Okumanın salt görsel bir etkinlik olduğunu söyleyemeyiz. Elimize bir kitabı aldığımızda kağıdın dokusu, mürekkebin kokusu, çevrilen sayfaların sesi bu okuma etkinliğine eşlik eder. Salt görsel bir etkinlik olsaydı muhtemelen bu kadar zevkli olmazdı.
Dokunma ediminin okuma etkinliğinde ne kadar önemli bir yerinin olduğunu bugün çok daha iyi anlayabiliyoruz. Bilgisayardan okuyorsanız fareden ve klavyeden, bir tabletten okuyorsanız ekrandan başka neredeyse hiçbir nesneye dokunmaksızın, en yalın haliyle okumanın olanaklı hale geldiği günümüzde, bir şeylerin eksik olduğunu fark eden sadece biz okurlar değiliz. Elektronik kitabın üreticileri de bu eksikliği gidermenin ya da en azından bu eksiklikleri ikame etmenin yollarını arıyor.
İnsan dahil her türden canlının derisiyle kaplanmış el yazması, ciltli kitaplarla karşılaştırıldığında, yirminci yüzyılın ilk yarısında basılmış kitapların neredeyse birörnekliği şaşırtıcıdır. Metaların kitlesel üretiminin önceden görülmemiş bir boyuta ulaşmasının ve ulus-devletlerin yükselişinin, kültür üzerinde etkisini göstermesinin ürünü olan bu kitaplar, her yurttaşın bilmesi gerekenleri onlara mümkün olduğu kadar standartlaştırılmış bir tarzda sunma çabasının ürünüdür. Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı’nın yayınları -hem içerik hem de biçim olarak- bu standartlaştırma ve maliyet kaygılarının tek örneği değildir. İngiltere’de aynı dönemde basılmış Everyman’s Library dizisi de aynı özellikleri taşır. Hatta MEB klasiklerinin İş Bankası Yayınları tarafından “Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi” adı altında yapılan yeni baskıları da bu birörnekliği sürdürür.
Yazılı kültürün zenginliğinin böylesine standartlaştırılmış bir sunumuyla elektronik kitaplar arasında bir dizi benzerlik görmek mümkün. Neyse ki sonraki yıllarda bu birörnekleştirme aşıldı ve kitaplar, içeriğinin zenginliğine koşut bir biçime kavuştu. Bu nedenle ileriki yıllarda elektronik kitapları biçimsel olarak zenginleştirmenin yollarının bulunabileceğini öngörebiliriz. MEB klasikleri örneği üzerinden bir noktaya daha vurgu yapmak gerekir: zaman içinde bu beyaz karton zemin üzerine, siyah karakterlerle basılmış bu kitaplar benzersiz bir koku edindi ve böylece de önceden sahip olmadığı bir boyut edindi.
Görsellik boyutu da sadece tarih boyunca üzerinde oydaşılmış, harf olarak adlandırılan bir takım işaretlerle hiçbir zaman sınırlı kalmadı. Kitapların basılmasının beraberinde getirdiği standartlaştırma, harflerin dışında kalan görsel malzemeyle aşıldı. Görsellik yanı güçlenirken kitabın içerik boyutu zaman zaman gerilemedi değil. Kitap formatında bir reklamdan başka bir şey olmayan birçok “prestij kitap” üretildi ve üretilmeye de devam ediyor. Bu sorunu aşmak için kapitalizmi yıkmaktan başka elimizden bir şey gelmez.
Kitap her ne kadar kitlesel üretim sayesinde satın almak isteyen herkesin ulaşabileceği bir nesneye dönüşse de diğer metalardan onu ayırt eden bir başka niteliği daha bulunmaktadır: bireyselleştirilebilir olması. Elbette satın aldığınız bir otomobili de modifiye ederek kendinizin kılabilirsiniz ama bu hiçbir zaman bir kitabın ulaşabileceği boyuta erişemez ve kitabı koleksiyoncular için benzersiz kılan da kitabın bu niteliğidir. Yazara imzalatabilirsiniz, kendiniz imzalayabilirsiniz, adınızı ve hatta diploma numaranızı da içeren damganızı vurabilirsiniz, kenarlarına notlar alabilirsiniz, hırsıza karşı paranızı içinde gizleyebilirsiniz, aileniz görmesin diye sevdiğinizin resmini de saklayabilirsiniz, (sokakta elinize verilen bildirileri devletten kaçırmak için de kitap iyi bir zuladır) boş sayfalarına şiirlerinizi ya da makalelerinizi yazabilirsiniz… Kısacası, ikinci el kitap benzersiz kılınmış bir üründür. Kitap eleştirilerinin yanı sıra, zaman zaman kitabın içinden çıkanları da sizinle paylaşacağız.
Kitabın, okumanın ve matbaanın tarihi üzerine ne yazık ki yeterince çalışma yayınlanmış değil. Ayşe Hür’ün matbaanın tarihi üzerine makalesine bakılabilir.
Müslüman, Hıristiyan, Yahudi olmayanlar “ahlaksız köpekler” midir?
