iii) İç Göçler ve Kentleşme
Uzunca bu eğitim kısmından sonra “İç göçler ve kentleşme” kısa kısmına geçiyorum. İç göçler Türkiye’nin normal bir olayıdır. Ben de Trabzon’dan Ankara’ya göç etmiş bir kişiyim. Ama Türkiye 1970 yılı sonrasında istisnai ölçülerde bir kentleşme olayı yaşamıştır. Bu göçler, başka yazı ve konuşmalarımda belirttiğim gibi, Türkiye’nin kentleşme yapısını, görece kısa bir sürede tersine döndürmüştür: 1970 yılında nüfusun yüzde 75’i kırsal yörelerde, yüzde 25’i kentlerde yaşamaktaydı. Bu oranlar 2010 yılında tam tersine dönmüştür, nüfusun yüzde 75’i kentlerde, yüzde 25’i kırsal yerlerde yaşar hale gelmiştir. Bu değişim çok daha küçük ölçüde olmakla birlikte ileriki yıllarda da sürmüştür. İçinde yaşadığımız 2017 yılında kentlerin söz konusu nüfus payının yüzde 92,3’lere çıktığı söylenmektedir. Ama bu dönemde (2010 sonrası) Türkiye’ni kentsel nüfus yapısında yeni yasal düzenlemeler yapılmış olması bu son oranların geçerliliğini sarsmaktadır.
Diğer bir deyişle 1970-2010 döneminde birçok ilde kırsal nüfusun yoğunluğu çok artmıştır. Bir bakıma birçok il geniş ölçüde köylü nüfusu barındırır hale gelmiştir. Bunun bir sonucu da bu illerde referandumda “evet” oyunu artırmak olmuştur. Çünkü bu illerde ortalama eğitim düzeyi azalmıştır.
Göçmenlerin kent ortamına uyarak seçim tercihlerini değiştirmesi uzun süre alır. İlk göçmenlerin kent yaşamına, kentli değer ve niteliklere ulaşmasının uzun zaman aldığı, bu değerlerin ilk göçmenlerce kısa süre içinde benimsenmediği görülmüştür. Oy değişimi için de bu olgular geçerlidir. Genellikle oy değişimi 25-30 yıl almakta, ilk göçmenlerin kendilerinden ziyade çocuklarının oyu değişmektedir.
Burada Türkiye’nin 1970 sonrasında yaşadığı büyük kentleşme olgusunun yarattığı önemli bir sonuca dikkat çekmeliyim. Bu olay Anadolu’da birçok kentin gerekli, yeterli sanayi ve hizmetleri henüz yaratamamış olmasıdır. Diğer bir deyişle bu kentler sanayileşmeden, gerekli hizmetleri yaratamadan kentleşmişler ama yeterince kentlileşememişlerdir.
Kentlileşme kentleşmeden farklı bir olgudur. Kentleşmenin kentlileşmeye dönüşebilmesi için zamanın geçmesine, yeni daha eğitimli genç kuşakların oluşmasına gerek vardır. Buna koşut olarak kentlerin büyümesi, sanayileşmesi, yeterli ölçülerde çeşitlenmesi, farklılaşması, çoğunluklaşması koşulları gerçekleşmelidir. Bu süreçler sonrasında bu kentlerde çeşitlenme, çoğunluklaşma kültürü oluşmalıdır.
Bu koşullar Türkiye için de geçerlidir. Bursa kenti dışında her büyük kentimizde kentlileşme koşulları sağlanmıştır. İzmir’e ek olarak İstanbul ve Ankara’da referandumda “hayır” oyları çoğunluğuna ulaşmışlar, parlamenter demokrasinin otoriter sistemlerden üstün olduğu bilincine varmışlardır.
Göç sonrasında kentlileşme süreci zaman alsa da göçün olumlu temel bir sonucu, kentlerde eğitim düzeyini yükseltiyor olmasıdır. Eğitim olanakları kentlerde, özellikle büyük kentlerde toplanır. Bu olgu Türkiye’nin Köy Enstitüleri deneyimini akla getiriyor. Köy Enstitüleri göçün bu etkisini kaldırabilir, köylerde de yüksek eğitim düzeyine erişilebilir miydi?
