaki milletleri de kendi milli programlarını, kurtuluş hareketlerini geliştirdiler. Bunun devamında koşullar oluşunca Osmanlı’da gerileme, gerilemenin sonunda da Osmanlı’nın çöküş sürecine bağlı olarak bu milletler Osmanlı’nın zayıflığından faydalanıp kendi bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Balkanlarda ve Ortadoğu’da bu bağımsızlık hareketlerinin yayılmasında en büyük sebep Fransız Devriminden sonra dünyaya yayılan milliyetçilik akımıydı. Dini birliğin imparatorluğu ayakta tutmaya yetmemesi ve milliyetçilik akımının durdurulamamasından kaynaklanıyor Osmanlı’nın parçalanması ve Osmanlı dünyanın yeni bir trendi olan milliyetçilik akımını durduramıyor, kendisinin parçalanmasını engelleyemiyor.
Bu milliyetçilik akımı Osmanlı’yı çökerten en aktif akımlardan birisi oluyor. Fakat, sadece bu, Osmanlı’yı çökertti diyemeyiz. Osmanlı çağa uygun bir üretim sistemi, çağın koşullarına uygun bir teknoloji üretemediği için, çağın gerçeklerine uygun bir bilgi, bir yönetim tarzı, bir hukuk, bir idari, bir askeri sistem organizasyonu üretemediği için çöktü. Osmanlı hem iç dinamiklerinin yetersizliğinden, hem de dış dinamiklerin aktif baskısından dolayı çöktü. Osmanlı’yı hasta adam haline getiren kendi içinde beslediği yetersizliklerdi. Bu hasta adam daha sonra emperyalist güçler tarafından parçalanmak istendi.
İç dinamiği zayıf Osmanlı, dünya kapitalist sistemine; ekonomik, politik, hukuki, kültürel alanlarda bir uyumluluk geliştiremediği için, Osmanlı içerisindeki aydınlar batıyı taklit ederek Osmanlı’yı ancak kurtarabileceklerine inandılar. Jön Türk akımı böyle bir akım. Batıyı taklit ederek, Osmanlı’yı çökerten gücün baskısından kurtulunacağı varsayımından hareket edildi. Bütün bunlar olurken, Osmanlı taklit de olsa iç dinamizminin zayıflığı nedeniyle gelişip çağın sorunlarına uygun bir çözüm üretemedi. Çözüm üretemediği için Osmanlı hastalandı. Takatsiz, mecalsiz kaldı. Çağın gerçekliği üzerinde yürüyemez bir güç haline geldi.
Bütün bu milli sorunlar; Balkanlardaki, Ortadoğu’daki hatta Türkiye içindeki milli sorunlar bu bağlamda, bu zeminde ortaya çıktı. Diğer uluslar milliyetçiliği geliştirince Türkiye içinde ayrı bir ulus olarak; ayrı bir tarihi, dili, kültürü olan bir ulus daha vardı. Neydi bu ulus? Kürt ulusu. Bu milliyetçilik akımları gelişirken Kürt dili, Kürt basını da gelişti. Kürtçe dergiler çıktı. Kürt dili üzerine çalışmalar yapıldı. Kürt milli bilincinin oluşması yönünde Meşrutiyet döneminde adımlar atıldı. Kahire’de Kürtçe dergiler çıkarıldı. Buradaki amaç Kürt milletinde, Kürt halkında bir milli bilinç yaratmaktı. Daha doğrusu; dağınık, amorf halinde şekilsiz bir varlık gibi görünen Kürt ulusunun milli birliğini sağlamaktı.
Milli birliğin temel unsuru dildir. Eğer siz dilde birliği sağlarsanız, milli bilinci elde edersiniz. Eğer siz bir ulusun dilinde birliği sağlayamazsanız, o ulus için milli birlik de yaratamazsınız. Bir ulusun milli birliğini yaratan dildeki birliktir, dilin bütünlüğüne kavuşmasıdır. Yerel diyalektlerden kurtulup bütünsel, ulusal dil haline gelmesidir. Bu doğrultuda çalışmalar yapıldı.
