Siyasi partileri eşit şartlara sahip örgütler olarak ele alan seçim değerlendirmeleri, son derece yaygındır. 2007’yi izleyen seçimlerle birlikte, iktidar partisi lehine fırsat eşitliği de bozulmamış olsaydı, parlamenter sistemin mantığıyla çelişmeyen bu duruma dikkat çekmek gerekmeyebilirdi. Seçimlerin fırsat eşitliğinden mahrum fiili niteliği, 16 Nisan Halkoylamasında YSK eliyle yasa mertebesine yükseltildi. AKP 2007’den sonraki tüm seçimlere,
merkezinde devlet aygıtının yer aldığı bir seçim bloğu ile girdi. Bu blok, yaygın olarak; mülki idare, bakanlıkların taşra teşkilatları, dini cemaatler, diyanet örgütlenmesi ve camii imamları ile yerli eşraf, tüccar ve sanayicileri barındırdı. Bugün kamudaki Fethullahçı tasfiyesinin çapı görüldüğünde, bir zamanlar AKP’yi -Fuller’in sözleri ile, “siyasi tamamlayıcı” görerek partiye katılan Fethullahçıların il-il, ilçe-ilçe faaliyet gösteren seçim bloklarında yaygın olarak yer aldıkları ileri sürülebilir. Adeta bir zamanların “şehir kulüplerini” andıran bu dönemsel bloklar, kamu otoritesini ve kaynaklarını iktidar partisi lehine sadece ölçüsüzce kullanmadılar; bunu parti merkezinden empoze edilen ve yeni bir devlet ve toplum vaadini içeren kurucu irade örgütlenmesinin yerel birimi olarak da kullandılar. Bu son derece önemlidir; zira kurucu iradenin “biz” ve “öteki” ayırımı, seçmenlerin sağ-sol şeklindeki tasnifini aşan anlamalara sahiptir; burada “biz”, yani AKP’ye oy verecekler, siyasi birliğini tesis etmiş (millet olmuş) yurttaşlardır; dolayısıyla da AKP’ye oy vermeyenler millet tanımı dışına düşmüş olmaktadırlar. Bir yanda, kaybetmeyi; devlet ve milletin yenilgisi, kazanmayı ise devlet ve milletin yeniden fethi olarak gören ve buna uygun davranan AKP seçim bloğu vardır. Diğer yanda ise meseleyi yelpazenin sağ-sol eksenlerindeki iktidar ve muhalefet konumları olarak ele alan ve öyle davranan diğer siyasi parti teşkilatları.
Öz imgelemi, örgüt biçimi ve seçmenle kurduğu ilişki örüntüsü itibarıyla AKP, kendinden önceki iktidar partilerinden radikal bir şekilde ayrılır. Kurulu düzene hükmederek, din referanslı bir devletin kurucu örgütü gibi faaliyet gösteren bir iktidar partisi! Bunun anlamı; yasama gücüne de sahip olduğu ülkeyi cari yasalardan bağışık olarak yönetme keyfiyetine sahip olmak demektir. Dikkat edilirse buraya kadar henüz AKP lideri Erdoğan’dan ve onun Türkiye’yi hem kutuplaştırıcı hem de kendi varlığına indirgeyici siyaset tarzından hiç söz edilmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, burada çizilen tablonun hem nedeni hem de sonucu olarak görülmelidir. Öte yandan güç kullanımını şahsileştirme düzeyi ile rakipsiz görünen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iradi müdahaleleri kuşku yok ki hesaba katılmak durumundadır.
Sözü edilen seçim bloğu, yüz yüze ilişkinin etkili olduğu hemen her seçim ölçeğinde (ki bunlar köy, kasaba, il çeper ve belki merkezleri ile metropol kent çeperleri olarak düşünülebilir) AKP oylarını rakipsiz kılmıştır. Burada geleneksel klientalizmden fazlası vardır; geleneksel klientalizmde partili seçmenler, devlet işlerinde partileri aracılığıyla avantajlı kılınırlar. Burada ise muhatap, sadece aygıtlarıyla değil, geniş anlamıyla devletin ya da aynı anlama gelecek şekilde “politik toplumun” bizzat kendisidir. AKP oylarını Türkiye’nin hemen her noktasına yaygınlaştıran faktör, parti liderliği ve merkez örgütü ise, oyları belli özellikteki seçim çevrelerinde derinleştirenler de işte bu seçim blokları olmuştur. Son Halkoylamasına kadar burada sözü edilen seçim bloğunun her seçim döneminde şu veya bu ölçüde AKP lehine çalıştığı söylenebilir.
