Prof. Dr. Tuncer Bulutay
GİRİŞ
Bilindiği gibi 16 Nisan 2017’de referandumun amacı cumhurbaşkanlığı sistemini oluşturmak, parlamenter rejimden tek kişi yönetimine geçmektir. Ben bu kısa yazıda bu değişikliğin önemli bulduğum yanlarını değerlendirmeye çalışacağım.
Yazıya, bu iki sistemin etkinliği, büyüme gücü hakkında İngiltere’de York Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Gülçin Özkan’ın bir çalışmasının temel bir bulgusunu aktarmakla başlıyorum. Çalışmada, Dünya’da tek yönetici sistemine sahip ülkelerle parlamenter sistemle yönetilen ülkeler karşılaştırılıyor. Araştırma, parlamenter sistemin çok daha yüksek etkinlik, büyüme sağladığı bulgusuna ulaşıyor.
Bu konuda bir tartışmaya da dikkat çekmek istiyorum. Ona geçmeden benim bu konudaki görüşümün temel ilkelerini belirtiyorum: Bence toplumsal yaşamda kişi özgürlüğü, çeşitlilik, farklılık, çoğulculuk içinde yaşamak çok önemlidir. Hem bireyler hem toplum bu farklılıklara karşı geniş bir hoşgörüye sahip olmalıdır. Gerçek bir demokrasi ancak böyle bir ortamda oluşur, çoğunluğun egemenliği tek başına gerçek demokrasiyi sağlayamaz.
Akademik çalışmalarda demokratik haklardan bir ölçüde ve belirli bir süreyle vazgeçilme yaklaşımı tartışılmaktadır. Son günlerde bu konuda Meral Uğur Çınar’ın (2017) bir yazısını gördüm. Bu yazıda Çınar şu öz bulguya ulaşmaktadır: “…Aslında demokrasi ve ekonomik gelişmenin birbirine zıt kavramlar olmayıp gerçekte birbirlerini destekledikleri verilerle ortaya konulmaktadır.” (özet, s.47) Yazıda başka yararlı bulgulara da varılmaktadır.
Bu tartışmalarda şöyle bir görüş vardır: Terör gibi bazı tehlikeli, çok zararlı durumlarda güvenliğin sağlanabilmesi için bazı demokratik haklardan vazgeçilebilir. Aynı mantık iktisadi gelişmeyi sağlayabilmek konusunda da geçerlidir. Böylece demokratik ülkeler güvenliği sağlayabilmek, iktisadi gelişmeyi gerçekleştirebilmek için bir süre bazı haklardan yoksun kalabilirler. Bence yukarıdaki makalede (Çınar, 2017) bu yaklaşımın sakıncalı olduğu sonucuna varılıyor. Ben de bu görüşe katılıyorum.
Ama Dünya’da güvenlik ve iktisadi etkinlik gerekçesiyle tek kişi yönetimine, otoriter yönetime geçme girişimleri olmuştur, bugün de olmaktadır. Trump yönetiminin de böyle bir eğilimi olduğu söylenebilir.
Bilindiği gibi son zamanlarda Türkiye’de siyasal iktidar tarafından böyle bir otoriter sisteme geçme istemi ortaya çıkmıştır. 15 Temmuz’da Fetö’cü darbe hareketi yapılmıştır. Darbe girişiminin olmasına çok üzülmüş, darbeni başarısız olmasına çok sevinmiştim.
Bu darbenin sonuçlarıyla başa çıkabilmek için OHAL sistemine geçilmiştir. Ama OHAL süresi uzatılmış, daha da önemlisi bu sistemi sürekli kılan bir referanduma başvurulmuştur. Sonuçlarıyla, oylarıyla bu referandum bu yazının konusudur. Yazımın temel nedeni “hayır” oylarının yüksekliğidir. Bu yüksek oyların Türkiye’nin çağdaş parlamenter sistemi benimsediğini ya da kısa sürede benimseyeceğini gösterdiğini düşünerek sevindim.
Böylece ben bu konuyu incelemeye Türkiye genelinde “hayır” oylarının dağılımına bakarak başladım. “Evet” ve “hayır” oylarının üstün olduğu bir haritaya baktım. Bu haritada “hayır” oylarının üstün olduğu iller Güney Anadolu deniz kıyılarında, Ege’de, Trakya’da (Yalova dahil) yer alıyordu. İç Anadolu’da (Ankara, Eskişehir hariç), Karadeniz’de (Zonguldak, Artvin, Ardahan hariç), Doğu Anadolu’da (Tunceli hariç) “evet” oyları üstündü.
İstanbul, Ankara, İzmir’de “hayır” oyları daha fazla idi. Bu üç büyük ilde, “hayır” oylarının üstünlüğü, Bursa ili hariç, Mersin, Adana, Hatay, Antalya gibi büyük nüfuslu illerde de devam ediyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan yardımcısı Erdal Aksünger’in çalışmasına göre, “Yurt içi oylar üzerinden Türkiye genelindeki seçmenin yüzde 61,7’sine karşılık gelen 33 ilde “hayır” oyu, seçmenin yüzde 38,3’üne karşılık gelen 48 ilde “evet” oyu önde çıktı. İlçeler üzerinden değerlendirildiğinde, toplam seçmenin yüzde 46,3’üne karşılık gelen 326 ilçede “hayır”, seçmenin yüzde 53,7’sine karşılık gelen 644 ilçede “evet” oyu önde çıktı.” (Hürriyet Gazetesi, 30 Nisan 2017:18)
Burada referandumda “hayır” oylarının iller düzeyinde paylaşımını da özetle açıklamak istiyorum.
Bu “hayır” oylarını Hürriyet Gazetesi (17 Nisan 2017: s.18) tablosuna dayanarak düşükten yükseğe doğru sıralayınca üç durum ortaya çıkıyor. En düşük “hayır” oyu oranı yüzde 18,30 ile Bayburt ilinde bulunuyor. Bazı illerde bu oran şu yüzdelerle yer alıyor: Rize (24,45), Aksaray (24,51), Gümüşhane (24,84), Erzurum (25,52), Yozgat (25,73), Çankırı (26,65), Bingöl (27,43), Elazığ (28,21), Sivas (28,72), Şanlıurfa (29,18), Düzce (29,44), Kütahya (29,69). “Hayır” oylarının yüzde 30’larda bulunduğu il sayısı 20, “hayır” oylarının yüzde 40’larda bulunduğu il sayısı 15 olduğu halde, yüzde 50’den fazla “hayır” oyuna sahip illerin sayısı 33’ü buluyor. Böylece, “hayır” oylarının yüzde 40’ı aştığı il sayısı 48, yüzde 50’yi geçen il sayısı 33 oluyor.
En yüksek “hayır” oranları sırasıyla Tunceli (80,41), Şırnak (71,70), Kırklareli (71,73), Edirne (70,49) illerinde görülüyor. Yurt dışı “hayır” oyları oranı yüzde 40,80. Toplam “hayır” oylarının payı ise yüzde 48,59.
Bence “hayır” ve “evet” oylarındaki bu ayrışmayı, kutuplaşmayı oluşturan temel etkenler şunlardır:
I) İktisadi etkenler ve gelir, gelişmişlik farkları,
II) Eğitim ve bunu yarattığı orta sınıflar ve bürokrasi
III) İç göçler ve kentleşme
IV) İstihdam ve işsizlik durumu
V) Geleceğe egemen olacak gençlik
VI) Siyasal partiler
(Bu yazı 8 Ocak 2018 tarihinde tamamlanmıştır.)
Yarın: İktisadi Etkenler ve Gelir, Gelişmişlik Farkları