Osmanlı’da Arap milli bilinci ve Balkanlardaki Hıristiyan ulusların milli bilinçlerinin oluşmasıyla, onlar Osmanlı’dan koptular. Burada; kopmayan, Osmanlı sınırları içinde kalarak var olan, İslam kardeşliği etrafında sorunları çözmek isteyen bir Kürt ulusu vardı. Osmanlı’dan diğer uluslar kopunca bu kopuş sırasında var olan Kürt ulusu bundan etkilendi. Ve Kürt solu da milli birlik bilincini geliştirdi.
Bu milli birlik belli bir şekilleniş içerisine girdi ve Kurtuluş Savaşı’nda sadece Müslüman olarak değil Kürt olarak savaşa girdiğini düşünen insanlar ortaya çıktı. Örneğin İsmet İnönü, Lozan konuşmasında ‘’ Biz Kurtuluş Savaşı’nı Kürt ve Türk halkı birlikte başardık,’’ diyor. Yani Kürt halkı diye bir halkın varlığı devletin dilinde o zaman var. Daha sonra Atatürk’ün İzmit konuşmasında ‘’ Kürtlere özerklik düşünülebilir,’’ demesi, daha sonra da Mecliste 1921 Anayasası’nda diğer etnik ulusların varlığının tanınması.
Osmanlı’nın çöküşü, Osmanlı içerisinden Cumhuriyet’in kurulması, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Türk ulusal birliğinin sağlanmasına bağlı olarak bu Kürt halkının varlığı zaman zaman inkâr ediliyor; Kürt dili, tarihi inkâr ediliyor. Kürt ulusu üzerinde bir milli zulüm başlatılıyor. Bu durumda Kürtlerin varlığını inkâra yönelik bu çerçeve örgütlenmesi Türkçülük etrafında gerçekleşiyor ve Kürtlerde tepki oluşuyor. Kürtlerdeki tepki küçük küçük ayaklanmalara; örneğin Koçgiri, Şeyh Said ayaklanmalarına sebep oluyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen Dersim, Zilan, Koçgiri, Ağrı ayaklanmaları hep bu milli zulme tepki olarak gelişiyor. Bu tepkiler niye oluyor? Çünkü varlığı, dili, tarihi, geçmişi inkâr edilen bu halk rahatsız oluyor. Kürtlerin milli taleplerine, ulus olma taleplerine, Kürtlerin halk olarak tanınma, Kürt dilini kabul ettirme taleplerine karşı Cumhuriyet ne ile cevap veriyor? Milli zulümle, tediple ( yola getirme), tenkillle (devlet terörü), asimilasyonla(eritme), ayaklanmaları kanla bastırmayla; Kürt ulusunun varlığını bir bütün olarak inkâr etmeyle, cevap veriyor.
Cumhuriyetin asimilasyon politikaları, işkenceleri, tenkilleri, tedipleri, ayaklanmaları en vahşi en kanlı bir şekilde bastırmaları; Kürtlerin bir halk olarak uyanmış olan milli bilincinin üzerini örtse bile yok edemiyor. Bu milli bilinç her fırsat buldukça ortaya çıkıyor, bir yerden filizlenip uç veriyor. Cumhuriyet tarihinde Kürt solunun ortaya çıkışı değişik fraksiyonlarla olsa da hep kökenindeki milli bilinçten kaynaklanıyor ve bunun devamında Kürt ayaklanmaları oluyor. Kürt hareketleri buradan güç alıyor. Kürt sorunu nerden kaynaklanıyordu? Devletin inkârcılığından kaynaklanıyordu.
Herkesi tekleştirmeye kalkmasından, resmi ideolojisinin tekçiliğinden, herkesi Türk varsaymasından. Bunlar adı üzerinden neydi? Kürttü. Özal, zamanında şunu demişti : “ Türkiye’de asimilasyon başarılı olmuştur.’’ Tam tersine başarılı olmadı. Eğer Türkiye’de asimilasyon başarılı olsaydı Türkiye ABD gibi olurdu… Türkiye’de Kürt Kürt olarak, Türk Türk olarak kaldı. Bu neyin göstergesi? Asimilasyonun başarısız olmasının. Yani Kürtler Türkleşmedi, bu asimilasyonun başarısızlığı. Kürtler bir halk olarak; töreleriyle, dilleriyle, inançlarıyla, davranışlarıyla, kültürleriyle, ahlaki eğilimleriyle, gelenekleriyle ayrı bir varlık olduklarını her zaman kanıtladı, ayrı bir varlıkmış, halkmış gibi davrandı, ayrı olmaktan, o ayrılığa sebep olan etkenlerden kaynaklanan taleplerini ileri sürmekten hiçbir zaman geri durmadı. Bunun için dernekler, siyasi partiler kuruldu. Yer yer silahlı isyanlar başlatıldı.
