NURETTİN ÖZTATAR
2014 yılı, tarihimiz en hareketli yollarından biri oldu. En azından böyle bir görüntü var. Cumhurbaşkanlığı seçiminden yerel seçimlere, Berkin Elvan’ın aylarca süren direnişinin ardından yaşamını yitirmesinden önceki yıldan kalan yolsuzluk operasyonlarının sonuçlarına kadar, her biri sistemin doğa dışı işleyişini gösteren pek çok örnek yaşandı. Bütün bunların dışında bir olay var ki, sistemin gerçek yüzünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Soma’da 301 işçinin birden öldürülmesinde bahsediyoruz. Tarihimizin en kanlı katliamlarından biri olarak nitelendirilebilecek bu “iş kazası”, benzer olayların yarın da yaşanacağını gösteren göstermelik tepkilerle karşılandı.
Bütün dünyada ölümlü iş kazaları azalırken, hatta Avrupa ve ABD’de 0’a yaklaşmışken, Türkiye’de hala her gün en az beş işçinin ölmesi “fıtratla”, işin “doğasıyla” açıklanmaya çalışıldı.
Bu soruna ve kaynaklarına değinmeden kısaca yaşanan diğer gelişmelere ve sonuçlarına bakmakta yarar var.
İKTİDAR KAVGALARI
17 ve 25 Aralık 2013’te düzenlenen “rüşvet ve yolsuzluk” operasyonları, Cumhuriyet tarihinin sonuçları bakımından en çarpıcı olaylarından biri oldu. Toplumun büyük bir kısmının iddiaların gerçek olduğundan en küçük bir kuşkusu olmamasına rağmen, olay “bir seferberlik hali” oluşturularak kapatıldı. Hatta darbe girişimi olarak nitelendirildi. Ancak asıl çarpıcı olan, bütün iddiaların merkezinde olan kişi, 10 Ağustos 2014’te ilk kez yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde, birinci turda seçildi. Akıllara, Aziz Nesin öykülerini getiren bu sonucun çok da güldüren etkiler yarattığını söylemek güç. Seçmenler, anlaşılmaz bir biçimde aynı kişinin kendilerini yönetmesine razı oldular.
16 Haziran 2013 Gezi eylemlerinin giderek radikalleştiği bir tarih olarak hatırlanabilir ancak bu tarihin siyaseti de etkileyen yönü bir çocuğun, Berkin Elvan’ın, ekmek almaya giderken polis tarafında vurulmasıydı. Aylarca direnen (269 gün) Berkin,11 Mart 2014’te yaşamını yitirdi. Yüz binlerce kişi katıldı cenazesine. Ama, birkaç ay sonra cumhurbaşkanı olacak kişi, ısrarla Berkin’in terörist olduğunu savundu. Onu söylediklerini emir telakki edenler ise işi daha da abartarak, tıpkı Hrant Dink’in öldürülmesinde takındıkları tavra benzer şekilde, meseleyi iktidarın ihtiyaçları üzerinden değerlendirdiler. Ancak, ölüme geçmişten beri duyarlı bir toplum olduğumuz halde, Berkin’in öldürülmesi ve sonrasında söylenenler, yine toplumun büyük bir çoğunluğunu pek de rahatsız etmedi.
10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi de bunu en önemli kanıtlarından biri oldu. TBMM’de temsil edilen iki muhalefet partisinin bugün seçmenlerin büyük çoğunluğunun adını bile hatırlamadığı bir aday çıkarması, seçimin en ilginç yanlarından biriydi. Sonuçta, yaklaşık yüzde 52 oy alan AKP’nin adayı seçimi kazandı. Seçimin bu şekilde sonuçlanmasının hemen ardından, 2013’ten kalan hesaplar için hazırlıklar yapılmaya başlandı. Kamu yönetiminde, kadrolarda köklü değişiklikler yapıldı. Yargı ve emniyette 17-25 Aralık operasyonunun yürüttüğü öne sürülenlere yönelik bir tasfiye hareketi başlatıldı. Fiili bir başkanlık sistemine, Anayasa’ya rağmen, geçildi.
Yine geçtiğimiz yılın en önemli gelişmelerinden biri IŞİD’’in Ortadoğu’nun bir aktörü haline gelmesi oldu. Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın ve tabii ki ABD’nin destekleriyle palazlanan şeriatçı güçler, bölgenin anti demokratik-baskıcı yönetimlerinin hatalarından da yararlanarak, Irak ve Suriye’de İngiltere büyüklüğünde bir alanı kontrol etmeyi başarabildi. Kendi din ve mezheplerinden olmayan herkesi katleden bu dinci gruplar, Irak’ın en büyük kentlerinden olan Musul’u bile, hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi. Sonradan İslam Devleti (İD) adını alan IŞİD’in bu ilerleyişi, uluslar arası bir planın bir parçası olarak Suriye Kürtlerine saldırana kadar devam etti. Ancak Rojava’da yüz binlerin göç etmesine neden olan saldırıyı gerçekleştirenler, bölgede özgürlükçü bir yönetim kurmayı başarabilen Suriye Kürtlerinin direnişine yenildi. Bölgede yaşayanlara dünya genelinde bir sempati duyulmasına neden olan bu direniş, Türkiye’nin dış politikasının yıl içinde tosladığı son duvar oldu.
