MHP kendisini bilenleri yine şaşırtmadı.
Yıllardır ‘bir şeye karşı olmak’ dışında tek şey söylememiş, memleketin geleceğine dair derli toplu bir ‘söz’ü olmayan ve ‘aynı yerde’ durduğu varsayıldığı için takdir edilebilen MHP, vekillerinin ‘geçersiz oy’ vermesiyle AKP’li İsmet Yılmaz’ın TBMM başkanı seçilmesini sağladı.
Daha önce defalarca AKP’ye koltuk değneği olmuştu. Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinde de, 4+4+4 gibi laikliğin altını oyan yasaların kabul süreçlerinde de ‘desteğini’ esirgememişti MHP.
Makas daralmış görünüyor
Çok benzer siyasal ve toplumsal kültürden besleniyorlar. Siyasal İslamcılar ile ülkücü hareket arasında önemli tarihsel, düşünsel farklar var hiç kuşkusuz. Buna mukabil ortak ve yakın nitelikleri de hiç az değil.
Bugün gelinen noktada, o ortak niteliklerin de katkısıyla AKP’nin yeni versiyonu ile Bahçeli MHP’si arasındaki makas hayli daralmış görünüyor. Tabii ki kapanmadı, buna mukabil daraldı.
Nitekim anketlerde MHP ve AKP seçmeninin, bu iki partinin koalisyonunu talep etmeleri, havuz dalkavuklarının seçim sonrası başladıkları MHP ve Bahçeli övgüsü, Bahçeli’nin AKP ile koalisyon konusunda takındığı taze gelin pozları vs. gibi gerçekler de söz konusu yakınlaşmanın göstergeleri.
Malum, ağaç yaşken eğiliyor. Zamanın Milli Görüş ve 1960’ların 70’lerin Talebe Birliği mensupları ile solcu öğrenci boğazlayanların mirasına sıkı sıkıya sahip çıkan ülkücü ‘ağabeyler’ arasındaki yakınlaşma, son derece olağan.
Ortak nokta diyoruz ya; işte hiç uzatmadan ‘Necip Fazıl’ dersek, yeterli olur sanırım. Halihazırda siyasal İslam’ı temsil eden parti yöneticileri ve Reis’in dilinden düşürmediği Necip Fazıl. Ne diyordu solcu düşmanı ve antisemit Kısakürek: Kalbimi ve aklımı hep sağ koluma verdim, görevi olmasaydı sol kolumu keserdim. Erdoğan ve Bahçeli, pek sevmez mi bu sözleri?
MHP’nin sicili
2002 seçimlerinde hezimet yaşayan MHP, 1999 koalisyonunun parçasıydı. ANAP ve DSP ile birlikte kurduğu üçlü koalisyon AB yolunda son derece yaşamsal bazı yasal ve hayli kapsamlı anayasa değişikliklerini gerçekleştirdi.
Bahçeli’nin içinde yer aldığı koalisyon, MHP her ne kadar Genel Kurul’da aksi yönde oy kullanmış olsa da, ölüm cezasını kaldırdı. Öcalan yakalandıktan yalnızca iki yıl sonra üstelik.
Devletin genel siyaseti, o siyasetin yönü ve dönemsel zorunluluklar, hiç umulmadık insan ve kurumlara şaşkınlık verici işler yaptırabiliyor. Sonuç olarak MHP, o ilerici anayasa değişikliklerini yapan koalisyonun ortağıydı.
Deprem, banka hortumlamaları, ekonomik kriz vs. derken, 2002 seçimlerinde hükümet yerle bir oldu. Partiler yüksek oylarla baraj altında kalınca, Türkiye AKP iktidarıyla tanışıverdi. Kırcı’ların, Çatlı’ların, Çiftçi’lerin ve daha nicelerinin mirasının üzerinde oturan MHP ve Bahçeli’nin ‘artık çok değiştiği’ propagandasıyla merkez basının MHP’ye mütemadiyen gerdan kırma aşamasına geçişi, bu dönemin mahsulüydü.
MHP ‘siyasal krizler’ yılı denilebilecek 2007’deki seçimde barajı geçti ve ilk icraat olarak Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını sağladı. Bu tavır, 367 rezaletinin ardından belki kabul edilebilirdi. Ancak MHP sonraki ‘gerici’ girişimlere de katkı sunmayı ihmal etmedi. Geçtiğimiz yıllar içinde tavrını pek değiştirmedi.
Kürt sorunu, çözüm süreci olmasa yurttaşa ne diyeceği; temcit pilavı gibi, dönüp dolaşıp milliyetçiliği kaşımak dışında bir parti siyaseti sunup sunmadığı meçhul. Bir seçim öncesi kaç kişi MHP beyannamesini okuyordur? Ya da parti programı üzerine anlamlı bir şeyler yazılıp çizildiğine tanık oldunuz mu? Buna mukabil Bahçeli, yıllardır ülkücü hareketi ‘evinde tutma’ becerisi gösterdiği varsayımıyla yere göğe konulamıyor.