Yukarıda ve başka çalışmalarımda bu konu üzerinde durdum. Bazıları bunu gerçekleşemeyecek bir hayal, ütopya olarak gördüler. Diğer bazıları bu okulları köylerde, tarımda var olan derebeylik sistemine bir köklü saldırı olarak algıladılar. Bu görüşteki toprak ağaları bu okulları kapattılar.
Ben Türkiye’ye özgü bu icadın yaşamasını isterdim ve isterim. Belki yalnızca saf bir hayalden ibarettir ama bu okullar eğitimi, reformları, bilimi, sanayiyi, sanatı, kültürü köylere getirebilirdi. Bu konularda benden daha iyimser olanların varlığından da haberim var. Değerli yazar Doğan Hızlan yeni bir yazısında (Bir Ütopyanın Gerçekleşmesi…, Hürriyet Cumartesi, 3 Haziran 2017, s.11) Köy Enstitülerinden yetişmiş, yaşamakta olan bir yazarın (Ahmet Özkan) bu konudaki bir kitabını tanıtıyor.
Bu konular çok boyutlu niteliktedir ve daha çok araştırma gerektirir. Ben burada ilgili iki önemli olguya dikkat çekmekle yetiniyorum.
İlk konu son zamanlarda Dünya’da büyük önem kazanan zorunlu göçtür. ODTÜ Gelişme Dergisi Aralık 2016 nüshasında Ali Berker bu konuda, özetle, şu görüşleri ileri sürüyor: Kendi iradesi dışında evlerini terk edip başka yerde yaşamak zorunda kalan insan sayısının yüksek rakamlara ulaşması 21. Yüzyılın ikinci on yılına damgasını vuran beklenmedik bir gelişmedir. Zorunlu göçü tetikleyen nedenlerin başında bölgesel silahlı çatışmalar, doğal felaketler ve büyük ölçekli kalkınma projeleri gelmektedir. Bu temel nedenlere ek olarak, pek çok kişi kişisel ve ailevi nedenler yüzünden göç etmektedir.
Bu yazı, kişilerin zorunlu göçmen konumu ile refahları arasındaki ilişkiyi araştırmaktadır. Yazıda TÜİK’in 2013 yılında gerçekleştirdiği “Yaşam Memnuniyeti Araştırması (YMA)” verileri kullanılmakta ve regresyon tahminlerine ulaşılmaktadır. (s. 675, 683). Tahminlerin genel sonucu, zorunlu göçmen konumu ile yaşam memnuniyeti düzeyleri arasında nefatif bir bağ olduğuna işaret etmektedir. (s.675)
Yazıda, diğerleri yanında şu tahminlere de varılmaktadır. i) Zorunlu göçün yaşam memnuniyetine olumsuz etkisi erkeklerde daha fazla hissedilmektedir. ii) 18-29 yaş grubu ile kıyaslandığında, 55 yaş üstü grupta bu negatif etki daha büyük bulundu. iii) Zorunlu göçün lise mezunlarının ve liseden az eğitimlilerin yaşam memnuniyetini azalttığı tespit edildi. iv) Bu olumsuz etkinin 18-29 yaşında ve üniversite mezunu olan kadınlarda geçerli olmadığı bulgularına ulaşıldı. v) Zorunlu göçmenlerin kendi sağlık durumlarından, hanehalkı gelirlerinden ve çalıştıkları işlerden daha düşük düzeyde memnun oldukları bulgusuna varıldı. (s.675, 699, 700)
İkinci konu, diğer alanlarda, göç hareketlerinde olduğu gibi, eğitim alanında da olanakların üç büyük ilimizde yoğunlaşmış olmasıdır.