13 Mayıs 2014. Resmi açıklamalara göre tam 301 işçinin bir anda öldüğü yer. Dönemin Başbakanının “Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok.” diye karşıladığı bir katliam. Başta termik santraller olmak üzere kömür talep edenler için düşük maliyetle, hiçbir kurala uyulmadan yapılan bir üretim faaliyetinin sonucu.
Yıl sonunda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından açıklanan verilere göre 2014’te 1886 işçi yaşamını yitirdi. Günde 5 işçini iş kazarında öldüğü anlamına geliyor bu veri.
Soma Holding şirketlerinden Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen maden ocağında yaşanan bu toplu katliam, hükümetin kurtarma şovları dışında hiçbir şey yapmadığını gösterdi.
Geçen yıl Soma’yla birlikte, inşaat işkolunda 423, maden işkolunda 386, tarım işkolunda 309 işçi yaşamını yitirdi. Trafik/servis kazası nedeniyle 421 işçi, zehirlenme/boğulma nedeniyle 395 işçi ve düşme nedeniyle 298 işçi öldü. Bu işçilerin 54’ü de çocuktu.
DAHA ÇOK DAHA UCUZ KÖMÜR İÇİN
Soma’ya ilişkin TMMOB tarafından yapılan tespitler, bu cinayetlerin organize bir biçimde ve planlanarak işlendiğini gösterdi. Katliamın yaşandığı yerde 2009 yılında 230 bin ton olan üretim 10 kattan fazla artırılarak 2010 yılında 2,6 milyon tona yükseltildiği, 2012 yılında da artışın sürdürülerek 3,8 milyon ton düzeyine kadar ulaştığı ortaya çıktı. TMMOB açıklamasında, şirketin “ne pahasına olursa olsun, maliyeti düşürme ve üretimi kesintisiz sürdürme politikası”nın böyle bir katliama davetiye çıkardığına vurgu yapıldı.
Genelde iş cinayetleri, işçilerin kurallara uymamasıyla açıklanmaya çalışılır. Her derde deva “eğitim şart” önermesi sık sık tekrarlanır. Örneğin en fazla ölümlü kazanın yaşandığı inşaat sektöründe, işçi baret takmadığı için, halat takmadığı için, dikkatli olmadığı için ölür. Patronun işin nasıl yapılacağı ve ne kadar sürede bitirilmesi gerektiğine ilişkin talimatları hiç yokmuş gibi davranılır. Örneğin dış cephe sıvasının iki günde bitirilmesini isteyen bir patron, bu isteğiyle “sakın ha halat malat takmayın, işi yavaşlatır” demiş olmuyor mu? Bu bir ayrıntı olarak hiç dikkate alınmaz.
Yıl sonunda TÜİK tarafından açıklanan katı atık istatistikleri, bu katliamın nedenlerini de ortaya koyuyordu aslında. TÜİK Katı Yakıt İstatistiklerine göre, termik santrallerdeki kömür tüketimi yüzde 30 artmıştı. Katı Yakıt istatistiklerine göre, termik santrallerde Eylül ayında, yüzde 15’i taşkömürü ve kalan bölümü linyit olmak üzere toplam 6,4 milyon ton kömür kullanıldı.
Ama bu kadar açık bir katliam olmasına ve aslında sorumluların da kimler olduğu gün gibi ortada olmasına rağmen, göstermelik birkaç yasal düzenleme dışında bir sonuç doğurmadı bu kaza. Bu katliama neden olanlar, yine aynı koşullarda çalışmaya mahkum bir biçimde para kazanmayı sürdürüyor. Öyle ki katliamın failleri o kadar patavatsızdı ki bu cinayetin yaşandığı ilçeye bağlı bir mahallede, Yırca’da yapılmak istenen bir termik santral nedeniyle 6 binin üzerinde zeytin ağacını kesmekten bile çekinmediler.
Formül basitti. Sermayedarların daha fazla kazanması ancak ve ancak işçilerin daha az kazanarak daha çok çalışmasıyla mümkün olabilir. Bu kutsal amaç için ne işçinic anını nbir değeri vardır ne yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarının.
Zaten her ne yaşıyorsak, bu yüzden değil mi?