David McNally**
Çeviri: Pelin Eroğlu***
Bürokratik-Askeri Devlete Karşı Radikal Demokrasi ve Sosyalist Müşterekler
Neoliberal dönemde solun büyük çoğunluğunun politik ufku o kadar daraldı ki bir zamanlar Engels’in de dediği gibi “devlete ve devlete bağlı her şeye batıl hürmetin” tutsağı oldular (Marx’ın Fransa’da İç Savaş kitabına yazdığı Önsöz, 1891). Bu, kapitalist toplumda “kamusal” görünen her şeyin anti-kapitalist mevzileri temsil ediyormuşçasına üzerinde gözü kapalı bir biçimde savunulmasında ifade bulur.
Burada, sulandırılmış bir “sol” düşünce istemeyerek de olsa devlet hizmetlerini sosyalizm ile özdeşleştirmede ana akım medya ile el ele verir. Örneğin Houston Chronicle’dan bir köşe yazarı, “Birleşik Devletler’in Sosyal Güvenlik ve Medicare [ABD Yaşlılar İçin Kamu Sağlık Sigortası] gibi birçok sosyalist programı bulunmaktadır.” diyordu. Bu ifadenin saçmalığı ortadadır. Ancak, öyle görünüyor ki bu saçmalık sol tarafından artık sorgusuz sualsiz kabul edilmeyecektir.
Örneğin, yaptığım devlet eleştirisinin ışığında, bir eleştirmen kapitalizm altında yarı kamulaştırılmış tıbba karşı çıkmam gerektiğini savundu. Bu anlamsız bir iddia olduğu için, apaçık olanın ne olması gerektiğini ifade edeyim. Her hakiki sosyalist (eleştirel olarak) kapitalist toplumda hayatı yoksullar ve işçi sınıfı için bir nebze de olsa kolaylaştıran programları destekler. Ancak, bunu bu programları sosyalist kazanımlarla karıştırmadan yapabilme kabiliyetine tam anlamıyla sahibiz. Bu karışıklıktan, modern devletin doğası gereği anti-demokratik olan formunda ısrarcı olarak kaçınabiliriz. Bu, bizim gerçek kamusal kontrolü, devlet mülkiyeti ve yönetiminden keskin olarak ayırmamıza olanak verir.
Burada, Marx’ın 1852 tarihli, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i kitabındaki görüşlerinin izinden gidiyoruz. Bu metin, birçok açıdan son derece önemli bir çalışma. Fakat, burada, bu metnin sadece bir yönüne odaklanmak istiyorum: Marx’ın modern devletin boğucu bürokratik yapısına ilişkin çözümlemesi. Bu çözümleme sırasında, Marx, kapitalist siyasal iktidar biçiminin “parçalanması” fikrini ortaya koymaktadır.
“BU DEHŞETE DÜŞÜRÜCÜ ASALAK BÜNYE”
On Sekiz Brumaire’in yedinci bölümünde, Marx bakışlarını Fransa’daki kapitalist devletin karakterine çevirir –yakın zamanda bir işçi ayaklanmasını (1848) bastırmış ve kendini Louis Bonaparte (Napoleon Bonaparte’ın yeğeninin oğlu) liderliğindeki 1851 darbesi ile tahkim etmiş bir devlet. Marx, bu devletin, gücü nasıl büyük ölçekte yürütmenin elinde topladığına dikkat çeker. Marx daha sonra, “yarım milyonluk bir ordunun yanı sıra yarım milyonluk da bir memurlar sürüsünden oluşan geniş bir katman teşkil eden tıkır tıkır işleyen bir devlet mekanizmasıyla bu devasa bürokratik ve askeri örgütü” ifşa eder. Marx’ın gözlemlediği kadarıyla, bu askeri birlikler ve bürokratlar, başkan ve onun icracı memurlarından başka hiçbir otoriteye tabi değildirler.
Marx, bu devletin halkın sosyal hayatını boğduğunu ifade eder. Devleti, “Fransız toplumunun bütününü bir ağ gibi saran ve bütün gözeneklerini kapatan dehşete düşürücü asalak bir bünye” olarak tanımlar. Bu yapıların 18. Yüzyıl mutlak monarşisi altında ortaya çıktığının altını çizerek, Fransız burjuvazisinin bu bürokratik-askeri devlet biçimini ele geçirip mükemmelleştirdiğini ve kapitalist amaçlara uyarladığını iddia eder.