-Bu tarihsellik içinde Kürt hareketinde en büyük sıçrama noktası olarak sen neyi tespit ediyorsun? Oradan devam edelim.
-Cumhuriyet döneminde asimilasyona yönelik kampanyalar vardı. Şark Islahat Planları, Mecburi İskânlar, Vatandaş Türkçe Konuş kampanyaları, Bir Türk Cihana Bedeldir asimilasyonları, Ne Mutlu Türküm Diyene zorlamaları; Kürt ulusunu Türkleştirmek yerine, tam tersine daha fazla Kürt haline getirdi. Kürt sorunu; bastırılmış, inkâr edilmiş bir ulus olarak üzeri örtülmeye çalışıldı.
Cumhuriyet döneminde bu Kürt sorununun kangren haline, çıbanbaşı haline gelmesinin, hatta silahlı ayaklanmalara varan bir sorun haline gelmesinin kökeninde ne vardı? Kurtuluş Savaşı’nda, Cumhuriyetin başlangıcında Kürtlerin varlığını kabul edip daha sonra her şeyiyle birlikte Kürt varlığının inkâr edilmesi. Asimilasyon yapılması, zorla Türkleştirilmeye kalkılması, tedip, tenkil, inkâr, işkence politikalarıyla Kürt ulusunun varlığının yadsınması, yok sayılması bugünkü Kürt sorununu yaratan temel etken oldu.
Bu Kürt sorunu sorun olarak devam ederken, sorunu çözmek için ortaya Kürt güçleri çıktı: İslami güçler, Kürt milliyetçileri ve Kürt sosyalistleri. Örneğin İslami açıdan Kürt sorununun çözümünü, Cumhuriyet ve laiklik düşmanlığı temelinde ortaya koyan Şeyh Said ve Said-i Nursi oldu.
Milliyet temelinde sorunu ele alan Irak Kürdistan KDP’sinin Türkiye’deki uzantısı olarak örgütlenmiş Türkiye KDP’si çözüme talip oldu. Diğer yandan değişik isimlerle ‘80 öncesi daha çok olan; PKK’siyle, Özgürlük Yolu’yla, Rızgari’siyle, KUK’uyla, Kawa’sıyla beraber Kürt sorununu çözmeye talip olanlar oldu.
Bu sorunu çözmeye talip olanlar içerisinde silahlı ayaklanmayı deneyen, sorunu ayaklanmayla, devrimle; Kürtlerin bağımsızlığını, kendi kaderini tayin hakkını, Kemalist- kapitalist düzenden kopuşu gerçekleştireceğini ileri süren PKK, bu güçler içerisinde öne çıkan güç oldu. Kürt sorunundaki süreçleri, siyasal gelişmeleri ve değişimleri belirleyen ana aktör oldu. Diğerleri zayıfladı, zaafa uğradı, güçten düşüp, Kürt sorununda belirli bir aktör olmaktan çıktılar. Bir bölümü zamanla sadece silik, geçmişteki anılarını yaşayan marjinal gruplara dönüştü.
PKK neydi? PKK; Türkiye solundan derin etkiler taşıyan, temel mayası, çekirdeği 70’li yıllardaki Doğu Devrimci Kültür Ocakları’nda şekillenmiş, mayalanmış, Türkiye solundan; özellikle ‘80 öncesi TİP kanalıyla Doğu Mitingleriyle etkilenmiş, politize olmuş, oradan hareketle Doğu Devrimci Kültür Ocakları’nı kurmuş bir örgütlenme içerisinde ve daha sonraları özellikle Mahir Çayan’dan, Cephe’den, TİKKO’dan, THKO’dan, Çayan’ın Kesintisiz Devrim’inden ve Kaypakkaya’nın Kemalizm tahlilinden etkilenmesi PKK’nin Türkiye soluyla arasındaki ilişkiyi belirliyor.
