İsmail Hakkı Karakelle
17 Eylül 2017 Pazar günü, Mars’ta, pardon Davutoğlan/Nallıhan Kuş Cenneti bölgesinde, cehennem sıcağı altında yürüdük.
Yürüyüş öncesinde Çayırhan’da Juliopolis antik kentini gezdik. Daha doğrusu kent büyük ölçüde Sarıyar barajı suları altında kalmış, biz daha çok Juliopolislilerin mezarlarını gördük. Bir arkadaşımız fark etti; mezarlar, çoğunlukla zenginlere aitmiş. Anlayacağınız, o zamanda da fakir fukara, garip guraba yatacak yer bulamıyormuş. Bu arada, antik kenti Kleon isimli bir haydudun kurduğunu ve kellesini garantiye alabilmek için kentin adını Julio Sezar’ın şehri anlamına gelmek üzere Juliopolis olarak değiştirdiğini öğreniyoruz. Kıssadan hisse, yerel haydut en büyük hayduda boğun eğerek haydutluğuna devam edebiliyor!
Juliopolis’in ardından Kuş Cenneti Gözlem Evi’ne geldik. Bilgi verecek kuş uzmanı gelmemişti (bu görevliyi yürüyüşten döndüğümüzde gördük, ama artık bizde kuş dinleyecek hal kalmamıştı!) O nedenle kuşları seyretmekle ve fotoğraf çekmekle yetindik. Hemen ardından zaman kaybetmeden yürüyüş bölgesine yöneldik. Midye kabuğu biçiminde ilginç jeolojik yapılanmaların üzerinde yürüyüşümüze başladık. Saat ilerledikçe parkur dikleşiyor, güneş yükseliyordu. Ahali “Yandım Allah su” diye inliyordu. Yazdıklarımın tarihi Türk filmlerinin ya da ucuz Türk romanlarının girişlerine benzediğinin farkındayım. Ancak gerçek o kadar apaçıktı ki, anlatırken herhangi bir süsleme ögesi katamıyorum. Yanıyorduk, işin özeti buydu. Yürüyüş kolunun arka sıralarından “Başlayacağız sizin ilginç jeolojik yapılanmalarınızdan”, “Bu nasıl parkur kardeşim, Allah için bir ahlat dalı da olmaz mı” sızlanmaları başlamıştı ki, rüzgarlı bir yer bulup öğlen molasını verdik. Azıklar yenilip sular içilince yüzler hafiften de olsa gülmeye başladı. Fırsat bu fırsattır deyip, oldukça dik bir yardan, epeyce bir zahmetle ve gerçekten örnek bir yardımlaşmayla düze indik. Bundan sonrası, Vecihi Kaptan serabına doğru, kalan son enerjilerimizi harekete geçirerek koşar adımlarla, bozguna uğramış ordu dağınıklığında gitmekten ibaretti. Gördüğümüz serap değilmiş, nispeten serinliğini koruyan sularla Vecihi Kaptan bizi bekliyordu.
Sarıyar barajı üzerindeki bir saatlik tekne turu yorgunluğumuzu aldı. Pek güzeldi. Benim için ayrıca güzeldi. Arkadaşlar, gerçek bir sürpriz yaparak doğum günümü kutlamak için tekneye pasta getirmişler. Bendenizi çocuklar gibi şımarttılar. 60’lı yaşlara başlamanın hüznünü, mutluluk seline dönüştürdüler, eksik olmasınlar…
Keyifli dakikalar bitmemişti. Dönüş yolunda, Beypazarı’nda, Bağevi isimli yerde, soğuk içeceklerimizi yudumlayıp lezzetli yöresel yemekleri yerken günün güzelliği zirveye çıktı.
Evet, yaklaşık 40 derece sıcağın altında, en küçük bir gölgeliğin olmadığı bir alanda yapılan yürüyüş yorucuydu. Ancak, özellikle bölgenin görünümü dikkate alındığında böylesi bir deneyimi başka nerede yaşayabilirdik, bilmiyorum. Ankara’ya yorgun ve mutlu döndük…
(Fotoğraflar: İlkay Ulusoy)