E, peki devlet tarafından yürütülen kamu işleri –okullar, üniversiteler, köprüler, kamuya ait demir yolları– ne olacak? Marx bunları ilerleme olarak görmüş müdür acaba? Tam aksine, Marx, bütün bu kamu işlerinin insanlığın ortak çıkarlarından ayrıştırılarak biçimlendirildiğini – devlet bürokrasisine teslim edilerek halktan yabancılaştırıldıklarını– öne sürer. Sonuç olarak, “bir köprüden, okul binasından, bir köyün ortak mülklerinden demiryollarına, ulusal servete ve Fransa’nın ulusal üniversitelerine kadar, bütün ortak çıkarlar toplumdan keskin bir biçimde ayrıştırılmış, daha yüksek genel bir çıkara dönüştürülmüş, toplumun üyelerinin faaliyetlerinden koparılmış ve devlet faaliyetlerinin bir nesnesi haline getirilmiştir.”
Bu “kamu” hizmetlerini ve teşebbüslerini romantikleştirmek yerine, Marx onların yabancılaşmış formlarını sert bir şekilde eleştirir. Devletin bu çalışmaları “toplumun üyelerinin ellerinden alınmıştır.” Müşterek olarak idare edilen topraklar, okullar ve üniversiteler –demokratik, toplumsal kontrole tabi olan kamu hizmetleri- “insanlığın ortak çıkarlarından” koparılmıştır. Marx burada devlet mülkiyeti ve ortak mülkiyeti birbirlerinden radikal bir biçimde ayırır. Ortak mülkiyet, halka ait ve halk tarafından düzenlenen toplumsal mülkiyeti ifade eder. Öte yandan, modern devlet tarafından yönetilen “kamu” hizmetleri ve teşebbüsleri ise gerçek insan topluluklarının demokratik hayat damarını tıkayan bir bürokrasi tarafından kontrol edilmektedir.
“PARÇALAMAK YERİNE”
Modern hükümetin bürokratik mekanizmalarının yabancılaşmış karakterini analiz ettiği bağlamda, Marx devleti “parçalama” fikrini ortaya atar. 1789’dan beri, “bütün devrimlerin bu makineyi parçalamak yerine mükemmelleştirdiğini” savunur. 1830 ve 1848’deki büyük ayaklanmalarda, bütün taraflar “bu büyük devlet yapısının mülkiyetini” ele geçirmeye çalışmışlardır.
Ancak Marx’ın sosyalizm anlayışı radikal bir biçimde demokratik olduğundan, bir işçi devriminin yalnızca bürokratik devletin “mülkiyetinin” ele geçirilmesi amaçlandığında başarılı olamayacağını biliyordu. Böyle bir devletin anti-demokratik yapıları –eğer askeri yapılar bunu daha önce yapmazsa- toplumsal ve siyasal hayatı radikal bir şekilde demokratikleştirme çabalarının kuyusunu kazacaktır. İşte bu yüzden modern devletin bürokratik ve askeri yapılarının tasfiye edilmesi, ilga edilmesi ve “parçalanması” gerekliydi.
Burada iki nokta daha eklememe izin verin. İlk olarak, yakında yapacağım bir paylaşımda açıklayacağım gibi, Marx’ın “parçalama” metaforu diyalektik olarak okunmalıdır. Bu metafor, içinde yıkıma yönelik nihilist bir öfkeden hiçbir şey barındırmaz. Aksine, “parçalanması” gereken, toplumsal hayatın demokratik ve komünal bir biçiminin inşa edilmesine içkin engellerdir. Marx burada, siyasal devletin sönümlenişine yol açacak radikal demokratikleşmenin önündeki bürokratik ve askeri engellerin tasfiyesini tahayyül etmektedir.
İkinci olarak, Marx’ın On Sekiz Brumaire’de böyle bir parçalanma veya tasfiye için açık bir program ortaya koymadığı kesinlikle doğrudur. Ancak Fransız işçilerin 1871’deki ayaklanması ve onların yeni bir Paris Komünü oluşturmalarının ışığında, Marx bir işçi devletinin temel ilkelerinin ana hatlarını belirlemeye başlar. Yalnız Komün deneyiminden neredeyse yirmi yıl önce, modern devleti “toplumun üyelerinin faaliyetlerini” baltalayan ve “halkın ortak çıkarlarını” bastıran boğucu, bürokratik bir yapı olarak tanımlamıştır. Bunu yaparken, halkın demokratik öz-faaliyetine dayanan sosyalist müştereklerin inşasını, devrimci sosyalizmin siyasal projesinin temeline yerleştirdi.
————————–
(*) Kaynak: http://ppesydney.net/thoughts-on-marxism-and-the-state-part-3/
(**) Houston Üniversitesi, Tarih Bölümü.
(***) Mülkiye Eğitim Merkezi Çeviri Çalışma Grubu.