Çeviri: Ekin Keskin-Erhan Kızıl***
Mevcut ekonomik sistem Dünyada yaşamın devam etmesini sağlamaya uygun değil. Yeni bir ekonomik sistem tasarlamanın zamanı geldi.
Yetişkinliğimin büyük bir kısmında“şirket kapitalizmi”, “tüketici kapitalizmi” ve “ahbap-çavuş kapitalizmine” karşı çıktım. Sorunun kapitalizmin önüne eklenen sıfat değil de kendisi olduğunu anlamak uzun zamanımı aldı. Bazı insanlar kapitalizmi memnuniyetle ve hızlıca reddetmiş olsa da ben bunu epey yavaş ve isteksizce yaptım. Bunun sebebi kısmen kapitalizme açık bir alternatif görmüyor olmamdı: Bazı anti-kapitalistlerin aksine, hiçbir zaman devlet komünizmi için istekli olmadım. Ayrıca devlet komünizminin dine yaklaşımı da beni engelledi. 21. yüzyılda “kapitalizm tökezliyor” demek, 19. yüzyılda “Tanrı öldü” demeye benzer: Seküler bir küfürdür ve benim sahip olmadığım bir özgüveni gerektirir.
Ama yaşlandıkça, iki şeyin farkına varmaya başladım. Birincisi, bizi önüne geçilemez bir şekilde felakete sürükleyenin sistemin herhangi bir varyantı değil, ta kendisi olduğunu fark etmemdir. İkincisi, kapitalizmin tökezlediğini söylemek için, karşısına belirli bir alternatif koymak zorunda olmadığımızın farkına varmamdır. Bu iddianın kerameti kendinden menkul. Ancak yeni bir sistem geliştirmek, başka ve farklı türden bir çaba gerektiriyor.
Kapitalizmin başarısızlıkları, onu tanımlayan unsurların iki tanesinden kaynaklanmaktadır. Birincisi sürekli büyümedir. Ekonomik büyüme, sermaye biriktirme ve kâr elde etme arayışının nihai sonucudur. Kapitalizm, büyüme olmadan çöker, bununla birlikte sınırlı bir gezegendeki sürekli büyüme kaçınılmaz olarak çevresel yıkıma yol açar.
Kapitalizmi savunanlar, tüketim mal tüketiminden hizmet tüketimine dönüştükçe, ekonomik büyümenin, maddi kaynakların kullanımından bağımsızlaştırılabileceğini iddia ediyorlar. Geçen hafta New Political Economy (Yeni Politik Ekonomi) dergisinde Jason Hickel ve Giorgos Kallis tarafından kaleme alınan bir makalede bu iddia ele alındı. Yazarlar, 20. yüzyılda bir miktar göreli bağımsızlaşma yaşanmış olsa da (maddi kaynakların tüketimi artsa da ekonomik büyüme kadar hızlı artmamış), 21. yüzyılda yeniden bir eşleşme yaşandığı sonucuna vardılar: Artan kaynak tüketimi, şu ana kadar ekonomik büyüme oranıyla ya eşleşti ya da onu aştı. Çevresel felaketi önlemek için ihtiyaç duyulan mutlak bağımsızlaştırma (maddi kaynak kullanımında bir azalma) hiçbir zaman sağlanamadı ve ekonomik büyüme devam ederken bu imkânsız görünmektedir. Yeşil büyüme bir yanılsamadan ibaret.
Sürekli büyümeye dayalı bir sistem, periferiler ve dışsallıklar olmadan işleyemez. Her zaman -maddi kaynakların, bedeli tamamen ödenmeden alınabildiği- bir temin bölgesi ve maliyetin, atık ve kirlilik şeklinde çevreye bırakılabileceği bir atık bölgesi olmak zorundadır. Ekonomik faaliyetin ölçeği kapitalizm atmosferden okyanusların derinliklerine kadar her şeyi etkileyene dek büyüdükçe, tüm gezegen bir feda bölgesi haline gelir: Hepimiz bu kâr etme makinesinin periferisinde yaşarız.
Bu, bizi insanların çoğunun hayal bile edemeyeceği ölçekte bir felakete sürükler. Yaşam destek sistemlerimizin karşı karşıya olduğu çöküş, savaş, kıtlık, salgın hastalık ya da ekonomik krizden çok daha büyük; gerçi bunların dördünü de bünyesinde barındırması olasıdır. Toplumlar bu kıyametvari olayları atlatabilir, ancak toprağın, bereketli bir biyosferin ve yaşamaya elverişli bir iklimin kaybını telafi edemezler.
İkinci tanımlayıcı unsur, bir kişinin dünyanın doğal servetinin parasının satın alabileceği kadar büyük bir kısmını satın alma hakkına sahip olduğu tuhaf varsayımıdır. Kamu varlıklarının bu şekilde gasp edilmesi, üç farklı arızaya daha neden oluyor. İlki, diğer insanların haklarının ihlali ve budanması anlamına gelecek yeniden üretilebilir varlıkların denetim imtiyazını elde etmek için verilen mücadeledir. İkincisi, diğer insanların hem mekân hem de zaman açısından yağmalamaya dayalı bir ekonomi tarafından yoksullaştırılmasıdır. Üçüncüsü, ekonomik gücün politik güce dönüştürülmesidir, zira temel kaynaklar üzerindeki hakimiyet, bunları çevreleyen toplumsal ilişkiler üzerindeki kontrolün ele geçirilmesine yol açar.