Bunların yanı sıra Kürt sorununda etki sağlayan kitaplar var. Hikmet Kıvılcımlı’ın İhtiyat Kuvvet Şark ( Yedek Kuvvet Doğu) kitabı, diğer adı da; Türkiye’de Ulusal Sorun. Çok önemli bir kitap olmasına rağmen nedense hem Türk solu hem Kürt solu tarafında bu kitap bilinmedi. Bilinir hale geldikten sonra da üzerinde durulmadı. Türkiye solunun Kürt soluna yaklaşan en önemli kitaplarındandı bu kitap.
Bunun dışında Türkiye solundan etkilenen PKK, Türkiye Kürdistanı’nda kendine özgü bir strateji, bir program, bir mücadele anlayışı geliştirirken aynı zamanda beslendiği bir kaynak daha vardı. Bu kaynak; bir Türk bilim adamı olan ama Kürt varlığının inkâr edilmesine karşı ahlaki bir tavır sergileyen İsmail Beşikçi’ydi. Türkiye solunun şekillenmesinde, tezlerin oluşturulmasında en büyük katkıyı sağlayan kimdi? Sosyolog doktor İsmail Beşikçi. Beşikçi’nin çalışmaları Kürt toplumu, Kürt insanı üzerine ve Kürt toplumunun değişimi üzerineydi. Beşikçi bu çalışmalarıyla sadece Kürt solunu etkilemedi. Aynı zamanda Türk solunun fikirlerinin Kürt meselesinde, milli meselede dönüşüp şekillenmesinde ana etken oldu.
Kimse 70’li yıllarda Beşikçi’den; Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi, Doğu Anadolu’nun Düzeni, Kürtlerin Mecburi İskânı, Bilim Yöntemi kitaplarından bahsetmeden Kürt sorununu konuşmuyordu. Kürt sorunu konuşulurken ana referans Beşikçi’ydi. Türkiye’deki Kürt ulusunun varlığını açığa çıkartan, Kürt ulusunun üzerindeki ölü toprağını kaldıran, Kürt ulusu üzerindeki görünmez perdeyi yırtan, bilim adına o yürekliliği gösteren insan İsmail Beşikçi’ydi. Beşikçi, Kürdüyle Türküyle Türkiye solunun Kürt meselesi, milli mesele hakkındaki görüşlerinin şekillenmesinde ana besleyici bir bilimsel kaynak oldu.
Cumhuriyet döneminde Kürt ayaklanmaları biliniyor. Bunlar üzerine yoğun araştırmalar var. Asimilasyonun sonuçları, Kürt toplumuna yapılan işkenceler, özellikle Diyarbakır cezaevinde yapılan işkenceler PKK’nin doğuşunda, silahlı güç haline geldikten sonra, silahlı güç olarak kitleselleşmesinde, bu cezaevindeki vahşet en önemli etken oldu. Örneğin bu cezaevinde yatan Diyarbakır Belediyesi eski başkanı Mehdi Zana’nın kitabının adı: Vahşetin Günlüğü. Orada yattığı günlere hapishane günleri demeyip vahşetin günlüğü diye adlandırıyor.
Özellikle Türk Nazisi, işkencecisi kontrgerillacı, özel harpçi Esat Oktay Yıldıran’ın yönetiminde, bu cezaevi, dünyada benzeri ancak Nazi toplama kamplarında görülebilecek, akıl almaz bir vahşetin uygulandığı bir mekân oluyor. Bu cezaevinde yapılan vahşetler, akıl almaz işkenceler, hakaretler, zulümler insanları; ölüm oruçlarına, kendilerini yakmaya, intiharlara, değişik direnişlere yönelterek; Kürt toplumunda, Kürt ulusal bilincinde derin yaralar açıyor. Büyük bir kanamaya sebep oluyor. Bugün birçok insan kalkıp; “Diyarbakır vahşeti, Diyarbakır cezaevi olmasaydı bugün PKK olmazdı,” diyorsa bunun temelinde; toplama kamplarında bile benzeri görülmemiş, akıl almaz bir vahşet gerçeği var.
Bu direnişler Kürt ulusunda sürekli bir bilinç yaratıyor. Cezaevi gerçeği, 12 Eylüldeki Kürt toplumuna; akıl almaz vahşetler, tecavüzler, özel harp cinayetleri, faili meçhuller, işkenceler, daha sonra PKK’nin mücadelesine bağlı olarak gelişen köy yakmalar, mecburi iskânlar, köy boşaltmalar, gözaltında kaybetmeler; birçok ailenin parçalanmasına, yerini yurdunu terk etmesine, çocuklarını yakınlarını kaybetmesine, elindeki işini, imkânlarını yitirmesine, metropollere göç etmesine yol açıyor. Çile çeken Kürt çocukları, kadınları, yoksulları; Kürt halkı oluyor. Mezralardan, köylerden, kasabalardan milyonlarca insan boşalıp metropollere doluyor.
