İzzettin Hoca (Önder), geçirdiği bir rahatsızlık sonucu hastaneye kaldırılmış ve anlaşılan o ki, bir kalp ameliyatı olacak…
“Geçmiş olsun” demenin çeşitleri yolları vardır: Telefon edersiziniz, mesaj atarsınız, ziyarete giderseniz vb. İzin verirseniz benimki böyle olsun…
* * *
İzzettin Hoca, Türkiye’de Marksist iktisadı en iyi bilenlerden biridir.
Yüz yüze ve omuz omuza tanışıklığımız, 90’lı yılların ortasıdır.
“Tabula rasa”yı “beyaz sayfa” sanan, Türkçeyi İngilizceden çevirerek konuşan hanımefendinin başbakanlık günlerine rastlar -ki, Boğaziçi Üniversitesi’nden oda komşusudur-.
Seçimlerden önce ANAP’tan transfer edilerek, 1991’de “iki anahtar” vaadinin mucidi sayılan hanımefendinin, Demirel’in Köşk’e çıkmasıyla DYP’nin başına geçtiği, 1992’de “Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı” iken ABD’de kolunun altına sıkıştırılan Dünya Bankası “talimatları”nı, “biz, seçimden önce ekonomik kararlar alacak kadar aptal mıyız” deyip, 5 Nisan 1994’e sakladığı ve koalisyon ortağı Karayalçın’ın “bu kararları biz aldık” sandığı özelleştirme pakedinin açıklanmasından sonraki günler…
Şimdi tarih olan KİGEM (Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi), Mart 1994’te kuruldu, ardından 5 Nisan kararları açıklandı. Sonra KİGEM vakfa dönüştü ve bir de İstanbul ayağı kuruldu.
Ev sahibi Petrol-İş’ti. İstanbul’dan sorumlu devlet bakanı ise, İzzettin Önder.
KİGEM, her ay bir İstanbul toplantısı yaptı. O toplantılar, ilerideki yazıların konusu, KİGEM de…
İzzettin Hoca ile omuzdaşlığımız o özelleştirmeye karşı İstanbul KİGEM toplantılarında başladı.
Ankara’da buluşup falan yerde özelleştirmenin ne menem bir şey olduğunu anlatmak için koyulduğumuz yolların tanığı, o otobüsler ve o asfaltların kesik, beyaz çizgileri… Yağmurlar, sisler ve dahi karlar…
Bu “güzel ve yalnız ülke”nin kaçta kaçını birlikte gezdiğimizi, kaç yerde kaç yüzlerce işçiye eğitim verdiğimizi, kaç toplantıda konuştuğumuzu -eşeklik işte- bir yere kaydetmemişim.
* * *
İnsan gençken, herşeyi bilirim sanıyor, bir yaşa geldikten sonra bilmediği ne kadar çok şey olduğunu ve bunları öğrenmeye ömrünün yetmeyebileceğini öğreniyor ve esas ondan sonra öğrenmenin keyfine varıyor. O “cahiliye” döneminden sonra öğrenmek, her an ve her yerde yapılan hiç bitmeyen bir direniştir.
O yolculukların her biri cahiliyeye karşı bir direnişti ve “hoca”, İzzettin Önder’di.
Şu anda İzzettin Hoca yanımdaki koltukta konuşuyor ve ben gözüm bir yandan yolun çizgilerinde, kulağım onda, öğreniyor, öğreniyor, öğreniyorum…
* * *
Hayatta doğru şeyler yapmanın bir bedeli vardır. Bilirsiniz, öder, geçersiniz.
İzzettin Hoca’ya en çok borçlu olanlardan biri –tıpkı Korkut Boratav’a olduğu gibi- Cumhuriyet gazetesidir. TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi sırasında Petrol-İş iptal davası açmış ve ardından da özelleştirmeye karşı bir kampanya başlatmıştı. İzzettin Hoca, bu kampanyayı Cumhuriyet’teki köşesine taşıdığı ve Korkut Hoca da kampanyayı desteklediği için Cumhuriyet’ten uzaklaştırıldılar. Cumhuriyet gazetesi tarihinin kara sayfalarından biridir. Garip olan odur ki, idare mahkemesi o satışı, hukuka aykırı olduğu için iptal etmiştir (Oradaki “yerli sermaye/yabancı sermaye”, “yeşil sermaye/laik sermaye” tartışmasına belki bir ara değiniriz.).
* * *
Sonuç şu: Minik dev adam… Kendine dikkat et! Daha gideceğimiz çok yol, öğreneceğimiz çok şey, eğiteceğimiz çok işçi, engelleyeceğimiz çok özelleştirme var.
Yurdun dört bir yanından on binlerce işçi sana “geçmiş olsun” dedi ve selam söyledi. Üstümde kalmasın…