Pazar günü New York Times’ta Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz “servet yaratma” dediği iyi kapitalizm ile “serveti ele geçirme” (ranta el koyma) dediği kötü kapitalizmi birbirlerinden ayırmaya çalıştı. Yaptığı bu ayrımı anlayabiliyorum. Ancak çevreyi dikkate alan bakış açısından, servet yaratmak, serveti ele geçirmektir. Maddi kaynakların giderek artan kullanımıyla içsel olarak bağlantılı olan ekonomik büyüme hem canlı sistemlere hem de gelecek nesillere ait doğal zenginliğe el koymak anlamına gelir.
Bu tür sorunlara işaret etmek, çoğu şu iddiaya dayanan bir suçlamalar yağmuruna davetiye çıkarır: Kapitalizm yüz milyonlarca insanı yoksulluktan kurtardı -şimdi siz onları yeniden yoksullaştırmak istiyorsunuz. Kapitalizmin ve onun yön verdiği ekonomik büyümenin, çok sayıda insanın refahını radikal bir şekilde artırdığı ama aynı zamanda başkalarının refahına eşzamanlı olarak zarar verdiği doğrudur: toprakları, emekleri ve kaynakları başka yerlerdeki büyümeyi beslemek üzere ele geçirilenler. Zengin ulusların servetlerinin çoğu, kölelik ve sömürgeci el koymaya dayalıydı – hala da öyledir.
Kömür gibi, kapitalizmin de birçok yararı olmuştur. Ancak, yine kömür gibi, kapitalizmin artık yararından çok zararı var. Kömürden daha iyi ve daha az zarar veren kullanışlı enerji üretmenin yollarını bulduğumuz gibi, insanın refahını artırmanın, kapitalizmden daha iyi ve daha az zararlı yollarını bulmalıyız.
Geriye dönüş yoktur: Kapitalizmin alternatifi ne feodalizm ne de devlet komünizmidir. Sovyet komünizminin, kapitalizmle ortak yanları iki sistemin savunucularının da kabul ettiğinden daha fazlaydı. Her iki sistem de ekonomik büyüme yaratma takıntısına sahip (veya sahipti). Her ikisi de bu amacın ve diğerlerinin peşinde şaşırtıcı derecede seviyelerde hasar yaratmaya istekli. Her ikisi de haftada sadece birkaç saat çalışmamızın gerekeceği bir gelecek vaat etti, ancak bunun yerine sonsuz, acımasız bir emek sarfiyatı talep etti. Her ikisi de insanlıktan çıkarıcı. Her ikisi de mutlakiyetçidir, kendi Tanrılarının ama yalnız kendilerininkinin tek gerçek Tanrı olduğunda ısrar ediyorlar.
Peki daha iyi bir sistem neye benzer? Bu soruya benim tam bir cevabım yok, kimsenin de tam bir cevabı olduğuna inanmıyorum. Fakat sanıyorum kaba bir çerçevenin ortaya çıktığını görüyorum. Yanıtın bir kısmını, çağımızın en büyük düşünürlerinden biri olan Jeremy Lent’in önerdiği ekolojik medeniyetler mefhumu teşkil ediyor. Diğer unsurları, Kate Raworth’un donut ekonomisi**** ve Naomi Klein, Amitav Ghosh, Angaangaq Angakkorsuaq, Raj Patel ve Bill McKibben’in çevre odaklı düşünceleri oluşturuyor. Cevabın bir kısmı “özel yetingenlik, kamusal lüks” kavramında yatmaktadır. Diğer kısmı ise, şu basit prensibe dayanan yeni bir adalet anlayışı yaratılmasından kaynaklanmaktadır: Her nesil, her yer, doğal zenginlikten yararlanma konusunda eşit haklara sahiptir.
Görevimizin, birçok farklı düşünürün en iyi önerilerini belirlemek ve onları tutarlı bir alternatif haline getirmek olduğuna inanıyorum. Hiçbir ekonomik sistem yalnızca bir ekonomik sistem olmadığından, hayatımızın her veçhesine nüfuz ettiğinden, evimizi, yurdumuzu yok etmeden ihtiyaçlarımızı karşılamamızı sağlayacak daha iyi bir örgütlenme yolu yaratmak için işbirliği içinde çalışacak, -ekonomiye, çevreye, politikaya, kültüre, topluma ve lojistiğe ilişkin- çeşitli disiplinlerden birçok akla ihtiyacımız var.
Karar vermemiz gereken şey bu. Kapitalizmin devam etmesini sağlamak için yaşamı mı durduracağız, yaşamın devam etmesini sağlamak için kapitalizmi mi?
—————-
(*) Kaynak: https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/apr/25/capitalism-economic-system-survival-earth ve https://www.monbiot.com/2019/04/30/the-problem-is-capitalism/.
(**)The Guardian gazetesi köşe yazarı.
(***) Mülkiye Eğitim Merkezi Çeviri Çalışma Grubu.
(****) Raworth önerdiği ekonomik modeli halka biçimli tatlı çörek (donut) şeklinde bir grafikle ifade ettiğinden modeli “donut ekonomisi” olarak adlandırmıştır, en.