Bu gelen insanlar ne yapıyor? Bunlar Kürt sorununu derinleştiriyor. Kürt sorunu artık Kürt coğrafyasıyla sınırlı bir sorun olmaktan çıkıyor, Türkiye’nin temel sorunu haline geliyor. Türkiye’nin temel sorunu haline gelince Ortadoğu’nun eski sorunu olan Filistin sorununun önüne geçerek daha acil, daha kapsamlı bir sorun olarak Ortadoğu’nun en önemli sorunlarından biri oluyor. Giderek Kürt sorunu bu bağlamda uluslararası bir sorun oluyor. Kürt sorunu sadece Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin bir sorunu değil; Ortadoğu’nun bir sorunu, bu bağlamda dünya sorunu haline geliyor.
Bugün dünya diplomasisi Ortadoğu’yu çözerken, Ortadoğu stratejisini oluştururken çözülmesi gereken en önemli sorun olarak öne Kürt sorununu koyuyor. Ortadoğu’daki karışıklık ortadan kaldırılacaksa, düzen sağlanacaksa, bunun için yapılması gereken ilk şeylerden biri olarak Kürt sorununun çözülmesini görüyorlar. Kürt sorunu adil bir şekilde çözülmeden Ortadoğu’ya barış, demokrasi, huzur gelmez. Baskıdan, terörden, katliamlardan, ırkçı- mezhepçi saldırılardan kurtulamayız. Tüm bunların çözülmesi için temelde diğer sorunların yanında Kürt sorunun çözülmüş olması gerekiyor.
-Zaman içinde dünya sorunu haline gelmiş olan Kürt sorunu temelinde, Türkiye solunun Kürt hareketiyle ilişkisini de değerlendirmeni istiyorum. Sence nasıl olmalı?
– Kürt sorunu büyürken, Kürt sorunu daha kanlı, daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale gelirken; bütün bu gelişme aynı zamanda; İslamcısıyla, milliyetçisiyle, sosyalistiyle, şeriatçısıyla, ateistiyle, sosyal demokratıyla, liberaliyle Türkiye’de yeni bir anlayışa, araştırmaya ve solun bakış açısını geliştirmesine sebep oluyor. Bu konuda bir literatür ortaya çıkıyor. Toplumun her kesiminde düşünen, soruna ilgisi olan herkes bu konuda araştırma yapıyor, yazı yazıyor, panel düzenliyor, görüş belirliyor. Cumhuriyet tarihinde en büyük literatür zenginliğine kavuşuyor Kürt sorunu. Kürt sorunu ile ilgili güneşin altında söylenmemiş söz kalmıyor. Herkes eteğindeki taşları döküyor.
Kürt sorunu; sadece 70’li yılardaki gibi Beşikçi’nin, Kıvılcımlı’nın görüşleriyle veya Kaypakkaya’nın tahliliyle değil, geniş bir literatür çerçevesinde düşünülüp tartışılır hale geliyor. Sınırlı bilgi yerini kapsamlı bilgiye, karanlık yerini aydınlığa bırakıyor. Literatürün kıtlığı yerini yeni zengin bir literatüre bırakıyor. Farklı görüş açıları, perspektifler oluşuyor. Farklı perspektiflerin oluşması, görüşlerin olması, farklı bilgilerin ortaya çıkması daha derin, daha detaylı bilgilerin ortaya çıkması Kürt sorununda çözümü kolaylaştırıcı imkânları ortaya çıkartıyor.
Bugün Kürt sorunu; bilgi, deneyim, kitleselleşme, sorunun kabullenilmesi açısından Cumhuriyet tarihinde çözüme en yakın dönemini yaşıyor. Eski inkârcılık, şovenizm, Türkçülük dalgası o kadar etkili değil. Kürt başkaldırısı, Kürt sorununun kitleselleşmesi, Türkiye’nin bütününün sorunu haline gelmesi, yalnızca Fırat’ın doğu tarafını değil, batı tarafını da etkilemesi, sorunun Kürtlerle beraber, solla beraber batıya yayılması, Türkiye toplumunun bütün kesimlerinde rahatsız edici, düşündürücü etkilere yol açıyor.