Ben burada, üç büyük ilde eğitim konusundaki durumu yansıtmakla yetiniyorum. T.C. Kalkınma Bakanlığının, 2017 Yılı Programı adlı yayına göre, (s.89) “2015-2016 Eğitim Öğretim Döneminde Yükseköğretimde Örgün Öğrenci, Öğretim Üyesi ve Elemanlarının Dağılımı” şöyledir: Öğrencilerin yüzde 29.07’si, öğretim üyelerinin yüzde 41.5’i, öğretim elemanlarının yüzde 35.1’i en büyük üç ilimizde toplanmıştır. Bu oranlar İstanbul’da şöyledir: Öğrencilerde yüzde 17.2, öğretim üyelerinde yüzde 22.2, öğretim elemanlarında yüzde 17.7. Bu yoğunluğun diğer büyük illerde de görece yüksek olması beklenir. İncelediğimiz referandumda İstanbul ve Ankara illerinde “hayır” oylarının “evet”lerden yüksek çıkmasının bir nedeni de bu durumdur.
Burada göç konusunda diğer iki yazıdan alıntı yapmak da istiyorum: Yazıların birinde (Aytun, 2017) “…Türkiye’de son 5 yılda iç göç alan bölgeler…” üç grafikle gösteriliyor. Bunlardan ilkinde (Grafik 1, s.55) “…Koyu mavi bölgeler olan İstanbul, Ege ve Akdeniz bölgelerinin yoğun iç göç hareketinin hedefi olduğunu söyleyebiliriz” ifadesi yer alıyor. Grafik 2 (s.56) aynı dönemde “…Türkiye’de imalat sanayi sektörü denildiğinde Marmara bölgesinin aktif bir rol üstlendiğini bize gösteriyor.” (s.56) Üçüncü Grafikte ise “İstanbul ile Batı Anadolu’nun yüksek öğrenim seviyesinde, istihdamda yoğunlaştığı görülüyor.” (s.56) Yazının temel bulgusu ilk sayfada (s.53) şöyle ifade ediliyor: Türkiye’de emek piyasası, dünyanın geri kalanında olduğu gibi teknolojik değişim ve küreselleşme etkisi altında, nitelikli emek talebinin ön plana çıktığı gelişmelere sahne olmaktadır.
İkinci yazıda (Eşiyok, 2017) iç ve dış göç hakkında veriler içeren tablolar yer alıyor. Vereceğim ilk tabloda (Tablo 2, s.48) Türkiye’de 2007-2008 ve 2014-2015 yıllarında bölgelerin verdiği net göç kişi sayıları gösteriliyor. Tabloda genel hatlarıyla şu eğilimler var: Göç alan, artı net göçleri olan bölgeler, bekleneceği gibi, İstanbul, Marmara, Ege, Batı Anadolu, Akdeniz’dir. Artı net göç miktarı 2007-2008 yıllarından 2014-2015 yıllarına geçildiğinde yalnızca İstanbul ve Batı Anadolu’da artmış, Marmara, Ege ve Akdeniz’de azalmış. Akdeniz’de azalış, 19449 kişiden yalnızca 159 kişiye düşme şeklinde olmuştur. Diğer bölgelerde (Orta Anadolu, Karadeniz, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu) net göç eksi değerlerde gerçekleşmiş. Bazı bölgelerde zaman içinde (2007-2008’den 2014-2015’e) göç edenlerin miktarı azalmış, bazılarında artmış. En büyük göç ve söz konusu yıllar arası değişim Güneydoğu Anadolu’da, -55783 kişiden -70530’a çıkmak şeklinde yaşanmış.
Aynı yazı ve sayfada (s.48, Tablo 1) uluslar arası göçün toplam nüfusa oranları bulunmaktadır. Veriler 1960 yılı ve sonraki on yıllara ve 2015 yılına aittir. Oran 1960’ta yüzde 2.6 iken, 2015 yılında yüzde 3.3 olmuştur. Oranlar on yıllar boyunca küçük değişmeler şeklinde, inişli çıkışlı bir yol izlemiş ama küçük değerde olsa da tüm dönem sonunda oran artmıştır.
Yarın: İstihdam ve İşsizlik