6 Mayıs akşamı gündeme bomba gibi düştü ve o andan itibaren de başka bir şey konuşulmuyor. Siyasetçiler, hukukçular, öğretim üyeleri, gazeteciler, yazarlar hepsi orada, hepsi tetikte. Kürsülerde, TV ekranlarında, panel masalarında toplanmış, kılı kırk yarıyorlar. Anayasa, seçim mevzuatı, seçmen kütükleri, sandık kurulları, kamu görevlileri… Kulaklar artık başka bir şey işitmiyor. Sınır komşumuz Suriye-İdlib’te son günlerde yoğunlaşan bomba sesleri bile duyulmadı. Hatta Atatürk ve laik cumhuriyet düşmanı Mısıroğlu’na yapılan devletli cenaze töreni bile bu arada güme gitti! Koskoca şeriatçı “mürşid” aramızdan sessiz sedasız ayrıldı.
Evet, tartışma yoğun; ama ortada pek tartışılacak bir şey de görünmüyor. Olay açık: Bir siyasi “hold-up” yapıldı ve failler silahı doğrultup “Bu bir ‘hold up’tır!” diyemedikleri için de olayı tartışıp duruyoruz! Ya da bir sihirbazla karşı karşıyayız? Zarfa koyduğumuz tavşanı, zarftan bir tilki şeklinde çıkaracak olan büyücüyü şaşkınlıkla izliyoruz.
Daha doğrusu da şu: Tam bir “ağaca bakmaktan ormanı görememe” durumu yaratıldı! Kısmen saflıkla, daha çok da kasıt ve yönlendirme ile! Bu yüzden de kavganın dışında olanlar halimize acıyor, ya da gülüyorlar! Dost, düşman tüm ülkelerin kamuoylarını şekillendiren organlara bakınız; hiçbiri olayı bir “seçim hilesi” bağlamında tartışmıyor. Hepsi de seçimin hangi koşullar altında yapıldığını yakından izledi ve “hile”nin -eğer varsa- nereden gelebileceğini açıkça gördüler. Şimdi de “Türkiye’de demokrasinin son kalesi de düştü” diyorlar.
Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Kati Piri, iptal kararının “ülkede iktidarın seçimlerle, demokratik şekilde el değiştireceğine olan inancı yok ettiğini” söylerken bence genel bir kanıyı ifade etmiş. Bizde de değerli Anayasacı Cem Eroğul dünkü Birgün’de bunu çok güzel anlatmıştı. Oysa tüm anti-demokratik cereyan tarzına rağmen, 31 Mart seçimleri, alınan sonuçlar itibariyle bazı umut ışıkları yakmıştı. Şimdi demokrasi düşmanları o ışıkları da söndürmeye çalışıyorlar, ama söndüremeyecekler. Takke düştü, kel göründü; “böl ve yönet” politikası sonunda kendilerini de vurmaya başladı.
Tartışılacak fazla bir şey yok dedim, ama burası Türkiye, siyaset meydanından kaçış yok! Tartışmaya birkaç cümleyle ben de katıldım; tabii yukarıda çizdiğim çerçeve içinde. Birgün gazetesinden arkadaşların sorusuna şu yanıtı verdim:
“Erdoğan’ın ‘Türkiye’dir’ dediği İstanbul’un kaybı, AKP-MHP çıkar oligarşisini veba ile kolera arasında seçim yapmaya zorladı; onlar da panik içinde vebayı seçti ve seçimi iptal ettiler. Ne var ki korkunun ecele faydası yoktur ve oligarşi, 31 Martta en antidemokratik zorlamalarla kazanamadığı seçimi, 23 Haziran’da daha da büyük bir farkla kaybedecek gibi görünüyor. Sadece “aday” Binali Yıldırım’ın arşivlere geçecek hüzünlü konuşması bile bu yönde ilginç bir işaret!
Bu durumda oligarşinin denemeye kalkabileceği tek yol kalıyor: Ülkede zor kullanarak, terör havası estirerek seçimi kazanmak; ya da seçimi bilinmeyen bir tarihe ertelemek. Daha açık bir ifadeyle YSK’nın “hukuki” darbesini, fiili bir darbe ile tamamlamak! Kuşkusuz çaresizlik içinde bu “çılgın proje”yi de deneyebilirler; oysa yarattıkları siyasi atmosferde, doların şimdiden 6,20’ye yaklaştığı, borsanın % 2 kayba uğradığı koşullarda buna cesaret edebileceklerini pek de sanmıyorum. Üstelik arkalarında dayanabilecekleri bir dış güç de yok. Ne Esad’ın hamisi fırsatçı Putin, ne de yaptırım tehditleri savuran İslamofob Trump..
Maalesef Türkiye’yi çok zor günler bekliyor; fakat umutsuzluğa kapılmayalım, tünelin ucu da görünmeye başladı”.