70’li yıllarda Kürt sorunundan haberi olan bir avuç devrimci varken, bugün Kürt sorunundan haberi olan bütün bir dünya var. Günümüzde dünyanın dinamik kesimlerinin, demokrat kamuoyunun, aydın kesiminin Kürt sorunundan haberi var. Kürt sorunu sadece Türkiye’nin aydınlarının, solcularının, uyanık halk kesimlerinin haberi olduğu bir sorun değil, dünyanın haberi olduğu bir sorun artık. Kürt sorununun bugün böyle bir şansı, avantajı var. Bilgi, literatür, bakış açısı, çözüm önerileri, tecrübe zenginliği Kürt sorunu için bir avantajdır.
Tüm bunlar olurken Kürt sorunun çözülmemesinin en önemli sebebi ; geleneksel devletçi reflekslerin, Türkçü, tekçi, ırkçı, inkârcı, tedipçi, tenkilci, mecburi iskâncı, faşist, gerici, sömürgeci anlayışın hâlâ bilinç altında bulunmasıdır. “Bu insanları biz yine; Diyarbakır cezaevindeki gibi tankla, topla, tomayla, silahla, copla bodrum katlarında sustururuz ,” diyen ırkçı faşist anlayışın terk edilmemesidir.
Devletin, egemen sınıfların Kürtlerin halk olarak kendilerini ifade edeceği, kendini özgürce örgütleyeceği, tabana yayılmış, geniş bir kitle demokrasisini, halk demokrasisini kabul etmemesi Türkiye’deki Kürt sorununun çözülmesinin önündeki en büyük engel. Devleti yöneten, idari sisteme hâkim olan gerici faşist güçler neyi kabul etmiyor? Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Ermenisiyle, Arabıyla, Romanıyla, Ateistiyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Hıristiyanıyla ; Türkiye’de herkesi kapsayan geniş bir tabana dayalı katılımcı bir demokrasinin olmasını kabul etmiyor. Modern demokrasinin kurulmasını kabul etmiyor.
Türkiye’de diktatörlük etrafında biat eden, köleleşmiş, itaat eden, egemen sınıfa ses çıkartmayan, itiraz etmeyen, örgütlenmeyen, hak ve özgürlüklerini ifade etmeyen, onların peşine düşmeyen, uysallaştırılmış, esir alınmış, sadakaya muhtaç edilmiş, köleleştirilmiş, aydınlanmamış, cahil, bilinçsiz bir halk kitlesi isteniyor, egemen sınıflar tarafından.
Eğer devlet, egemen sınıflar, idari yapıyı elinde tutanlar katılımcı geniş bir halk demokrasisini kabul etseydi, bir burjuva demokrasisi sorunu olarak Kürt ulusal sorunu çözüme kavuşurdu. Çözülmüyorsa burada burjuva demokratik devrimin sonuçlarını kabul edememek, demokrasiyi kabul edememek var. Demokrasi sadece; “Kürt realitesi vardır, Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer,” demek değildir. Bu yetmez. Bunun gereğini yapmak gerekir. Sadece Kürt realitesini kabul etmek değil, Kürt realitesini kabulden doğan sonuçları kabul etmek gerekir. Bugün Kürdün ayrı bir halk olarak varlığı devlet katında kabul görüyor. Peki, ne kabul edilmiyor? Ayrı bir ulus, halk olmaktan doğan sonuçlar kabul edilmiyor. Çözümsüzlük yaratan bu. Demokrasi kabul edilmiyor.
-Kürt ulusal mücadelesi ve bunun son 40 yılı esas olarak silahlı mücadele olmak üzere; dünya pratiğine baktığımızda bu mücadele süresini nasıl değerlendirirsin?
-Çok uzun bir süre tabii. PKK öncülüğünde silahlı Kürt ayaklanmasının başlaması eski ayaklanmalara göre, eski ayaklanma formlarından farklı. PKK ayaklanması bile çok uzun bir süre. Elli binin üzerinde iki taraftan insan öldü. Binlerce faili meçhul var. Yerini yurdunu terk edenler, yurt dışına iltica edenler var. Bu sorun çok büyük sorunlara yol açtı. Çözülmedikçe daha büyük sorunlara yok açacak.