17-25 Aralık (2013) sonrasında bu bloğun tümüyle çözüldüğünü düşünmek yanıltıcı olur; zira sözü edilen tarihle birlikte Fethullahçı örgüt AKP’yi bir bütün olarak hedef tahtasına yatırmış değildi; örgütün görünür hedefi “Erdoğan’sız AKP” idi. Başarısız 15 Temmuz (2016) Darbesi ve izleyen gelişmelerle seçim bloğunun taşıyıcı sütunları yara aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP, 16 Nisan Halkoylamasına bir dava örgütü gibi çalışan seçim bloklarından yoksun girdiler. Büyük bir arzu ve hırsla seçimlere abanan “paralel politik toplumun” yerini, bu oylamada, devlet aygıtının açık ve çıplak zoru aldı. Üstelik bu aygıtlara YSK da açıktan dahil edildi.
Siyasal yönelimler ve oy davranışları
Siyasi partilerin öz-imgelemleri ile seçmenlerine dönük çağrıları arasındaki açı farkı, taşınamaz boyutlara ulaşmış görünüyor. Örneğin AKP liderliğinin stratejik hedefi ya da “kutlu davası”, siyasi birliği ümmet statüsünde tanımlanan din referanslı bir devlet kurmaktır. Bu dava parti kadroları arasında dolaşımda iken, seçmenlere geleneksel bir merkez sağ parti gibi seslenilmektedir. Tam da bu nedenle AKP’nin merkez sağ oyları özümsediği yönünde yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Yüzde 40-50 bandındaki oyların büyük bir bölümünün merkez sağ seçmene ait olduğu kuşkusuz doğrudur; ancak burada ifade edilen açı farkı mevcut oldukça, AKP’nin merkez sağ oyları konsolide edip etmediği, iktidarda iken değil muhalefete düştükten sonra test edilebilecek bir önermedir. Özetle AKP; kurucu irade örgütü gibi çalışan ama seçmene merkez sağ gösteren ve fakat seçmenleri “politik toplum”/”millet” mensubu olanlar (biz) ve olmayanlar (onlar) düzleminde kavrayan bir yapıdır. Bu yapının başından beri neoliberal gündeme tam bir sadakat gösterdiği de not edilmelidir. AKP, bu yapısıyla ne davasını güttüğü din devletini henüz kurabildi ne de mevcut rejimi kendi hegemonyası altında normalleştirme yolunu seçti. 16 Nisan Halkoylamasının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kavranma biçimi, rejimin normalleşmesi seçeneğini devre dışı bırakmaktadır. Parçalanmış toplumun siyasi birliğini din referanslı bir zeminde kavrayarak “kutlu davayı” tamama erdirmek misyonu ise Halkoylamasının ardından çok daha zorlaşmış olmalıdır.
AKP seçmenleri içinde din referanslı yeni bir devlet çağrısıyla mobilize olanların payını bilmiyoruz; dolaylı kestirimlerle bu oranın AKP oylarının yüzde 15-20 seviyesinde olduğu söylenebilir. Genel seçmen içinde yüzde 5 gibi bir büyüklüğe tekabül eden bu seçmen grubu, AKP’nin ortalama seçmen profilinden farklıdır. Tahmini sayıları 2 milyona yaklaşan grubun, ağırlıklı olarak çeperde değil gelişmiş kent merkezlerinde yaşayan, eğitim seviyesi AKP ortalamasının üzerinde, meslek sahibi, kamuda istihdam olanakları yüksek, İslamcı STK’larda ve AKP’de çalışma fırsatlarına sahip bir seçmen kitlesi olduğu ileri sürülebilir. Bu en politize seçmen grubu, ihtimal ki AKP’nin en yumuşak karnını oluşturmaktadır. Sürekli ertelenen “kutsal dava” ile sürekli büyüyen ve asla ertelenmeyen maddi zenginlikler arasında “sıkışmış” olmaları muhtemel bu grubun, kendi içinde derin bir bölünme ve tasfiye yaşaması, şaşırtıcı olmayacaktır. AKP’nin ikinci önemli seçmen grubu, 12-13 milyon civarındaki devasa oy potansiyeli ile Bakanlık ve AKP’li belediyelerin sosyal yardım ve desteklerinden faydalanan 5 milyon kadar hanede ikamet etmektedir. AKP’yi himayeci ve koruyucu devletin şefkatli eli olarak gören bu seçmen grubuna; üretim birimi olmaktan çıkmış köylerde, kasaba ve küçük kentlerin işgücü piyasası dışına düşmüş yoksul hanelerde, fason ilişki ağlarıyla hayata tutunmaya çalışan metropol kent çeperlerinde, sıkça rastlamak mümkündür. Devletle özdeşliğini ve sosyal yardımları sürdürdüğü müddetçe bu seçmen grubunun dua ve oy desteğini AKP’den eksik etmeyeceği öngörülebilir. Bir de genel seçmen kitlesinin yüzde 20-25’i civarında yüzer-gezer oy vardır ki bunun içinde de kayda değer bir kesim genellikle lider kültü etrafında mobilize olur. AKP’nin 6-7 milyon civarında oyu da buralardan devşirdiği anlaşılmaktadır. 20 milyona yaklaşan büyüklüğü ile son iki grup, merkez sağın geleneksel oy depolarıdır. Burada asıl ilgi çekici olan husus şudur ki AKP, örneğin ANAP’ın ilk döneminden farklı olarak, teknolojik bilgi üreten ve onu katma değer yaratma yönünde kullanan işgücünün (profesyonel meslek grupları, mühendisler, teknisyenler, vasıflı işçiler vb.) yaşam alanlarının partisi olamamıştır. Nüfus çekim merkezleri de olan bu gelişmiş kent mekanlarında, din devleti motifiyle hareket eden partililerce temsil edilmek, AKP’nin sosyolojik yazgısı gibidir.