Anlamakta zorluk çekiyorum hakikaten. Bu ülkede parti liderlerinin ‘evde tuttukları’ potansiyel saldırgan kitleler mi var? Bahçeli ya da bir diğeri ‘Hadi sokağa çıkın’ dese, caddelerde insanlar mı boğazlayacak? Ne oluyoruz? Türkiye’nin bir hukuk sistemi yok mu? İnsan 2015 Türkiyesine ‘evde zapt edilmeye çalışan milyonlarca potansiyel katilin var olduğu memleket’ muamelesi yapar mı? Olacak iş mi?
Eğer birileri sokağa çıkar ve suç işlerse bu durum, kamu gücünün, kolluk ve yargının sorumluluğundadır. Yurttaş, boğazlanmadığı için parti liderlerine, siyasetçilere şükran mı duymalı? Aynı ifadelerin İngiltere’de sarf edildiğini bir düşünsenize. Örneğin herkesin Cameron’a, ‘Çok mübarek adam, kitlesini sokağa bırakmıyor’ diyerek müteşekkir olduğunu! Tımarhaneye atarlar insanı.
Mesele şu ki demokratik devlette herhangi bir parti yönetiminin seçmen kitlesini şiddetten alıkoyduğu ‘varsayımı’ başlı başına övünç kaynağı olamaz. Nihayetinde mafya babası/çete liderlerinden değil, bir hukuk devletindeki parti genel başkanlarından söz ediyoruz.
Tarihi bir fırsattı
MHP, 7 Haziran’da da Erdoğan karşıtlığı ve bölünme paranoyasından oy aldı. Herhangi bir Batı demokrasisinde Türkiye’deki gibi bir idari yapı olmamasıyla hiç ilgilenmiyor. Böyle bir eğitim dili siyaseti bulunmayışıyla ilgilenmiyor. Yeni anayasa için üç yıl önce oluşturulan komisyona üye verip HDP’yle birlikte çalışılmasının ardından bugün sergilenen tavırdaki tutarsızlıkla ilgilenmiyor. Demirtaş’ın son derece uygar ve uzlaşmacı,‘masaya davet eden’ tavrıyla ilgilenmiyor. Türkiye’nin bu kafayla yönetilebileceğini umuyor belli ki ya da daha açıkçası, aslında Türkiye’nin nasıl yönetilmesi gerektiğiyle de ilgilenmiyor.
CHP’nin teklifini kabul etse ve kısa dönemli, başı sonu belli bir ‘şartlı koalisyon’a evet deseydi (ki HDP de böylesine meyyaldi), anti demokratik yasaların hızla değiştirilmesine ortak olabilirdi MHP. Bu koalisyon, kararlaştırılan süre sonunda dağılır ve herkes kendi yoluna bakardı. Tarihi bir fırsattı.
Buna mukabil iki üç yıldır hararetle eleştirdiği o yasalar da aslında umurunda değil Bahçeli’nin. Halihazırdaki sistemin demokratikleşmesiyle, bu hedefin ‘kendisiyle’ ilgilenmiyor MHP. Her salı TBMM’de bağırıp çağırmanın yeterli olduğunu düşünüyorlar belki de. Bana kalırsa, onlar da kendi seçmenini fazlasıyla küçümsüyor.
Her neyse, MHP ve memleketin diğer tosunları, askerliğini Ziraat Bankası’nda yapıp sokaklarda ‘Vatan bölünmez’ naraları atanlar, nicedir imar planı değişikliği peşinde koşan reisler, ne kadar yüksek sesle bağırırsa bağırsın, ne denli hararetle tepinirse tepinsin Türkiye’nin Batılılaşma macerasının yönünü değiştirecek güce ve yeteneğe sahip değil. Ancak acı çektirme, başı sonu belli işleri sündürme, baş ağrısı verme ve memleketi ele güne mahcup etme potansiyelleri var.
Fazla yaşama şansı olmayacağı da sürpriz değil
Haliyle akla dayalı çözümleri olan her sorunu, yurttaş için eziyet haline dönüştürmeyi başarabilirler. Tabii yalnızca bir süre. Uluslararası ilişkiler, konjonktür, sermaye ve tatilini İtalya’da geçirmek isteyen sıradan yurttaş, partilerin/siyasi hareketlerin uzun süre zırvalamasına izin vermiyor.
6 milyon oy alan HDP’yi ‘Yok sayıyorum’ mucizesinin sahibi bir siyasetçi ve partisi, aklın ve 2015’in gereklerine ne kadar direnebilir, bilinmez. Böyle bir zihniyet AKP’yle koalisyon kurar mı, onu da yakında görürüz. Eğer kurarsa, fazla yaşama şansı olmayacağı da sürpriz değil. Ancak Necip Fazıl ile Nihal Atsız’ın ittifakını düşününce, sağlıklı bir insanın ürpermemesi de pek mümkün olmuyor. Hakikaten, evlat olsa sevilmezler!
Sivas’ta arkadaşları dinci faşistlerce yakılan, kendisi ölümden dönen ve bugün aramızda olmayan büyük yazar Azizi Nesin’in klasik olmuş bir öyküsünde dediği gibi, “Du bakali n’olecak?”
(diken.com.tr’den alınmıştır.)