Bazı sosyalistlerin geleneksel şekilde; “Kürt sorununu sistem içerisinde çözmek mümkün değil, devrim olacak, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakları sağlanacak, Kürt sorunu çözülecek,” şeklindeki anlayışlarının bugün toplum içerisinde bir karşılığı yok. Devrimin, bu sorun çerçevesinde bugünkü koşullarda propagandadan öte bir anlamı yok.
Bugün somut olarak, objektif olarak Kürt sorununun geldiği aşamada somut hayat neyi dayatıyor bize? Devrim perspektifini yitirmeden bugünkü mevcut koşullarda, burjuva demokrasisini geliştirerek -ki demokrasi mücadelesini geliştirmek bunun en önemli araçlarından birisi- devrime giden yolun kanallarını açmak, aynı zamanda bir çözüm gerçekliğini sisteme dayatmak.
Bu çözüm gerçekliği nasıl olacak? Kürt, Türk ve diğer etnik kesimlerle; Alevisi, Sünnisi bütün inanç kesimlerinde insanların; emekçilerin, kadınların, gençlerin, esnafların birliğini sağlayarak; böyle bir kanal yaratarak, öyle bir örgütlü, güçlü, geniş, kitlesel tabana dayalı bir örgütlenmeye giderek, bir güç oluşturarak; Kürt sorunu katılımcı demokrasi perspektifi içinde çözüm imkânına kavuşur.
Bu güç olmadığı sürece devlet ve egemen sınıflar yine dediğini yapacak; Türkçü, ırkçı, gerici çözümlerde ısrar edecek. Yine Diyarbakır cezaevi benzeri gerçeklikler, faili meçhuller, köy boşaltmalar, Silopi’de, Cizre’de bodrum katlarında insan yakmalar devam ederek sorun çözümsüzlüğünü sürdürecek.
Tüm bu sorunları çözebilmek için güç olmak gerekir. Güç olmadan bunların çözümü yok. Biz ne kadar iyi niyetli, ne kadar teorik olarak sorunu çözelim desek de bunun pratik olarak hayatta karşılığı yok. Hayatta karşılık yaratacak olan nedir? Güç. Türkiye demokrasi güçleri, barış güçleri, özgürlük talebi olanlar, mağdurlar, hakları yenenler, zulüm görenler hep bir olup bir güç oluşturamazlarsa Kürt sorunu çözümsüz kalacaktır. Bu sorunun çözümünün tek bir yolu vardır o da güç olmaktır. Bu sorunu çözerse Kürtlerin, Türklerin, inançlı kesimlerin birliği çözecek. Bu birlik olmadığı sürece bu Kürt sorunu hiçbir zaman kendiliğinden çözülmeyecek.
-Yukarıdaki sorunun devamı olarak da şunu mu diyeceğiz: karşımızda, mücadele ettiğimiz çok güçlü bir yapı, devlet var… Şunu da sormamız gerekmez mi: Kürt hareketinin özgürlük mücadelesini örgütlemesindeki eksiklikleri, yanlışlıkları da konuşmak gerekmez mi?
-Tabii Kürt hareketinde eksiklikler var. Bulanıklıklar var. Özellikle PKK hareketi sosyalizmle başladı, sonra işi bulandırdı, hatta işi sosyalizmi çözüm üretme seçeneği olmaktan çıkarıp olayı İslam kardeşliğine vardırdı. Said-i Nursi’nin vardığı çizgiye vardı. Said-i Nursi, Kürt sorununun çözümünde neyi öneriyor? İslam kardeşliğini öneriyor. Türkler, Kürtlerin büyük kardeşidir. Kürtler, İslam için kılıç sallamışlardır, İslam için dünyanın en büyük imparatorluğunu Türklerle birlikte kurmuşlardır, Kürt Türk İslam senteziyle bir araya gelerek hem Türkiye’nin birliği sağlanır, hem Kürt sorunu çözüme kavuşur. Bu kimin görüşü Said-i Nursi’nin görüşü.
