İnsan yaşlanınca sanki eskiyi daha çok hatırlıyor. Benim de geçenlerde aklıma rahmetli büyük halamın kızılcık şurubu düşmüştü. Hele o şurubun kızıllığı. Kızılcık şurubu derken bir de epeycedir aklıma takılır, bu toprakların çocuklarının bu kadar kızıllıkla iç içe yaşayıp dostluk tesis etmesine rağmen, kızıla olan mahcup karşıtlığı ya da hasımlığı!…
Mahbup Halam ve Kızılcık Şurubu
Mahbup Çoruh Hanım, yani büyük halam bilge bir kadındı. Yunus’tan, Karacaoğlan’dan saatlerce beyitler okurdu ezberinden.
Kendi de kısa ya da uzun dörtlükler, şiirler yazardı ayaküstü. Hiç çocuğu olmayan Mahbup Hanım, o dönemde ailenin bir nevi kabine reisi, bir anlamda pusulası idi. Zekâ ürünü ince esprileri, laf değdirmeleri ile haklı bir üne sahip büyük halanın, tüm
konuklarına ikram ettiği yılın on iki ayı evinden hiç eksik olmayan kızılcık şurubu çok meşhurdu.
Hani şu sonbaharın müjdecisi, hani eli kulağındaki kızılcıklardan bahsediyorum. Mevsiminde bahçesindeki ağaçtan toplardı kızılcıkları. Sonra bir güzel yıkayıp, az şeker ve çok göze suyu ile haşlardı hafiften. Ta ki çekirdekler, kendisini meyveden ayırma kıvamına gelene kadar. Suyunu çekerek adeta muhallebi kıvamına gelen kızılcıkları çekirdeklerinden arındırırdı. Püre halindeki kızılcıklara birkaç parça limon tuzu ilave edip karıştırdıktan sonra istirahat ettirir, oda sühunetine gelen püreyi, yeşil renkli cam bir kavanoza doldurup, güneşe maruz kalmayacağı mutfak kilerine yerleştirirdi.
Mahbup Hala, konukların sayısına göre hemencecik bir kalaylı bakır tasa kızılcık özünden koyar, testiden de kararınca su ekleyip şurubu ezerdi. Ağzı sarı yaldızlı zarif bardaklardaki o kızılcık şurubu var ya, ömrünüze ömür katardı inanın.
Bilenler bilir kızılcık; gastro nahiyesinin en iyi dostlarından biridir ve yakışıklı bir ateş düşürücüdür, Latincesi ile Cornus Mas ya da farklı yörelerimizdeki adı ile ergen yani bizim kızılcık.
Henüz gazlı, kolalı içeceklerin olmadığı, kimselerin ayran milli içkimizdir diye tutturmadığı her açıdan sağlıklı günlerdi bir bakıma.
Bu Toprakların “Kızıl” İle Vaziyeti
Hiç düşündünüz mü bu toprakların çocukları kızılla hem bu kadar dost hem de bir o kadar hasım diye?
Gazi Paşanın önderliğindeki kalpaklı Kuvayı Milliyecilerin kurtuluş mücadelesi sırasında kızıl yıldızlı Sovyetlerle tesis ettiği dostluk, Atatürk–Lenin dayanışması, al bayrak ile kızıl bayrağı kardeş etti, nice şafakların kızıllığında dostluğu paylaştı.
Ve Attilâ İlhan ad koymuştu buna hatırlarsanız; Yıldız, Hilȃl, Kalpak diye.
Sonra o dostluk temelinde Cumhuriyetin kurduğu ilk tekstil fabrikası olan Sümerbank Kayseri Bez Fabrikası açıldı, 16 Eylül 1935’te. Esasında, Kayseri ve Nazilli tekstil fabrikalarını inşa etmek, fabrikalarda kullanılacak makinaları temin etmek ve fabrikalarda çalışacak kişilerin eğitimini sağlamak üzere Rusya’da TURKSTROY devlet firması kurulmuştu. Firmanın Türk muhatabı Sümerbank idi. Ve ortaklığın simgesi olarak armalar, rozetler gururla taşınırdı yakalarda o yıllar.
Bu sürece, Kızılay da tanıklık etti. Kızılçam ormanlarımız da, Kızılırmak’da, Kızılhisar’da, Kızıltepe’de, Kızıltoprak’da, Kızılcahamam’da, Kızılbağ’ da, Kızılburun’da, Kızılköy’de.
Bu sürece Nazım’ın “Atlılar atlılar kızıl atlılar/atları rüzgâr kanatlılar!” da eşlik etti.
Sonra sevgililerin saçlarına kızıl güller takıldı Enver Gökçe’nin dizeleriyle: “Saçlarına kızıl güller takayım/ Salın da gel / Bir o yana / Bir bu yana”.
Sonra, bu toprakların çocukları ortalık karışınca “kızılca kıyamet kopuverdi” dedi, demekte.
Çocukluk yıllarımızdaki kovboy filmlerinde toprakları işgal edilen Kızılderililerden yana saf tutmadık mı?
Kızıl çamurdan yapılan toprak kaplarda o canım güveçlerin yanında aynı kızıl çamur ürünü testilerden serin sular içmedik mi?
Çoğumuz kızıl saçlı, kızıl dudaklı güzellere gönül düşürmedik mi hiç?
İlkokulda kaçınız müdür baş muavininin kızılcık sopasından nasiplenmedi?
Kaçımız ilk gençlik yıllarımızda kaçak olarak çoğaltılan Kızıl Ordu Korosu kasetini dinlemedi.
İlk elde aklıma gelenleri not ettim. Birlikte oturup konuşsak kocaman bir kızıl kitap yazarız eminim.
Bu kadar kızılla içi içe bir toplum, sosyolojik olarak ve siyaseten hep korkutuldu kızıllıktan. Aslında durum tavşan misali; korktuğu için değil, kaçtığı için korktu, korkutuldu.
O, bağımsızlık ve özgürlüğün; kardeşliğin ve dayanışmanın; adam gibi üretip hakça paylaşmanın simgesi kızıllıktan hep uzak durdu. Ve gemisini kurtaran kaptandan, kendi bacağından asılan koyundan yana saf tuttu.
Bu saf tutuş, Yıldız, Hilȃl, Kalpak Cumhuriyetini adım adım kemirdi. Adeta sonunu getirdi. Hayatı bu kadar kızılla yan yana, olgun kızılcıkları selelere dolduran, sevgililerine çoraplar gönderen bu toprağın çocukları, teslim etmek üzere emaneti.
Sanki kızıllıkla bir tek ilgisi kaldı. Ve sordu: Abi senin cihazda kızılötesi var mı? diye!..
Memleketteki gidişe inat, direnmek için ağzımızın tadı bozulmasın. Her daim tatlı olsun.
Sağlık ve dostlukla.
(*)27 Ekim 2013’te soL Gazetesi’nde yayınlanmıştır.