Dünyada sergiledikleri ahlaklı davranışların ödülü olarak cennete gidecekler olan sadece dinî inanç sahipleri midir? Bir başka şekilde ifade edecek olursak, din, ahlakın tek kaynağı mıdır? Laiklik ilkesinin sürekli aşındırıldığı ve hümanist değerlerin dinî bir bakış açısından sorgulandığı günümüzde bu tür sorular, “sakız çiğnemek orucu bozar mı?” sorusu kadar yaygınlaşmış görünüyor. Tartışma işin teolojik boyutunda yoğunlaşır: Müslüman, Hıristiyan, Yahudi olmayanlar, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt edecek nirengi noktalarına sahip değildir; bu nedenle de ancak bir köpek kadar (içgüdüsel) ahlaka sahip olabilirler ve siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun cennet sadece Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerindir. Konunun teolojik boyutunun ötesinde bir de sosyolojik olanı vardır ki bunun yeterince ele alındığını söylemek güçtür.
Bu konuda, Duke Üniversitesi’nden Phil Zuckerman’ın “How Secular Family Values Stack up Children[1] [Seküler Aile Değerleri Çocuklarda Nasıl Birikir]” makalesi oldukça ilginç. Yazar, ABD’lilerin “özel olarak hiçbir dinî inanca sahip değil” anlamında “Nones” olarak adlandırdığı, gittikçe artan sayıda çocuğun herhangi bir dinî referans olmaksızın, “tanrısız” yetişmekte olduğuna dikkat çekiyor.
Bu sayı ABD’lilerin %4’ten azının dinî olmayan hanelerde yetiştiği 1950’lerden bu yana artmaktadır ve 2012 yılında yapılmış bir çalışma, bu oranın 1970 sonrasında doğanların %11’ine ulaştığını gösterir. Yazara göre bu da neden ABD’li yetişkinlerin %23’ünün ve 18 ila 29 yaş arasındaki ABD’lilerin %30’dan fazlasının hiçbir dinî inancının olmamasını açıklamaya yardım edebilir.
Seküler hanelerin işlevsiz, nihilist ve dümende kimsenin olmaması nedeniyle güvencesiz olduğuna dair dindarların iddialarının aksine bu tür haneler çocuklar için anlamlı ve somut bir temel sağlar; Yüksek düzeyde aileiçi dayanışma, ebeveynler ve gençler arasındaki duygusal yakınlık ve açık bir biçimde eklemlenmiş güçlü etik standartlar ve ahlaki değerler sonraki kuşaklara aktarılır.
Dinî olmayan ebeveynler, etik ilkeler konusunda daha tutarlı ve tutkuludur. Bunların çoğunluğu ahlâkî yönelimle karakterize olan bir hedefe ve bir hedefe sahip olduklarına dair bir yaşam algısına sahiptir.
Yazarın kendisinin ve seküler kültür üzerine çalışan diğerlerinin ortak gözlemi söz konusu ailelerin sürdürülebilir ahlâkî değerlere ve zenginleştirici etik kurallara sahip olduğudur; bunlardan bazıları, “ussal sorun çözme”, “bireysel özerklik”, “düşüncenin bağımsızlığı”, “bedensel cezalandırmadan kaçınma”, “her şeyi sorgulama” gücü ve hepsinden önemlisi “empati”dir. Sekülerlere göre ahlâk, “Altın Kural” olarak bilinen tek bir ilke üzerine temellenir: empatik karşılıklılık. “Diğer insanlara sana nasıl davranılmasını istiyorsan öyle davran”. Yazarın da istihzai bir biçimde ifade ettiği için gibi, bu ilke hiçbir doğaüstü inancı gerektirmez.
Bu çocuklar kendilerini ifade etmek için, dinî inançlara sahip yaşıtlarına göre, daha az “cool” olmayı seçerken, yetişkin olduklarında daha az ırkçı, kinci [kinci nesil isteyen eski başbakanın kulakları çınlasın!], milliyetçi, otoriter olma eğilimindeyken daha hoşgörülüdür. Somut verilere gelince: ABD’de parmaklıklar arkasında kendisini ateist olarak niteleyenlerin oranı %1’in altındadır. İsveç, Danimarka, Japonya, Belçika ve Yeni Zelanda gibi dinî inançları “zayıf” yurttaşlara sahip, demokratik ülkeler aynı zamanda en düşük suç oranlarına ve yüksek toplumsal refaha sahiptir. Bunun tersi de söylenebilir; “güçlü” dinî inançlara sahip ülkeler yüksek suç oranlarına ve düşük refah sahiptir. Yazarın eserlerinden yararlanılarak, wikipedia[2] için hazırlanan ve bu sayfada yer alan harita incelemeyi hak ediyor.
Fikir vermek ve tartışmayı kışkırtmak için burada kısaca özetlediğim makalenin dışında yazarın şu kitapları Türkçe’ye çevrilmeyi ve basılmayı bekliyor:
Zuckerman, Phil (2011). Faith no more: why people reject religion. New York: Oxford University Press.
Zuckerman, Phil (2010). Atheism and secularity. Santa Barbara, Calif: Praeger.
Zuckerman, Phil (2008). Society without God : what the least religious nations can tell us about contentment. New York: New York University Press.
Manning, Christel; Zuckerman, Phil (2005). Sex and religion. Belmont, CA: Thomson Wadsworth.
[1] http://www.latimes.com/opinion/op-ed/la-oe-0115-zuckerman-secular-parenting-20150115-story.html, 14 Ocak 2015.
[2] http://en.wikipedia.org/wiki/Phil_Zuckerman#mediaviewer/File:Atheists_Agnostics_Zuckerman_en.svg