Koskoca anakaraları birbirinden ayıran okyanuslardan birinin sonsuz büyüklüğü içinde bir gün ansızın küçücük bir dalga oluştu. Neşeyle doğmuştu. Neşesini her şeyle paylaşmak istiyordu. Gökyüzüne tırmanmış tembel bir kedi kadar kaygısız oturup duran mavi beyaz bulutlarla, her zaman çok yaramaz olan renksiz ama usta bir jimnastikçi olan rüzgârla… Hemen o andan başlayarak yaşıyor olmaktan duyduğu sevinci çevresine yaymaya başladı. Öyle küçük, öyle narin ve neşeliydi ki, dokunduğu her dalgaya yaşama sevinci aşıladığı fark edildi. Onlara şakalar yapıyor, bazen birinin kırılma çizgisine saklanıyor görünmez oluyor, tam kaygılanacakları sırada sırtlarına hoplayıp kahkahalarını salıyor, sesi gökyüzüne kadar çevreyi çınlatıyordu.
Dalgaların hepsi gibi o da kumsalını yıkayacakları, yahut kayalarıyla bütünleşmek istercesine çarpacakları belirsiz bir kıyıya doğru uçar gibi koşuyorlardı.
Minik dalganın yaşam hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Deneyimli dalgalar aralarında konuşurken kıyıya yaklaştıklarını duydu. Ürktü. Nasıl davranacağını bilmiyordu. Hiçbir şeye rahatsızlık vermeden kendini nasıl koruyabilirdi acaba? Çok büyük bir dalganın üstüne sıçradı, uzakları görmeye çalıştı. Ama… Gördükleri onu korkuttu. Neşesi yitiverdi. Yanlarında minicik kaldığı dev dalgalar kıyıya varır varmaz orada kırılıyor, köpüklenerek dağılıyorlardı. Huzursuzlandı. Kahkahalarını kesti, küçük yaramaz köpüklerini kanadının altına aldı.
Ardından gelen ve onun maskaralıklarını seyretmek için iyi bir yer bulduğunu düşünen büyük dalga sessizliğine dayanamadı, sordu:
“Minik dalga ne oldu sana? Durgunluk ve suskunluk sana yakışmıyor.”
“Parçalanıyorlar,” diye fısıldadı dalgacık. “Koskoca, güçlü dalgalar bile kıyıya vardıklarında paramparça olarak ölüyorlar. Benim gibi biri için hiçbir kurtuluş umudu yok. Doğdum ve büyümeden ölüvereceğim.”
Büyük dalgayı oluşturan her bir damlacık yaşamın gerçeğini biliyordu. Kaç kez deneyimle öğrendikleri bir şeydi okyanus ve kıyıların ilişkisi.
Gerçekten de hızlanmışlardı artık. Gitgide yükselerek koşuyorlardı. Büyük dalganın deneyimsiz olduğu için kendini ayrı ve yapayalnız sanan dalgacığı korkusuyla bırakıp gitmesi düşünülemezdi. Büyük ya da küçük… Tümü bir bütünün parçasıydılar. Ama minik dalganın bundan haberi yoktu. Büyük dalga okyanusun yaşam gücünü ona öğretmeliydi:
“Kendini yalnız, küçük, zayıf bir su yığını olarak görürsen kıyıya vardığında ölürsün. Çok sevimli olsan da, kendini bizlerden farklı sanma. Rüzgârın küçücük esintisiyle doğdun. Bizler de onun farklı zamanlardaki farklı güçlerinden doğduk. Kendini bütünlüğümüzden kopmuş sanırsan… Evet o zaman dağılan damlacıklarının uzak noktalara saçılması yüzünden kurursun. Bütünlüğü taşıdığını unutmazsan… Bir süre sersemler, hatta uyumaya durursun. Sonra… Rüzgâr bulur seni. Onunla yeniden doğarsın. Bu ölümsüzlüğünün nedeni senin de okyanusun sonsuz ömürlü suyu olma özelliğindendir. Hepimiz şu anda o bilinçle ve dinlenip yenilenmek için sevinerek kıyıya koşuyoruz.”
Kendini bırakmış olan dalgacık, bu sözleri tam anlayamadığını düşündü. Ama… Bilge dalganın anlattığı gerçekliği yaşamayı çok istedi. Kendisini her yandan saran rüzgâra… “Haydi,” dedi. “Hazırım!”
Kanatlandılar. Tüm deniz altı engellerini aştılar. Kıyı hızla yaklaşıyordu.
Minik dalga gerçekte bir okyanus olduğunu böyle öğrendi.