2013 Newroz’unda Öcalan’nın okunan mesajı, o mesajın içerdiği çözüm platformu sola ait çözüm platformu değil; Said-i Nursi’ye ait çözüm platformudur. Burada bir eksen kayması var. Türkiye solu, Türkiye sosyalistleri mümkün olduğu kadar; sorunun İslam kardeşliği üzerinden çözülemeyeceğini (bugüne kadar Kürtler, Türkler hep İslam kardeşiydi, ama bu İslam kardeşi bu soruna çözüm olmadı), İslam kardeşliğinin sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’nun hiçbir ülkesinde çözüm olmadığını; örneğin Irak, Suriye, Mısır, Tunus’ta çözüm olmadığını, çözüme kaynaklık edemediğinin dünyada tecrübeyle sabit olduğunu anlatmalılar.
Sol; İslam kardeşliği gibi demagojik, fantastik, gerçekliği olmayan, hayatta karşılığı olmayan boş laflar üzerine değil; mümkün olduğu kadar sol, sorunun çözümünü; kayıp haklar üzerine çekmeli, demokrasi, sosyalizm üzerine çekmeli.
Solun, sosyalistlerin Kürt sorununda bugün yapacağı; milliyetçi zaafları, eksen kaymalarını, dinci gericilikten etkilenmelerini, eleştiri haklarını kullanarak, bu konularda Kürt solcuları uyararak, gerici dinci yönetimlerden etkilenmelerini eleştirip, müdahale ederek, Kürt hareketini ve Türkiye sosyalist hareketini demokrasi, barış hareketine çekmek, çözümü burada aramak, çözüm talebini bu temelde yükseltmektir.
-Türkiye’nin bugün içine düştüğü o derin çukuru göz önüne alarak, Barış (Ateşkes) Süreci’nin geldiği noktayı düşündüğümüzde; Yetmez Ama Evet’çilerle Kürt hareketi siyasi İslam’ın iktidarı karşısında aynı kaderi mi paylaştılar?
– Maalesef öyle oldu. Mustafa Suphi cinayeti Türkiye soluna neyi öğretti? Hiçbir zaman egemen sınıflara güvenmemek, egemen sınıfın sözlerine inanmamak.
Geçmişte bazı sol hareketler bu durumu; “Kendi sağından medet umma anlayışından kurtulmak, egemen sınıflardan medet umma anlayışında kurtulmak,” şeklinde ifade ederlerdi. Burada bir yanılsamaya, bir illüzyona, bir bilgiye inanıldı. Gerçek olarak, AKP’nin, siyasal İslamcılığın temel karakteri bilimsel açıdan iyice aydınlığa kavuşmadığı için, onun çözüm gücü olduğu varsayıldı.
Oysa siyasal İslam; devletin kucağında gelişmiş, devletin bütün karakteristik özelliklerini üzerinde taşıyan, devletin bütün reflekslerini kendinde bulunduran gerici bir güçtür. Devlet ne kadar çözüme yakınsa, egemen sınıflar geleneksel olarak ne kadar çözümsüzlüğe yakınsa; bütün demagojisine rağmen, bütün yalanlarına, palavralarına rağmen siyasal İslamcı AKP de o kadar çözüme yakındı.
Burada asıl hata; bu karaktere sahip siyasal İslam iktidarının bu sorunu çözeceğine inanmaktı. Burada olan; başka hesaplar, başka iç politika hesapları, dünyada, Ortadoğu’da başka ilişkileri kurgulamak için Kürt sorunu iktidar tarafından kullanıldı. Kürt sorunu AKP tarafından çözülmedi; iç politikada iç siyaseti dizayn etmek, dünyadaki ilişkilerde belli dengeler tutturmak, Ortadoğu’da kendine belli bir yön çizmek için Kürt sorunu kullanıldı sadece.
Kürt sorununun AKP tarafından kullanılmasını Kürt hareketi nasıl algıladı? Bir çözüm sürecinin gelişmesi olarak algıladı. Müzakere sözlerini çözüme giden yolun başlangıcı olarak algıladı. Burada bir yalan, bir büyü, bir aldatma vardı. Görülmeyen bu oldu. Bunun görülmemesi, yine Kürt sorununun yeniden kanlı vahşetiyle gündeme gelmesine yol açtı. Buradaki hata neydi? Siyasal İslam’a inanmak, onun çözüm gücü olduğunu varsaymak; Yetmez Ama Evet’ çilerle Kürt hareketinin kaderlerinin birleştiği yer burasıdır.