CHP’ye gelince… CHP mevcut rejimin merkez sol partisi şeklindeki varlığını –üye, delege, yerel siyasetçi, parti yöneticisi, belediye ve TBMM adayı profilleri ile sürdürürken, seçmene her dönemde farklılaşan çağrılar çıkarmıştır. Baykal’ın genel başkanlığı döneminde “rejim ilkelerinin korunması” çağrısı önde iken, Kılıçdaroğlu ile birlikte “refah” vaadi ve “muhafazakâr değerlere saygı” çağrısı daha baskın hale gelmiştir. Eğer Türkiye Cumhuriyetinin; laik, üniter ve sosyal hukuk devleti şeklindeki temel rejim sütunları yerli yerinde ise ve eğer mesele merkez sağdaki temsil boşluğunun AKP tarafından istismarından ibaret ise bu durumda Kılıçdaroğlu başkanlığında izlenen politikaların ve mevcut parti biçiminin akli dayanaklarından söz edilebilir. Ama eğer Türkiye; mevcut rejim sütunları askıda olan, merkez siyaset alanındaki boşluğu adeta kara deliği andıran ve devletle özdeşleşmiş iktidar partisi eliyle devlet ve toplumu din referanslı dönüşüme zorlanan bir ülke haline gelmiş ise, bu durumda parti örgütlenmesi başta olmak üzere seçmene çıkartılacak çağrı konularında da köklü adımların atılması bir zorunluluk olarak görülmelidir.
CHP’nin seçmen profili söz konusu edildiğinde, genellikle gelir ve eğitim düzeyi Türkiye ortalamasının üzerinde olan, laik yaşam tarzını benimsemiş kentli nüfusa gönderme yapılır. CHP seçmen profili bir başka tasnifte Alevilerle de anılır. Alevilerin ekseriyetle CHP seçmeni olduğu doğrudur; bununla birlikte metropol kent merkezlerinde Alevileri lokalize edebilmek, 1970’li 1980’li yıllarla kıyasla çok daha zor olmalıdır. Kent merkezlerindeki varlıkları ikinci-üçüncü kuşağa evrilen Alevileri, laik yaşam tarzını benimsemiş kentli nüfustan ayırt edebilmek kolay değildir.
Yüzde 20-30 aralığındaki CHP seçmeninin oy davranışında partinin klasik sosyal demokrat çağrısı (refah+ demokrasi), muhtemel ki belirleyici değildir; zira bu geleneksel çağrı, hangi ilkelerle ve nasıl bir arada yaşayacağı konusunda konsensüs sağlamış toplumlarda etkilidir. Oysa Türkiye, gündelik yaşamın her bir ayrıntısında AKP’nin din referanslı “politik toplum” dayatmasının dışlayıcı etkilerini yaşamaktadır. Laik yaşam tarzını benimsemiş erkek ve kadınlar, bu dışlayıcı basınca karşı gündelik yaşamın her ayrıntısında büyük bir mücadele sürdürmektedir. Burada bir ajitasyondan değil, kreş-kreş, okul-okul, iş sınavı masalarından, ürün desteği sıralarına kadar gündelik yaşamın hemen her ayrıntısına sirayet eden bir mücadeleden söz edildiği hatırda tutulmalıdır. CHP, laik cumhuriyetin asli kurucu iradesinin tarihsel mirasını taşıyan bir parti olarak, yüksek bir beklentiyle karşı karşıyadır. CHP’nin bütün kadroları, 16 Nisan Halkoylaması süreci içinde bu beklentinin ne demek olduğunu yakından görmüş oldular. Bu deneyimin etkileri, hiç kuşku yok ki, CHP bünyesindeki yansımalarını bulacaktır. Şimdi artık 16 Nisan Halkoylamasındaki “evet” ve “hayır”ların değerlendirilmesine geçilebilir.
(sendika40.org’dan alınmıştır)